Rojava Devrimi’nin 3. Yılının kutlandığı şu günlerde devrim tartışması tüm güncelliği ile canlılığını koruyor. Kapitalizmin dünyayı büyük bir yıkımın eşiğine getirdiği, savaşların ve ekonomik krizlerin milyonlarca insanın hayatını cehenneme çevirdiği koşullarda ezilenlerin kendi hayatlarının iplerini ellerine alması, eşitlik ve özgürlük eksenli bir dünya yaratması nasıl mümkün olabilecek?
Çok canlı deneyimlerin yaşandığı bir coğrafyanın merkezindeyiz. Bir tarafımızda Yunanistan’da diğer tarafta Rojava’da tarihsel anlamda önemli gelişmeler yaşanmakta. Yunanistan’da halkın küresel kapitalizme direnme iradesi Almanya öncülüğündeki uluslar arası finans kapital tarafından kırılmaya çalışılıyor. SYRIZA’nın küresel güçler arasındaki çelişkilerden yararlanmaya ve böylece daha iyi bir anlaşma elde etmeye dayalı stratejisi iflas etmiş gözüküyor. Bir çokluk partisi olarak SYRIZA’nın odağındaki SYNASPISMOS ruhu Tsipras’ın kimliğinde sürece hakim oldu. Avrupa’yı genel anlamda demokrasi ve insan hakları ile ilişkilendiren sol AB’ci tutum görülüyor ki inisiyatif alarak yeni bir istikrar paketinin ve tabii ki bunun karşılığında verilen ciddi tavizlerin, ödenecek yeni toplumsal bedellerin altına imza atmak durumunda kaldı. SYRIZA içindeki çatlak umulduğu kadar büyük olmadı ve Yunan Parlamentosu OXI’nin yerle yeksan ettiği düzen partilerinin ve SYRIZA’nın yaklaşık 100 milletvekilinin desteği ile kapitülasyon paketini kabul etti.
Almanya’nın bu derece saldırgan olmasının iki önemli sebebi var: SYRIZA’nın başarması arkadan İspanya, Portekiz ve İtalya’nın da gelmesi anlamına gelecekti. Dolayısıyla “cehennemden çıkış yok” duygusunun güçlendirilmesinin anlamı büyüktü. AB içindeki küçük ülkelerin Almanya/Fransa eksenine riayet etmeden hareket etmesinin imkansızlığının gösterilmesi gerekiyordu. İkincisi küresel finans kapitali aksi yönde davranmaya sevk edecek bir küresel dayanışma sergilenemedi. Kimi eylemler yaşandı fakat dünya solu genel olarak Yunanistan’ın olası kazanımlarının ne büyük bir anlam yaratacağını göremedi, görse bile enerjisi daha fazlasına yetmedi. Bizler bile Almanya Konsolosluğu önünde etkili bir eylem yapmayı başaramayarak SYRIZA’nın yenilgisinde pay sahibi olduk.
Rojava’da IŞİD çetelerine karşı büyük bedeller ödenerek tüm Ortadoğu halklarına ışık olacak bir deneyim yaratılıyor. Doğrudan demokrasi deneyimleri örgütlenerek halkın çeşitli kesimlerinin toplumsal yaşam üzerinde denetimini arttıracak uygulamalar geliştiriliyor. Mezhep çatışmalarının kan banyosuna çevirdiği bir coğrafyada halkların bir arada yaşamasının olanakları somutlanıyor.
Rojava’da da yakın vadede önemli riskler yok değil. ABD’nin kendisine muhtaç etmeci yaklaşımının olası sonuçları devrimin sırtına ciddi yükler yükleyebilir. Türkiye’nin Rojava’yı ezme noktasındaki arzusu Türkiye içinden gelişecek bir mücadele ile boşa çıkarılamazsa, yukarıda anılan ilişki Rojava’nın sırtına daha fazla yük bindirecektir. HDP’nin başarısı bu arzunun hayata geçirilmesi noktasında Türkiye’nin elini kısmen bağlıyor fakat devlet açısından Rojava’yı boğma stratejisi öncelikli bir tutum haline geliyor. Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatı ile söylediklerini de bu çerçevede okumak gerekiyor.
Sonuç olarak omuzlarımızda önemli iki yük var: Birincisi yaşanan devrimsel gelişmelerle maddi ve düşünsel olarak ilişkilenmek, bu deneyimlerden öğrenmek ve devrimin güncelliği düşüncesini pekiştirmek. Bugün gerçekten de küresel düzenin halklarımızın sırtına bindirdiği yüklerden ancak devrimci süreçlerle çıkış mümkündür. Bu devrimler çeşitli coğrafyalarda çeşitli biçimler alabilir. Halk inisiyatifinin kendisini ortaya koyma biçimi şu ya da bu politik mücadele aracını ön plana çıkarabilir. Yaşanmış devrim deneyimlerinin demokrasi alanındaki zaafları ve halk inisiyatiflerini boğan pratikleri bugünkü devrim stratejilerinde öz yönetimi ve doğrudan demokrasiyi bir tür her kapıyı açacak anahtar olarak ön plana çıkartıyor. Fakat etrafımızdaki iki deneyim de sorunun sadece halk inisiyatifine yapılan bir vurgu ile halledilemeyecek kadar büyük olduğunu gösteriyor. Küresel iktidar ağlarından kopuşun gerektirdiği hamlelerin yapılmasının mümkün olamaması halk demokrasisinin gelişimini de imkansız hale getiriyor. Yunan halkının büyük direnci, görece kentleşmiş ve sanayileşmiş modern bir toplumda neo liberalizme alternatif bir gelişimin önünü açabilirdi. Bu şans tam anlamıyla yitirilmiş değil ama geminin su almaya başladığı da açık. Küresel sermayenin kuşatması karşısında alınacak tedbirleri bugünden netleştirmek, ekonomi alanında yapılması gerekenler ile ilgili güncel tezler üretmek, demokrasinin sermaye üzerinde halkın denetimini arttıramadığı müddetçe pek de bir anlam ifade edemeyeceğinin altını kalın çizgilerle çizebilmek SYRIZA deneyimi üzerine tefekkürün olumlu sonuçları olmalıdır.
İkincisi ise bölgesel devrimci dinamiklerin işbirliğinin gelişmesinin önemi. Bu işbirliği aslında her coğrafyanın kendi dinamiklerini geliştirmesi ve büyütmesi esasına dayalı olsa da birbirini asla gözden uzaklaştırmayacak bir tutumu gerekli kılıyor. Bugün hem Rojava’nın yoluna güçlenerek devam etmesi hem de yunan halkının neo liberalizme direnişinin yeniden ivme kazanması geliştirilecek küresel ama öncelikle bölgesel dayanışmaya büyük ihtiyaç duyuyor. Bugün Rojava Devrimi ile ilgili devrimci tutum ne onun gerçekliğinde erimek ne de olası riskleri şimdiden bir takım sonuçlara vardırarak çok bilmişlik taslamaktır. Türkiye’nin ve emperyalizmin devrimi boğma planlarına karşı gerçek bir mücadeleyi büyütebilmek, devrimle dayanışma dinamiklerini geliştirmek, toplumun farklı kesimlerine Rojava Devrimi’nin mesajını taşımak sunulabilecek en anlamlı katkı olacaktır.
Devrimci süreçlerin içinden geçiyoruz. Gündelik hayatın sıradanlığının kabuğu sıyrılınca bu yalın gerçek tüm heybetiyle ortada. Yaşamları ve zihinleri bu yalın gerçeğe göre örgütlemek, tüm deneyimleri dönemin gerektirdiği özen ve ciddiyetle sorgulamak, sahiplenmek ve bir parçası olmak en önemli görevimizdir
[button link=”www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]