Protestolar, Protestolar, Protestolar…
Ayşe TANSEVER
27 Mart 2009
Finans krizi ve beraberinde getirdiği ekonomik kriz dünyada birçok şeyi değiştirmeye gebe. Olaylar çok hızlı bir şekilde gelişiyor, izlemeye insan yetişemiyor. Birçok önemli sayılacak olaylar uç veriyor. Dur bir yakalayayım değerlendireyim nereye varır acaba bunlar demeye kalmadan olaylar kartopu gibi büyüyüp çığ oluyor. Sanki basın da aman bunlar çığ olmadan kaldırayım diyor ve yoğa çeviriyorlar. Ama onların çabaları boşuna, ne kadar örtmeye kalksalar da olaylar artık önü alınamayacak şekilde gelişmiş durumda.
Her seviyede protesto yaşanıyor. Dünya liderine yapılan protestoların en ünlüsü Venezuela lideri Chavez’den gelmişti. Bush’a ‘şeytan’ demişti. Sonra bu tür devlet adamları arasında birbirlerini suçlamalar giderek arttı. Bizde en popüler olanı Erdoğan’ın “one minute”ı oldu. Şimdi bunlar giderek yayılıp sıklaşıyor. Merkez liderlerine 3. dünya liderleri öfke gösteriyor. Protokoller hiçe sayılıyor. Yani Irak’ta Bush’a atılan pabuçların gerisi gelecek.
En yenisi Çek hükümet ve aynı zamanda AB dönem başkanı olan Mirek Topolánek’ten geldi. Obama’nın açıkladığı ekonomik planını “cehenneme giden yol” olarak değerlendirdi. Obama batık banka borçlarını kurtaracak, merkez bankasına hazineden hisse senedi aldırtacak. Yani sağ cepten sol cebe devletin borç yükünü arttıracak. Çinililerin alacağı tahvillerden olmamak için uğraşırken finansı desteklemeyi sürdürecek ama öte yandan AB “dostlarının” ya da tüm dünyanın “felaketine” kapı açacak. AB ise finansın kurtarılmasını değil cezalandırılmasını ve saydamlaştırılmasını böylece kazançlarının ve hilelerinin ortaya çıkarılmasını istiyor. Ondan da Obama planına öfke duyuyor. Daha da önemlisi Obama’nın G20 zirvesi sırasında Çek Cumhuriyeti’ni ziyaret edecek olması. Böyle bir ziyaret öncesi Topolanek’in açıklaması, ziyareti iptal ettirip başka bir krize yol açabilir. Ya da Bush’un şeytanlığı sineye çekmesi gibi Obama da bu lafları yutacak mı göreceğiz.
Devletlerarası düzeydeki protestolar, kabaran halk protestoları karşısındaki çaresizlikten güç alıyor. Bunu göstermesi açısından önemlidir.
Şu krize gireli beri sırf Avrupa içinde yaşanan protesto ve eylemlere kısaca bir bakalım:
13–26 Ocak 2009 tarihlerinde Latviya’da halk sokaklara döküldü. Hükümet istifaya çağrıldı. Yağmalamalar, polisle çatışmalar yaşandı. IMF ilmiği bu ülkenin boynuna geçirildi. İzlanda devleti iflas etti. 21 Ocak’ta halk gene sokaktaydı. Günlerce olaylar devam etti. Hükümet istifa etti. IMF yardım verdi. Gene o sıralarda Litvanya’da halk sokaktaydı. Kemer sıkma politikaları, IMF ve binlerce insan sokaklara döküldü. Bulgaristan ve Romanya diğer kriz kurbanı ülkeler arasında Sofya ve Kulata kentlerinde gene binlerce insan gösteri için sokaklara döküldü.
Yunanistan’da günlerce süren öğrenci olaylarının özünde ülkenin içine girdiği krizin dile gelmesi anlamına geliyordu. Öğrenci protestoları hâlâ sürüyor ama duymuyoruz. Onların arkasından Yunan çiftçileri sokaklara döküldü. Pamuk, buğday ve mısır ürünlerinde maliyeti karşılayan para ödenmediğini savunarak Atina ve Selanik’te traktörleri ile yolları kapadılar ve tarım ürünlerini beş para etmiyor diye sembolik olarak yollara döktüler. Bu tür olayların yakında iflas etme yolunda olan İrlanda, İngiltere ve Avusturya’da başlaması bekleniyor.
İşten çıkartmaların, yaşam koşullarının ağırlaşmasının ve de krize karşı alınan önlemlerin gene zenginleri koruduğu gerekçeleri ile Fransa’da 2 kez 24 saatlik genel grev yapıldı. Her keresinde en az 200 yerleşim merkezinde 3 milyona yakın insan sokaklara döküldü ve hayat ülkede felç oldu. Ayrıca yapılan kamuoyu yoklamalarında halkın %78’i grevleri haklı bulup destek verdi. Olaylarda çatışmalar yaşanmasa bile yakında işsizlik artıp kriz yükseldikçe eylemlerin radikalleşeceği biliniyor.
Bu yazdıklarımızın hepsi son üç ay içinde yaşananlar. Halklar krizin yol açtığı yolsuzluklara, işsizliğe karşı hoşnutsuzluğunu dile getiriyor. Ama daha önemlisi düzen sorgulaması başlıyor. Düzene güvensizlik artıyor. Kurtarmaların “büyük bir adaletsizlik yaşandığı” duygusunu insanların içine yerleştirdiği söyleniyor. Tüm AB üyesi ülkeler bu yıl içinde halk huzursuzluğunun giderek yükseleceği görüşündeler. Buna karşı hazırlık yapmak gerektiğini AB komisyonu dile getirdi. Mayıs ayı içinde bu kez sosyal bir zirve toplanacak. Yaygınlaşıp büyük bir olasılıkla da birbiri ile koordinasyonlu gelişebilecek protesto ve eylemlere karşı alınabilecek önlemler görüşülecek.
Öğrenci Gençlik Sahneye Çıkıyor
Gizlenmeye çalışılsa bile tüm AB genelinde yaygın ve giderek yükselen bir öğrenci ve gençlik hareketi var. Aralık içinde Yunan gençlerinin protestosu en radikal olanıydı. Yoksa Avrupa genelinde öğrenci olayları dağınık dağınık her yerde yaşanıyor.
AB, 1999 yılında Bolonya’da yaptığı bir anlaşma ile genel bir eğitim reformu yapacak. Eğitime tüm topluluğu kapsayan bir standart getirmeye çalışıyor. Eğitim ve akademik çalışmalar homojenleştirilecek.
Ancak, reforma her bir üye ülkede öğrenciler ve akademisyenler de karşılar. Çeşitli gerekçeler getiriliyor. En başta reform eğitimi özelleştirilecek ve pahalı hale getirilecek. Yeni-liberal politikalarla kısılan eğitim harcamalarının bedeli öğrencilerden çıkarılmaya çalışılacak. Zaten üniversitelerin çoğunda ödeneksizlikten eğitim yapılamaz hale gelmiş durumda. Bu nedenle birçok Avrupa Üniversitesi işgal edilmiş durumda. Kısaca değinelim:
İspanya’da Barselona Üniversitesi 4 aydan uzun bir süredir işgalde. Sık sık kent merkezlerinde oturma eylemleri gibi protestolar düzenleniyor. 13 Mart günü 12.000 öğrenci Barselona sokaklarında yürüdü, işgal altında olan üniversiteye dikkat çektiler, reformu protesto ettiler. Son 25 Mart günü gene kent merkezinde oturma eylemi düzenlendi. Polis ile öğrenciler çatıştılar. 24 öğrenci ve 32 polis yaralandı. Evet bu protestolar çok ciddi oluyor ve ciddi çatışmalar yaşanıyor. Öğrenciler ayrıca ülkelerindeki 4 milyon işsizi göstererek sorunu başka bir düzeye taşımaya çalışıyorlar.
Alman öğrenciler de lise seviyesinden başlayarak eğitimdeki reforma karşılar. Geçtiğimiz yıl 12 Kasım günü Berlin, Köln, Honnover, Münich gibi önemli kentlerde 120 binin üstünde lise öğrencisi yürüdü. Artan sınav gerilimini, öğretmen kıtlığını ve bu nedenle de derslerin sık sık iptal edilmesini protesto ettiler. Olaylar üniversiteye sıçradı. Berlin de Humboldt üniversitesi işgal edildi ve duvarlarından “Kapitalizm demek kriz demektir.” yazılı bir pankart sallandırıldı. Ayrıca Hannover kentinde öğrenciler eyalet parlamento binasını polisin korumasına rağmen işgal etmeye çalıştılar.
İtalyan öğrencileri ve akademisyenleri bu yeni sistem ile üretkenliklerinin ölçülecek olmasına karşılar. Şeffaflık adı altında zaten yetersiz olan eğitim ve araştırma harcamalarının daha da kısılacağından kaygılılar. Üniversite işgalleri ve olayları Roma’dan kuzeye doğru yayılıyor. Ülke protestolarında yaygın olarak internet sitesi kullanılıyor. “İnternet protestoları” deniliyor. Öğrenciler finans bakanlığının sitesine girerek bloke ettiler. “Eğer siz bizim geleceğimizi karartırsanız bizde sizin sitenizi karartırız” diye yazdılar. Burada otonom, anormal denilen bir protesto dalgası örgütlendiği haberleri geliyor.
İngiliz gençleri, daha çok Irak savaşı sırasında kurulan anti-savaş örgütlenmesinin bir devamı olarak örgütlülüklerini sürdürüyor. Bunda da haklılar. Savaşa milyarlar dökülürken eğitim harcamalarının azaltılmasını kabul etmek mümkün değil. İsyan ediyorlar. İsrail’in Gaza bombalaması sırasında 16 tane üniversite işgal edildi. Şimdi Şubat ayı içinde bu protestolar üniversite harçlarının yükseltilmesine karşı protestolara dönüştü. Çeşitli oturma eylemleri yaşanıyor.
Fransa halkı ve gençliği en çok eylem yapan Avrupa ülkesidir. Ünlü Sorbonne Üniversitesi aylardır işgalde. 200 öğrenci polis ile çatıştı. 5 Mart günü 20 bin üniversite ve lise öğrencisi Paris’te yürüdüler. Eğitim reformuna karşı Lyon, Toulus ve Strasbourg gibi büyük 20’nin üzerindeki kentte 23.000 öğrenci gene sokaklarda protesto düzenlediler.
İşgaldeki öğrenciler Fransanın sömürge adası Guadeloupe’daki grevcilere destek çağrısı yaparak eylemlerinin siyasi boyutunu gözler önüne serdiler. Öğrenciler “Halka sesleniyoruz, iktidar alanlarını işgal edin. Temel malların dolaştığı yolları dolaşıma kapatın!” diye sloganlar attılar. Sarkozy, öğrenci olaylarının ayni 1968 olaylarında De Gaulle’ü iktidardan alması gibi kendi iktidarını da sallayabileceği korkusu ile üniversite reformunu geri çekti. Muhalefette üniversitelerin aşırı solcular tarafından işgal edildiğini savunarak Sarkozy’i aşırı sola taviz vermekle suçladı ve tavizin yeni protestoları arkasından getireceği tahminini yaptı.
Genel olarak sesini duymadığımız Finlandiya’da gençler 13 Mart gününü ulusal protesto günü ilan ettiler. Helsinki ve bir kaç üniversite işgal edildi, gösteriler, tartışmalar yapıldı. “Bilgi işçileri yeni üniversite yasasına karşıdır!” diye hükümete bir mesaj gönderildi.
Avrupa dışında Amerika Birleşik Devletlerinde de öğrenci olayları yaşanıyor. Geçtiğimiz Ocak ayı içinde devletin bütçeden kesintilerine karşı New York Üniversitesi işgal edildi ve 48 saat öğrenciler polise karşı direndiler. İşgali diğer öğrencilerde dışarıdan desteklediler. “Bizlere yatırım krizin çözümüdür! Eğitime yapılan her 1 dolarlık yatırım 3 dolar kazandırır!” sloganını bayraklaştırdılar. New York Üniversitesi’ne California fakültesinden destek geldi.
Sonuçta krizin gençleri tekrar sahneye çıkaracağı tahminleri yapılıyor. Bunun altında yeni liberal politikalar gereği eğitim bütçelerinin kısılması, üniversite ve diğer eğitim kurumlarının özelleştirilmesi yatmaktadır. Finans ve ekonomi de olduğu gibi diğer alanlarda da yeni liberal politikalar son buluyor. Bulması işte böyle, gençleri sokaklara döküyor. Yaşanan kriz ile protesto boyutunun, gençleri düzeni sorgular eylemlere itmesi kaçınılmaz oluyor. Gençlik bir kez daha politika sahnesine çıkıyor.
İşçiler Militanlaşıyor
Artan işsizlik, işten çıkartmalara ek olarak banka ve şirket yöneticilerinin aldığı yüksek maaş yada ikramiyeler, devletin bu tür pislikleri örtme ve korumasına hizmet eden kurtarma paketleri halklarda öfkeyi yükseltiyor. Genel gösteriler dışında fabrikalarda ve çeşitli işletmelerde çeşitli protesto biçimleri başlıyor. Öğrenci olaylarında yaşandığı gibi işçiler militanlaşmaya zorlanıyor.
2000’li yılların başında Latin Amerika’da yaşanan ekonomik krizler sonucu fabrikalar birer birer kapanmaya başlayınca işçiler buraları işgale başlamıştı. Şimdi sanki Avrupa böyle bir işgal fırtınasına doğru sürükleniyor.
Bunun habercisi olacağını düşündüğümüz ilk eylem ABD’de Chicago eyaletinde yaşanmıştı. Devletin kurtardığı bankanın fabrikalarına kredi vermemesi sonucu işyerlerinin kapanması durumu işçileri işgale zorlamıştı. Oto cam fabrikasındaki bu işgal tüm ülkede yankı ve destek buldu. Sonuçta banka kredi vermek zorunda bırakıldı. İşgal eylemi başarı ile sonuçlandı.
İrlanda’da işçiler bir kristal fabrikasını işgal ettiler ve kendi başlarına üretime devam edeceklerini açıkladılar. Fransa’da ise başka türlü işçi eylemleri moda olmaya başlıyor; geçtiğimiz yıl içinde iki fabrikada işveren rehin alındı. Bir tanesi güney Fransa’da araba parçası üreten bir fabrikaydı. İşten atılmaları protesto için yöneticiyi 48 saat rehin aldılar ve istedikleri tavizi elde ettikten sonra serbest bıraktılar. Arkasından bir dondurma fabrikası işçileri işten çıkartmaları durdurmak için gene fabrika sahibini rehin aldı ama bu kez polis bunları dağıttı. Başarısız bir eylem oldu.
Bu yılın Mart ayı başında iki eylem ardı arkasına gelişti. İlki Continental Lastik Fabrikası’nda yaşandı. İşten çıkartmaları protesto eden işçiler fabrika yöneticilerine yumurtalar atmaya başladılar. Yöneticiler binanın ön girişini kullanamaz oldular. İşlerine arkadaki nehirden teknelerle gelmeye başladılar.
Hemen arkasından Sony Fabrikası’nın videoteypleri yapan şirketinde olaylar yaşandı. Gene fabrikadan işçi çıkarılacağına öfkelenen işçiler fabrika yöneticisini 48 saat rehin aldılar. Sonuçta da işten çıkartmalarla ilgili yeni görüşmeler başladı. Bu yazıyı kaleme aldığımız günlerde bir ilaç fabrikası olan 3M, işçi çıkartacağını açıklayınca yönetici gene rehin alındı. Bu süreç içinde işçiler dönerli nöbet tutarken içeride işçi liderleri ile çetin pazarlıklar yaşanmaya başlandı. İşçiler ellerinde başka kozları yada başka yapacak şeyleri olmamakla kendilerini savundular. 48 saat sonra eylem bittiğinde hiç bir saldırı yaşamamış olan patron dışarı çıktı ve kendisini bekleyen gazetecilere şöyle dedi. “İşçilerin şikâyetleri benden daha çok haklı gerekçelere dayanıyor. Buraya gelirken böyle bir risk olduğunun farkındaydım.” (aljazeera.net. 26 Mart 2009)
Belki de tüm işverenlere örnek olabilecek açıklamalardı. 48 saat boyunca işveren işçilerin sorunlarını daha yakından izlemiş ve onların gerekçelerini kendisininkinden daha haklı bulmuştu. İşten atılmalar yerine başka çareler aranıyor olmalıdır. AB içinde işten çıkartma ve işyeri kapatmalarının yakın gelecekte başka boyutlar kazanacağının işareti olarak alınabilir.
Daha bu olay sonuçlanmadan İngiltere’de başkası yaşandı. Kurtarılan bankalardan biri olan Royal Bank of Scotland’ın eski yöneticisi Fred Goodwill’in malikânesine ve lüks arabasına saldırıldı, camları kırıldı. Saldırganlar Goodwill’in yılda bir milyon sterlin emeklilik maaşı almasına karşı öfkeliydiler. Kendileri açlıktan ölürken, bazılarının çalıştığı bankaların kendi paraları ile kurtarılmasına öfke duyuyorlardı. Haklıydılar. Bazı sol guruplar Goodwill’in kellesini giyotin önünde göreceğiz diye bağırırken kimileri de bunun kişiler sorunu değil bir sistem sorunu olduğunu dile getirdi.
Ne olursa olsun işverenler korkulu günler yaşıyorlar. Gazetelere her gün “kriminal banka patronlarını” tehdit eden binlerce mail geliyormuş. Banka ve işyerlerinin gözler önündeki binaları özel korumaya alınmış durumda. Açıklandığına göre bankalar birbirleri ile koordinasyonlu davranıyorlar. Halk öfkesinin yükselmesine karşı kendilerini hazırlamaya çalışıyorlar. Finans sisteminin karalandığı bir çağa girildiğini söylüyor ve döneme uygun koruyucu önlemler alıyorlar. Banka ve büyük işyerleri personellerine genel olarak çok şık giyinmeme ve de gereksiz randevular vermeme uyarısı yapıyor. Herhangi bir durumda haber vermek için acil telefon hatları kurulmuş durumda.
İşte Londra’da önümüzdeki günlerde toplanacak olan G20 zirvesine AB bu havada giriyor. Davos Zirvesi’ne alternatif Brezilya’da eş zamanlı yapılan Sosyal Forum’dan bu zirvede dünya çapında eylem ve protesto yapma kararı alındı. Her gün artan işçi çıkarmaları ve artık büyük depresyondan beri en yüksek seviyelere varan işsizlik oranları bu tür eylemlere desteği arttıracak. Daha 4,5 milyon insanın işini kaybedeceği söyleniyor. Herkeste bir korku ve yarınlarına güvensizlik hâkim. O nedenle G–20 zirvesinde toplanacak dünya liderlerine halkın sesini yeterince güçlü duyurmaya çalışacak eylemler bekleniyor.