“Oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, Memet Memet!”
Haziranda ölenlerin türküsü duygu yüklü ve bir o kadar da acı. Toprağın altında sayımız giderek artıyor. Yılın her ayına her gününe birimiz düşüyoruz. Tanımadığımız yüzler, sesler anılar ve umutlar hafızalarımıza gelip yerleşiyor, peşimizi bırakmayan gölge gibi her an yanı başımızda bizimle. Bıraktıkları yük o kadar ağır ki taşımak her yiğidin harcı değil. Geleceğimiz toprağa verdiğimiz her bir canın üzerine kurulu. Hiçbir olgu kendiliğinden cereyan etmiyor. Daha çok kar ve iktidar hırsı, seni beni bizi yok etmekte. Yerin yedi kat dibinde ölürsün adını duyurmanı yasaklar. Çevremizi sarmalayan yasaklar duvarı yükseldikçe yükselir. Sistem duvarlara dokunmadan sessiz sedasız yaşamanı ister. Sen dokundukça yıkmaya çalıştıkça dikilir karşına.
Toprağın altı duvarın yükselmesine karşı çıkanlarla hayli doldu. Eline balyoz alanların arasında bir can yitirdik bu dünyadan, Mehmet Ayvalıtaş. Öfkemizle aktık bir nehir gibi sokaklara, yıkmalıyız diye haykırdık insan düşmanı düzeni.
****
Fadime anaya dair kısa bir deneme bu kendi eksikliğimizle.
“Analardır adam eden adamı, analara kıymayın efendiler” kıydılar efendiler, önce analara kıydılar. Çocukları öldürüldüğünde ne vakit gözleri açıksa aslında bir yanı eksiktir onların. Fadime ana da bir yanının eksikliğine dayanamayıp erken aramızdan ayrılanlar arasında yerini aldı.
Dedik ya gidenlerin bıraktığı yük bir hayli ağır ve taşıması zor.
Mehmet şehit düştükten sonra tanıdık birçoğumuz Fadime anayı. Bir heykel misali sakin, hep bir noktaya bakan gözleriyle, bıraksan sanki yüzyıllar boyu orada öylece duracak gibi. Fadime ana altı aya sığdırdı Mehmedinin yirmi yıllık ömrünü. Karnında taşıdığı dokuz ayın sancılarını, doğduğunda heyecanını Mehmet hayattan koparılıncaya dek taşıdı koynunda güvercin tedirginliğinde.
****
kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet, memet!»
Fadime ana güllerle bezenmiş ıslak toprağın altında sessizce yatarken, yukarıda ağıtlar yükseliyordu. Kadın yoldaşımız “…dursa da kalpleri ölülerimizin, bizimkinde atacak sonsuza dek” diye haykırmaktaydı kalabalığa. Onlarca yürek atarken öfkeyle anaların gözyaşları toprağı sulayan yağmur damlalarına yoldaşlık eyliyordu 2 Haziran sabahı. Ağıtların arasında kadınların sesleri duyuldu birer ikişer “kapıların kapalı, alışkın değiliz”. Anadolu insanı açar kapısını güneş doğumuyla batana kadar. Açılan kapılardan beklenmez kötülük, hinlik. Güneş berekettir, sevgidir, dostluktur. Hısım akraba alışık değildir Fadime ananın kapılarının gündüz vakti örtüldüğüne.
****
Yaşlı bir kadın ayrılırken mezarlıktan, kurumuş dudaklarından dökülen mırıltılar duyuluyordu tane tane “Fadime gelmedi bizimle, duyuramadık sesimizi”… Oysa yanı başımızda bizimle yürüyen slogan atanların arasındaydı Fadime ana. Hepimiz gördük değil mi?