Anlaşılıyor ki, ABD’nin “kırmızı çizgileri” kan kırmızıdır… Türkiye’ninkilerse, çizgi bile değildir. Pembe dahi hiç değildir… Aynen, Güneyli Kürdün, Talabani’nin, Barzani’ninkiler gibi… Emperyalizm, sizin çizgilerinizi, sizi her an boğmaya hazır urganlara, zincirlere dönüştürüverir el çabukluğuyla ve feleğiniz şaşıverir… Haluk GERGER “Gökte ararken yerde bulmak” bu olsa gerek; kara harekâtı bitirildi, ölümler durdu. Elbette buna hayıflanacak değiliz ama bu beklenmedik sona, ardındaki gerçeklere, nedenlerine ve olası sonuçlarına, nesnel ve eleştirel bir perspektifle, bakmamız gerek. Şimdi, psikolojik savaş sapır sapır dökülürken ve medyada “uzman”lar harıl harıl “çevir kazı yanmasın” operasyonuna girişmişken, beklenmedik sona açıklık getirecek anahtar kavram üzerinden hareket etmek gerekiyor. Anahtar, “Emperyalizm”e ve “askeri çözüm”e bağımlılık, tutsaklık. Şayet, medya şaklabanlarının “hedeflere ulaşıldı, büyük zafer kazanıldı ve sınırlı operasyon özgür iradeyle sonlandırıldı” masalına inanmayacak kadar izanınız varsa, gerçeklere buradan hareketle ulaşabilirsiniz belki.
Bu konudaki en büyük avantajınızsa, uzman olmamak ve özellikle de “sıradan insan” olmanızdır. NTV uzmanlarından Ruşen Çakır, Türkiye’deki gazetecilik mesleğinin acınası halini şöyle sergiledi “kazı çevirirken”: “Genelkurmay bildirisi bu konularda kafa patlatan biz uzmanlar açısından yeterli ölçüde açıklayıcı olabilir ama sıradan insanlara yetmez.” Gerçekten de öyle; yetmez. Sıradan insanlar yemezler…
Başbakan, “ulusa sesleniş”ini banda aldırıyor 29 Şubatta yayımlanmak üzere ve o konuşmasında “harekat sürüyor” diyor. Birkaç saat sonra, 04.00 sularında, birlikler apar topar geri çekilmeye başlıyorlar! Olabilir, “burası Türkiye, kim Başbakan’a sorar ki” diyebilirsiniz. O sıralarda Bağdat’ta bulunan Türk Heyeti de Iraklılara, “harekât sürecek” mesajı vermekle meşgul. Bakanlardan da benzer açıklamalar gelmekteydi zaten; harekât sonuna kadar sürecekti… Asker, sivillerle oyun mu oynuyordu dersiniz? Pek öyle görünmüyor. General Büyükanıt, ABD Savunma Bakanı Gates ile de kafayı bulmuyordu herhalde, “kısa süre bir gün de olur, bir yıl da. Biz 24 yıldır terörle mücadele ediyoruz. ABD de Afganistan’da yıllardır aynı işi yapıyor. Bunu Sayın Bakana anlattım, anlayışla karşıladı” derken. Gates ise, mesajını , “bir iki hafta yeterlidir” diye, daha gelmeden göndermişti. Bu işler şakaya gelmez. Kimi ülkelerde, özellikle asker karşısında, savunma bakanlarının esamesi okunmaz ama ABD’de böyle olmadığını herkes bilir. Herkes, bir başka şeyi daha da iyi bilir: Bağımlı bir ülkenin yetkilileri bakımından hiç şakası yoktur emperyalizmin yetkilileriyle konuşmanın. Müdanasız konuşmaları Küba yapabilir, Venezüella yapar ama sınırlar oralardan öteye aşılmaz çitlere dönüşüverir… Gates de öyle düşünmüş olmalıdır. Ankara’dan ayrılırken, “sizi anladılar mı” sorusuna, “mutlaka, çünkü dört yerde aynı mesajı verdim” demekteydi. Mesaj belliydi: “Bir iki hafta!” Türkiye’nin bu durumda koca “bir haftası” daha vardı demek ki. Ama o “dört yer”de de Gates’in telkinine olumlu yanıt verilmemişti ve üstelik Genelkurmay Başkanı, Türk gazetecilere alaycı ifadelerle harekâtın süresinin Gates’in süresini aşacağı izlenimini vermişti. Yetkililerin “gaza getirdiği” “gazlanmaya hazır” gazeteciler de, Zap’ı işgal edip Kandil’e doğru yola çıkmışlardı bile ki, “çılgın Türk”ü tutana aşkolsun…Şimdi birinci senaryomuzu yazabiliriz: Emperyalist efendi, sadece işkillenmekle kalmamış, büyük olasılıkla bozulmuştu da. Gates’in derhal Beyaz Saray’a ulaşıp uğradığı “istiskal”i ve “şark kurnazlığının ben yaptım oldu uyanıklığı”na ilişkin aldığı “tuhaf kokular”ı rapor ettiğini varsayabiliriz. Bush’un acul tepkisi, kovboyvaridir: “Türkler ellerini çabuk tutsunlar ve bir iki hafta sonra da çıkıp gitsinler.” Kullandığı söz “get out”tur ve çoğu kez, birini, örneğin odanızdan, kovarken kullanırsınız. Sonra? Sonrası malum, saat 04:00 sularıdır ve bunlar yaman zamanlardır… Anlaşılıyor ki, ABD’nin “kırmızı çizgileri” kan kırmızıdır… Türkiye’ninkilerse, çizgi bile değildir. Pembe dahi hiç değildir… Aynen, Güneyli Kürdün, Talabani’nin, Barzani’ninkiler gibi… Emperyalizm, sizin çizgilerinizi, sizi her an boğmaya hazır urganlara, zincirlere dönüştürüverir el çabukluğuyla ve feleğiniz şaşıverir… Dün Barzani’ye, Talabani’ye, bugün Erdoğan’a, Büyükanıt’a, yarın kim bilir hanginize… Herkes diken üstünde… Gelelim ikinci senaryomuza. Malum, Türk askeri üşümez… Ama donabilir. Türk helikopteri düşmez… Ama kırıma uğrayabilir… Herhalde bu netameli alanda bu kadarı yeter… Olmaz olmaz deme, bakarsın oluvermiş… İlk ikisinin karmasından üçüncü senaryoyu da sizler oluşturabilirsiniz… Bu durumda, normal bir ülkede ne olur?Bence, diplomatik-askeri gaflardan dolayı emekliliğini isteyen ya da emekli edilen sorumlular olur önce. Sonra, giden canların hesabı sorulur. Soruşturmalar, araştırmalar, gerekirse yargılamalar…Sonrasını, net bir biçimde önerebilir ve “normal insanlar”ın dikkatine sunabiliriz. Zararın neresinden dönülse, iyidir. Şimdi hemen temasa geçin DTP ile. Güven tesisi için bu görüşmeleri bir koşulsuz genel afla birlikte yürütün. Akan kanı durdurun, barışa bir şans verin…Aksi halde, “Türk Sorunu,” altından kalkılamayacak ölçüde ağırlaşacaktır. Yol yakınken, psikolojik savaş çökmüşken, “yeni bir sayfa açın” derim ben… Bunun için de, o iki paslı anahtar yerine, yürek kapılarını açacak kardeşlik, barış, özgürlük dallarına tutunun…Şimdi bana “amma da iyimsersin Haluk Gerger” diyebilirsiniz elbette.Bu durumda, “kötü senaryo”yu da siz yazın diyeceğim ama, eminim, “Türk Sorunu”nun hal-i pür melaline bakınca, bunu düşünmek bile istemeyeceksiniz… Benden söylemesi…
(Bu yazı yazarın izniyle www.mavidefter.org sitesinden alınmıştır)