Erdoğan çok büyük oynuyor. Şimdilik burjuva siyasetinin derin dehlizlerini iyi okuyabilmesinin avantajları sayesinde Baykal’la görüşme hamlesinden başlayarak olası bir koalisyon imkanını ortadan kaldırmayı başardı. Ülkeyi yeniden savaş atmosferine soktu. Eski devlet unsurları ile ittifak zeminini geliştirmeye ve bir savaş bloğu yaratmaya gayret ediyor, burada ne kadar mesafe alabildiğini önümüzdeki günlerde daha açık göreceğiz.
Fakat bu kadar büyük oynamasının, bu kadar cüretkar hamleler yapmasının bedeli kendisi için çok ağır olabilir. Devletin en kadim refleksleriyle boğmaya çalıştığı ezilenlerin ittifakının gelişmesi noktasında önemli işaretler var. Hiç kuşku yok ki devletin en önemli kozu Batı’daki toplumsal örgütsüzlük. Eğer ki Gezi’de ortaya çıkan enerjiyi bu iki sene içerisinde kalıcı bir örgütlenmeye sıçratmayı başarabilseydik, forumları kalıcı demokrasi ve özyönetim aygıtları haline getirebilseydik bugün devletin manevra alanını büyük oranda daraltmış olurduk. Örneğin; CHP gerçek bir siyasi parti olsaydı, gasp edilmiş hükümet olma hakkını savunmak için fiili bir durum yaratabilirdi. Her 4 seçmenden birisinin oyunu alan, bazı illerde tamamen hegemonik durumda olan bu parti, Erdoğan’ın iktidarlarını gasp etmesine bir iki sinirli demeç dışında bir tepki veremedi. Bunun tam tersine Kürdistan’da halk demokratik özerklik ilanlarının hakkını vermek için canla başla direniyor. Gözaltı yapmaya gelen polislere direniliyor, kurtarılmış sokaklar ve mahalleler yaratılmaya çalışılıyor. 70-80 yaşında analar polis baskınlarına karşı elde sopa nöbet bekliyor. Kürt halkı barış ve insanca yaşam haklarının çalınmasına karşı en üst perdeden tepki üretebiliyor. Toplumsal örgütlülük seviyesi Doğu ve Batı’yı birbirinden keskin çizgilerle ayırıyor. Batı’daki sosyalistlerin görevi tam da bu eşitsiz gelişmenin yarattığı aralığı kapatmak için ileri atılmak değil midir?
Toplumsal örgütlülüğün zayıf olması Batı’da bireysel tepkilerin toplumsal ve örgütlü tepkilerin önüne geçmesine yol açıyor. Özellikle asker cenazelerinde akrabaların verdikleri tepkiler çok anlamlı. Toplumun geniş kesimleri aslında savaş ile Saray arasındaki bağı kurabiliyor. AKP’li bakanların samimiyetsiz, toplumun aklına hakaret içeriğine sahip açıklamaları 90’larda bile ulaşılamamış diplerin tarandığını gösteriyor. Sakallı bir bakan “ben aslında şehit olmak istiyorum” diyor fakat herkes bu aklı evvelin onlarca koruma arasında yaşadığını görüyor. Öbür bir tanesi çıkıyor “cumhurbaşkanı değil başkan seçseydik bu kaos olmayacaktı” deyiveriyor, yani “vatan tehdit altında, bayrağa saldırı var” gibi geleneksel ajitasyon malzemelerinden Erdoğan’ın başkanlık hayalleri için savaşmak zorunda kalan ve bunu da açıkça gören insanlar topluluğuna, bunların şaşkınlığına ve öfkesine ulaşmış bulunuyoruz.
Bir grup meczup dışında aslında geniş yığınlar barış sürecinden gerçekten memnundu. Ölümün ağırlığının görece ortadan kalkması, ülkeyi her an yakıp saracak bir iç savaş ateşinin ihtimalinin azalması herkesin ayağını yere daha sağlam basmasını sağlıyordu. Bu noktadan bir anda açık politik manipülasyon sonrasında savaşa geçilmesi öfkeyi ve tepkiyi körüklüyor.
Yine çok önemli bir gelişme de ekonomik çöküşün yaklaştığına dair işaretlerin güçlenmesi. Daha meşhur FED faiz artışı yaşanmadan doların 3 lirayı bulması hayra alamet değil. Türkiye’de işler dışarıdan akan parayla dönüyor. Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli dış borçların altına inmesi, piyasayı döndüren büyük işleri yapan şirketlerin döviz borçlarını taşıyabilme kapasitelerinin azalması, ekonomik yavaşlamaya rağmen cari açığın hala istenen oranda düşmemesi, işsizlik oranlarının yaz aylarına rağmen oldukça yüksek çıkması sonbahar ile birlikte bir çakılma olasılığını arttırıyor. Savaşın yarattığı tedirginlik kriz olasılığını arttırıyor. Turizm sektörü şu anda şimdiden ciddi biçimde sallanıyor. Ortadoğu’daki savaş bile Antalya’daki otelleri boşaltmaya yetti. Türkiye’de politik kriz keskinleşirse ekonomik çöküş daha da ivmeli bir biçimde karşımıza çıkabilir. AKP’nin avucuna bir ekonomik krizle düşüveren iktidar yeni bir krizle uçabilir.
Bu konjonktür nasıl bir bıçak sırtında olduğumuzu gösteriyor. Böylesi koşullar bütün iktidarları çözücü etkiler yaratır. Ya da iktidarlar çözülmeye karşı verdikleri güçlü reaksiyonlarla daha baskıcı, fiili ve faşizan rejimler inşa edebilirler. Sonucu belirleyecek olan toplumun, ezilenlerin direnme kapasitesidir. Faşizme karşı sergileyeceği örgütlü direnişin gücüdür. Çöken bir ufkun karşısına yeni bir yaşamın umut verici çerçevesini dikebilmektir.
Yaklaşan hesaplaşma sadece Erdoğan’ın seçim hesaplarına değil eski ile yeninin karşı karşıya gelişine denk düşen bir içeriğe sahip. Milliyetçilik, zorbalık ve bağnazlık dışında toplumun karşısına yürünecek bir hedef koyamayanlarla gerçek barış ve demokrasiyi inşa edebilecekler arasında kıran kırana bir mücadelenin içerisindeyiz aslında. Özgürlüğe ve barışa ne kadar sıkı sarılabileceğiz, her şey ona bağlı.
Ya savaş ve diktatörlük ya da barış ve gerçek halk demokrasisi… Sonucu Batı’daki ezilen kitlelerin örgütlenebilme ve direnebilme kapasitelerinin belirleyeceği büyük mücadele günlerinin hakkını verebilmemiz, dünya ezilenlerinin mücadelesine bağlılık andımızın en güncel gereğidir.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]