10 Ekim 2015 Türkiye siyasi tarihinin kara sayfalarının en önemlilerinden birisi olarak tarihteki yerini şimdiden aldı.
Erdoğan Batı’nın Kürdistan’daki direnişle rezonansa gelme çabasına büyük bir hunharlıkla saldırdı. Bu eylemin IŞİD’in bir hücresi tarafından yapılmış olması, gerçek failin Saray olması olgusunu perdeleyemez. MİT ile IŞİD arasında ortak bir alan olduğu, ortak düşmanlara karşı ortak eylemler geliştirdiklerini çok iyi biliyoruz. İncirlik üssünün açılması bu gerçeği ortadan kaldırmadı. İki aktör orta vadede başka seviyede bir hesaplaşmaya girebilir. Fakat bunun için henüz erken.
Erdoğan savaşa muhtaç olduğu için hem de tam eylemsizlik kararının açıklandığı gün, çok önemli bir barış eylemine tarihi şiddette bir saldırı gerçekleştirdi. Bunun büyük bir saldırı dalgasının bir adımı olduğunu unutmamak gerekiyor. Saray diktasını kabul etmeyen tüm toplumsal kesimlere açık bir savaş ilan etti. Toplumsal mücadelelerin koşulları da bu oranda değişti. Bu savaşı algılamadan bir eylem ve mücadele hattı geliştirmek mümkün değil. AB üyelik müzakerelerinin belirlediği ruh haliyle oluşan mücadele çizgisi kendisini bu yeni şiddet dalgasının koşullarına uyumlandırmak zorunda. Bir mafya liderinin Erdoğan’a destek amacıyla gerçekleştirdiği bir mitingde sarfettiği “oluk oluk kan akacak” tarifi yapılan planlarla ilgili ipuçlarını ortaya koyuyor. Kimse 1 Kasım sonrasında ortaya çıkan sonuçlara göre bir rahatlama beklemesin. Evet, 1 Kasım’da Erdoğan’ı sandıkta yenmek zorundayız ama bu yetmeyecek. Erdoğan iktidarından zırnık vermemek için elindeki tüm olanaklarla, belki de daha fazla paramiliter unsurlarıyla yüklenecek.
Böyle olmak zorunda çünkü hem çok günah biriktirdi ve bundan dolayı normal şartlarda asla büyük hedefine ulaşamayacağını biliyor hem de düzenin krizine karşı çözüm gücü HDP’nin programı kadar yüksek bir alternatif proje yok. Ezilenler çok önemli bir kriz momentinde son derece etkin bir karşı hegemonya projesi ile ortada. Güçlü bir 10 Ekim mitingi bu karşı hegemonya projesinin tüm saldırılara ve karartmalara rağmen Batı’da büyük bir yankı yarattığı ortaya koyacaktı. Saldırının şiddeti bu durumun düzenin mevzilerinde açacağı yarığın büyüklüğü ile doğru orantılı oldu.
2 dakika önce selamlaştığımız yoldaşlarımızın az sonra yerlerden paramparça cenazelerini toplamak hepimizi büyük duygusal alt üst oluşlara ve hesaplaşmalara sürüklediği açık. Erdoğan’ın faşizmine direnenler için artık ölüm ile yaşam arasındaki mesafe giderek kısalmış durumda. Fakat bu durumun toplumun geniş kesimlerinde bir direnme eğilimi ortaya çıkardığı da çok açık. Geniş yığınlar Saray faşizminin geri dönülmezlik noktasını artık aşmış olduğunu Ankara Katliam’ından sonra anlamış görünüyor. Bu bir direnme eğilimi ortaya çıkarıyor. Bu eğilimin geliştirilmesi ise tamamen ortaya konacak önderliğin kalitesi ile mümkün olacaktır. İnsanlar şu aşamada kendilerine yürünecek bir yol gösterilmesini bekliyorlar. Herkes bu açmazdan nasıl kurtulanabileceğini tartışıyor. Burada irade koyabilen, kitlelere güven verebilen ve sürecin temel dinamiklerine hakim olabilen politik özneler bu direnme eğilimini örgütlenmeye dönüştürebilirler ve şu aşamada temel ihtiyaç tam da budur. Saray faşizmini alt etmek için ne yapılmalı?
Öncelikle eylemlerde örgütlü davranmak ve provokasyonlara malzeme olmamak son derece önemli. Eylemlerde kitlelerin güvenliğini garanti altına alacak önlemleri geliştirecek taktikler üretebilmek özellikle bu dönemde hayati önemde. Suruç’ta alınması gereken dersi Ankara’dan sonra alacağız gibi görünüyor. Eylemlerde örgütsel rekabeti öne çıkaran tutumlardan uzak durmak çok önemli, HDP duruşu eylemlere yansıtılmalı. Dün Karacaahmet’teki cenaze öncesinde yapılan yürüyüşte bir süre örgütsel sloganların yarıştırılması şu aşamada örgütlenmek isteyen, dayanışan, yürüyüşlere katılan insanları yabancılaştıracaktır. HDP hepimizin ortak evi, illa bir politik çizgi öne çıkarılacaksa bu HDP’ninki olmalıdır. Bu süreçte mahalle forumları yeniden canlanabilir. Saray faşizmine karşı ortak bir mücadelenin örgütlenmesi için zemin her gün genişliyor.
Sürecin ne yöne akacağını ortaya konan önderlik kalitesi gösterilecekse bizler de bu önderliği hayata geçirme konusunda kendimizi aşma noktasında bir yoğunlaşma içerisine girmek durumundayız. Faşizmi yenebilmek için devrimci hareketin kendi zaaflarını yenebilmesi öncelik kazanmış durumdadır. Kişisel yaşamların ortaya koyduğu engellerin aşılamaması böylesi bir dönemin vehameti açısından kabul edilemez. 92 yıllık Cumhuriyet’in en kritik kırılma noktalarından bir tanesinde ve belki de kendi istediğimiz yönde sonuçlar ortaya çıkarmaya en yakın olduğumuz bir noktada kendisini mücadeleye yeterince katamayan, neredeyse örgütsüz bir varoluşla yaşamın akışına ve katliamlara seyirci kalan bir varoluşu taşıyamayacak bir noktadayız. Devrimi örgütlemenin insanların kendi hayatlarından başladığının gösterilebileceği bir noktadayız.
Mücadelenin bu yeni döneminin dayattığı koşulları karşılayabilecek miyiz? Koca bir ülkenin kaderinin bağlı olduğu soru budur.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]