Bozgun mudur, Amerikan talimatı mıdır, hatta haydi zorlamayalım “çevir kazı yanmasın”cıları, önceden hesaplanmış geri çekilme midir, insanlar tartışadursun, son sınır ötesi askeri harekât bir gerçeği yeniden kanıtladı. Olabilindiğince değer yargılarından bağımsız, “nesnel ve tarafsız” bir bakışla rahatlıkla görülüyor ki, Türkiye Cumhuriyeti, Kürt Sorunu’nu istediği biçimde çözme olanağına sahip değil. Aynı anlama gelmek üzere, Kürt isyanını, askeri yolla bastırma gücünden de yoksun. Bu önerme, Güney’i de, Kuzey’deki askeri-politik-sosyal realiteyi de içerecek biçimde bütüncül anlamıyla “Kürt Sorunu”nu içeriyor. Emperyalizmin stratejisi ile eldeki askeri gücün düzeyi ve yetenekleri-kapasitesi sonucu ortaya çıkmış bulunan çok boyutlu (askeri-diplomatik-politik-ekonomik) güç dengesi bu gerçeğin görünürdeki nedenlerini anlatıyor. Görünür olanın ardındaki özü de eklediğimizde tablo daha da netleşiyor: Kürt milli uyanışı, aydınlanması, halk desteği ve çok boyutlu örgütlenmesi de şiddete dayalı “çözüm”ü olanaksızlaştırıyor.
Ne var ki, TC’nin hayatla inatlaşmayı sürdüreceği anlaşılıyor. Barışçıl, adil çözüme ilişkin egemenlik sisteminin niyetsizlik ve yeteneksizliği her geçen gün ortaya çıkıyor. Dolayısıyla da, “Kürt Sorunu”nda inkara, giderek, kaçınılmaz olarak, imhaya dayandırılmış “Türk Çözümü”nün olanaksızlığı ölçüsünde oluşan “Türk Sorunu”nun, ağırlaşarak süreceği kesinlik kazanıyor.
Bütün boyutlarıyla… Politik, Askeri, Ekonomik, Moral…
Toplumun, yönetici ve egemen sınıfların, buna bağlı olarak, düzenin imkanlarının ve aygıtlarının bu sorunu kaldırmadaki sınırları gözönüne alındığındaysa, çok boyutlu çürümenin, giderek, bunalımın, ardından, yıkımın mukadder olduğu görülüyor. Sadece bireyler intiharı seçmiyor. Toplumlar, sınıflar, kurumlar, düzenler, devletler de intihar edebiliyor; ya da, aynı anlama gelmek üzere, hayatla inatlaşmanın tutsaklığında, özyıkıma-kırıma düçar olabiliyorlar. Durkheim, standartlardan, değerlerden, kural ve normlardan kopmuş toplumlarda sıkışıp kalmış bireylerin intihara sürüklendiklerini söyler. Peki ya o toplumlar, sınıflar, yapılar, aygıtlar, giderek, o düzenler, sistemler?.. Şiddeti kutsayanların, şiddete tapınanların, ona tutsak olanların, şiddeti kendilerine karşı da uygulamayacaklarını söylemek mümkün müdür?..
Mümkün olmadığı ortada. Baksanıza, Genelkurmay Başkanlığı, ulusalcı-orducu muhalefet partilerini de “hain” diye suçluyor, onların Türk Ordusu’na “PKK’den daha zararlı” olduğunu söylüyor. Şovenizm bumerangı bu kez dönüp en milliyetçileri, en orducuları vuruyor. Genelkurmay, artık “post modern darbe” peçesini yırtmış, topluma açıktan savaş açmış durumda. Silahlı Kuvvetler Komutanlarının, kendilerine çoktan boyun eğmiş, hükümetlerle, parlamentoyla, medyayla, düzenin muhalif-muvafık siyasi partileriyle kavgaya tutuştuğu bir ülkenin militarizmin doruklarında çırpındığı açık değil mi?
Çözümsüzlük, sorun, çürüme…
Ve şimdi en derininden bunalım…
Belli ki, ardından, kırım üstüne kırım, yıkım üstüne yıkım…
Solkırım, özkırım, soykırım… “Son fiyaskoyla egemenlik sisteminin nasıl bir kriz içine sürüklendiği ortada. “Kürt Sorunu”ndaki çözümsüzlüğün ve şiddet inadının, ekonomide, askeri yapıda, dış ilişkilerde, politik istikrarda ve egemenlik yapısının baş aktörleriyle kurumları arasındaki ilişkilerde, gündelik yaşamda, toplumsal ahlak ve değerlerde, “Türk Sorunu”nu nasıl derin bir “kriz”e dönüştürdüğünü, hergün bir başka acınası örneğiyle, yaşayarak, görüyoruz. “Türk Sorunu”nu çözemeyen egemenlerin kendileri de ağır bir krizin içinde debeleniyorlar.”
Ne var ki, sorun sadece onlara özgü değil. İşçisi, emekçisi, Kürdü, azınlığı, kadını, genciyle, ezilenlerin de güncel-acil bir sorunu var ezilmişliklerini aşan: Sözünü ettiğim Sorun’un kendi açılarından da yıkıcı krize dönüşmesi olasılığı… Onların Sorun ve krizinin, bizim krizimize yol açması… Bizim krizimizin, onların kendi bunalımlarından çıkışının ölümcül yolu olması… Bir başka ifadeyle, onların krizinin yükünü de bizim sırtlanmamız…
Bu noktada, Marks’ın “Yahudi Sorunu”na ilişkin söylediklerinden esinlenerek temel bir noktaya dikkat çekmek mümkün. Politik olanın ötesinde, Yahudi halkın insani kurtuluşunun bir gereği olarak, Marks, “Yahudi Sorunu”nun ortadan kaldırılması için, önce Musevilerin, tanrısı para olan (pratik) “Judaizm”den kurtarılmaları gereğini söyler. Benzer biçimde, Türklerin, insani kurtuluşları için, tanrısı şiddet olan, kör inançlardan, hurafelerden beslenen çılgın ve tedhişçi “şoven Türkçülük”ten kurtarılmaları gerekiyor. Kurtulmamız gerekiyor…
Dolayısıyla, sorunu çözmek, kendi krizimizi ortadan kaldırmanın da yolu. Bu bizim işimizse, “Türk Sorunu”nu çözmek için düzen dışına bakmak gerekiyor.
Öyle ya, bunu, sorunun sorumlusu olan, krizin kaynağını oluşturan Türk burjuvazisinden ve hizmetlilerinden beklemek abes. Bir başka ifadeyle, egemenlere dert anlatarak, kendi çıkarlarını hatırlatarak, aklı yitirmişleri aklı selime davet ederek soruna yaklaşmak, sistemin özünü, doğasını, karakterini, herkesi tutsak alan dinamiklerini anlamamak anlamına geliyor. Bu düzen baştan sona değişecekse, dönüşecekse ve ancak ondan sonra “Kürt Sorunu” dolayımıyla “Türk Sorunu” da çözüm yoluna girebilecekse, bunu, değişecek olanın, değişmesi zorunlu olanın, tarihin çöp sepetine atılması gerekenin efendileriyle hizmetlilerinden beklemek akıl işi midir? Aksine, onların konumları öyledir ki, bu durum sadece mukadder yıkımlarının değil, iktidarlarının da kaynağını oluşturmaktadır. Onlar iktidarlarını, bizim kanımız ve canımız üzerinde inşa etmişlerdir, bizim sömürülmemizle, baskılanmamızla beslemektedirler. “Kriz” tam da iktidarlarının ta kendisidir. Açıktır ki, müşteki olanları, ezilenleri biraraya getirip doğrudan onların karşısına dikmeden bu süreçten çıkış başlatılamaz.
Çağımızda her boyutuyla, burjuvazinin demokratik görevlerinin yerine getirilmesi proletaryaya düşmüyor mu? Düzenden köktenci kopuş bunun ilk koşulu değil mi? Işçi sınıfından ve müttefiki emekçilerden, ezilenlerden başka toplumsal araç, taşıyıcı gösterebilen var mı?
Dolayısıyla, ister “demokratik,” ister “sosyalist” devrim deyin, gerçekten de tek bir yol var önümüzde. Kürt-Türk, liberal ya da solcu, rahatsız olan, şiddetle tepki gösteren, korkan, kızan çok ama usanmadan yinelemek gerek: Anahtar sınıf mücadelesinde, devrimci praksiste…
Biliyorum, solcu ya da liberal, Kürt, Türk, pek çok kişi kızıyor, korkuyor bundan ama çıkışın başka yolu yok. Egemenlerin bizi içinde öğüttükleri Gordionun düğümünü “Sınıf Hareketi’nin inşası, devrimci öncülük, “sınıf mücadelesi”nin kılıcı, parçalayacak. Tedhişçi “Türkçülüğün” de, aynı kapıya çıkan “Türk-Islam sentezi”nin de, “Mehmetçik liberalizm”in de panzehiri sosyalizmdir.
Başka yolu bilenler ya şimdi konuşsun, ya ebediyen sussunlar, gölge etmesinler… (Bu yazı yazarının izniyle www.mavidefter.org sitesinden alınmıştır)