Bugün mezarının başındaydık. 15 yıl olmuş, daha 28 yaşındaymışsın seni kaybettiğimizde, benden de hepi topu 2 yaş küçükmüşsün. Oysa ben seni hep daha küçük zannederdim. Biz yaş alırken sen hep 28’inde kaldığın içindir belki.
90’lı yıllarda örgütlendik, devrimci olmanın ağır bir sorgulama gerektirdiği yıllardı. “Erken ölecektik biz”, bunu göze alanlar katılırdı mücadeleye; yargısız infazların, gözaltında kayıpların yoğun yaşandığı yıllardı.
Seni 95 ya da 96’da tanıdım. Şehir dışından gelen özellikle genç öğrenci yoldaşların yurdu gibiydi bizim ev. Tüm genç yoldaşları tanıma fırsatım oluyordu bu sayede. Haftanın 3-4 günü dolu olurdu tüm odalar. Sen o zamanlar Hacettepe Üniversitesi Fizik Mühendisliği’nde okuyordun. Senin hep cin gibi bakışlarını hatırlıyorum, bir de bitmek bilmez sorgulamalar, sorular… Hiçbir şeyi ön kabullerle düşünmezdin, hep sorgulardın. Evin kullanımında o dönemki diğer erkek yoldaşlara göre belirgin bir farkın vardı. Yeniden üretim sürecini sırtlandığın gibi pratik organizasyon önerilerinle işi de hızlandırırdın.
Ailenin maddi sıkıntılar yaşaması nedeniyle okulu bırakıp İstanbul’a geldin çalışmaya. Bizim de mahalle çalışmalarımızda yer aldın. Okmeydanı’ndan hatırlıyorum seni. Seni herkes çok severdi, genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk seni herkes bağrına basmıştı. Çünkü sen onları koşulsuz hesapsız seviyordun, gönüllerine yerleşmiştin. Bir gün bir bebek kucağında, bir gün sokakta paçaları sıvamış yün yıkarken görürdük seni. 96 ölüm oruçları sürecinde de defalarca gözaltına alınmıştın.
Gelelim senin en unutulmaz eylemine; 98 Ümraniye Özgürlük eylemi. Yoldaşlarını ziyarete gittiğin cezaevinde firar eylemi organize edilmiş, 5 tutsak yerine 5 görüşçü içeri girecek ve oradan özgürlüklerine kavuşacaktır. Ancak planlanan görüşçülerden biri gelmez. İşi organize edenler bu işi gizli tutmuştur. Bu durumda mecburen bizim içerideki yoldaşlardan yardım isterler. Onlar da sana sorar, sen hiç düşünmeden karşı tarafa geçersin. Böylece eylem başarılı olur. 5 müebbetlik devrimci özgürlüğüne kavuşur. Egemenleri deliye çevirir bu eylem. Aslında senin hesapsız görev alma bilincine daha önce de tanık olmuştuk. Beşiktaş’ta bir şenlikte müzik grubunun solisti gelmemişti de sen çıkmıştın sahneye apar topar, senin de sesin güzeldi hani…
Dışarı çıktıktan sonra babanı dolandıran mafyadan hesap sormaya gidersin, belde silah, yoldaşlarından habersiz. Kendi derdinle uğraştırmak istemezsin çünkü kimseyi. Keşke söyleseydin yoldaş bizlere, daha kolay halledilirdi. Bu sefer de içeri girersin ama bu süreç hastalığının su yüzüne çıkmaya başlamasına neden olur. Ümraniye eyleminin intikamını almaya çalışanlar senin yanına yerleştirdikleri düşkün insanlarla aklının sana oynadığı oyunları, hastalığını derinleştirirler. Çıktığında artık eskisi gibi değildin yoldaş. İyi olduğun zamanlar hep yanımızdaydın ama… Hastalığının atak yaptığı zamanlar yanına gider kendine zarar vermeni engellemeye çalışırdık. Sen hiçbirimizi tanımazdın ama o durumda bile “Kıvılcım hakkında tek bir bilgi alamazsınız benden” diyerek iradeni ortaya koyardın.
Hiç unutmam seni hastaneye yatırmıştık, oradaki doktorları bile kandırmış çıkmıştın. Seni yatırdığımızda çok kötü görünüyordun; bakışların, duruşun, sen değildin. Ama hastaneden çıkıp da kuruma geldiğin günü hiç unutmam. O muzip çocuk gülüşünle eski sen geri gelmişti “Hoca neler yapmışım sana, çok uğraştırmışım” demiştin. Sarılmıştık eskisi gibi. Ama iyileşemedin yoldaş, hastalığın ölümcüldü…
Haberini alıp hastaneye geldiğimde yine gülerek karşıladın beni. Başın dışında her yerin kırıktı. Ama hiç inlemedin, hazırdın gitmeye, son görevlerini yerine getiriyordun. Saatlerce konuştuk. Hep gülerek anlattın. Üniversitede şenlik yapmak için gerekli ses düzenini rektörü cici çocuklar olduğunuza inandırarak nasıl aldığınızı anlattın. Rektör gelmiş de sizin slogan attığınızı görünce nasıl da bozulmuş. Bunu anlatırken hastane odasında slogan atmıştın “Yaşasın Halkların Kardeşliği!” diye bağırarak, son sloganını attığını biliyordun sanki. Kavuşamadığın aşkını da anlatmıştın yoldaş biraz hüzünlü. Sonra genç bir yoldaşını bırakıp başında gece nöbeti için ayrıldık yanından biraz da dinlen diye. Sen durur musun? Sabaha kadar yoldaşa eğitim vermişsin. Son görevini yaptığını bilir gibi.
Seni vasiyetin üzerine ailen Şafi olmasına rağmen cemevinden kaldırdık. Ailenin hiç itirazı olmadı çünkü sen zaten tüm aileni örgütlemiştin.
Cemevinde gördüm seni son kez. Gülümseyen yüzün hiç gitmez gözümün önünden, son muhasebesinden de onurla çıkmış bir devrimcinin güzel yüzü.
Daha 2 hafta olmadı rüyamda gördüm seni. Ben pek rüyamda görmem kaybettiğim sevdiklerimi. Ama seni gördüm. KHK ile kapatılan Okmeydanı Dayanışmaevi’ndeyim. Sen giriyorsun içeri yine cin bakışın çocuksu gülüşünle. Ben seni çocukları öptüğüm gibi kafandan öpüyorum, “Nerdeydin Enver?” diyorum. Elini tekini kaldırıp “Geldim hoca!” diyorsun.
Özledik seni Enver! Bu dönemde en çok ihtiyaç duyduğumuz hesapsız öne atılma, sorgusuz görev üstlenme özelliklerini özledik! Devrimciliği aşkla inanarak, aynı zamanda ideolojik olarak kuşanarak yapan devrimcileri özledik!
“Kızıl bir gün belki çok ağır gelir
Kızıl bir gün
Aslında hepimize iyi gelir
Özellikle de çocuklara
Ve güçlükle yarını çıkaran
Yaşlılara
Ve geri kalanımıza
Ve aç kalanımıza
Bedenini satanımıza
Ancak kızıl
Hatta kıpkızıl bir gün
İyi gelir.
Hoş gelir, sefa gelir.
Yücelerin yücesi
Kör gözlere kör hecesi
Bitmez acıların gecesi
Bitiyor sabahın kızılında.”
(Enver’in ölümünden sonra bulduğumuz şiirlerini “Pırıltı” adında bir şiir kitabında topladık. Bu şiir de onun şiiri.)