Geçtiğimiz hafta yaşadığımız olaylar, Erdoğan’ın Suriye Savaşı’ndaki yenilgiye mahkum ısrarının ve Kürt halkını özgürlükten mahrum bırakmak için sergilediği tarihin akışına ters inadın yarattığı kıyametin tezahürleri olarak da okunabilir.
Rusya’nın Suriye Savaşı’na aktif müdahalesiyle etki alanının giderek daralmasına karşı bir hamle olarak Türkiye, 24 Kasım’da bir Rus uçağını düşürdü. Olayın ciddiyeti “1950 sonrasında ilk kez bir Rus uçağının bir NATO üyesi ülke tarafından düşürülmesi olayı” olgusundan yeterince anlaşılır hale geliyor. Peki, Erdoğan bu hamleyi neden yaptı? Erdoğan’ın yeni partneri Perinçek bu hamleyi “ABD’nin kışkırtması, Türkiye ile Rusya’nın arasını açmaya dönük bir hamle olarak” izah ediyor. Oysa Türkiye ile Rusya’nın arası zaten yeterince açıktı. Antalya Zirvesi’nde Putin’in görselli sunumu Erdoğan’da tam bir soğuk duş etkisi yapmıştı. Türkiye’nin aleyhine olarak yakınlaşan güçler ise Batı ve Rusya idi. Bu yakınlaşma Türkiye’nin Suriye ve Esad ile heveslerinin tam anlamıyla yok olmasına hizmet etmekteydi. Rusya’nın en az Erdoğan kadar megaloman despotu Putin de bu hamleye askeri bir karşılık verecek, böylece de NATO ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesi sağlanacaktı. Fakat Putin Türkiye’ye doğrudan bir askeri karşılık vermedi, günler geçtikçe de Batı’dan Erdoğan’a istediği yönde bir “güçlü” destek gelmedi. “…Çarşamba günü Pentagon’da görüştüğüm üst düzey yetkili, Türkiye’nin Rusya’ya cevabını orantısız ve çok ağır bulduklarını söyledi. Türkiye’nin hava sahasını korumaları için 6 Kasım’da İncirlik Üssü’ne konuşlandırılan 6 adet Amerikan F-15 savaş jetinin halen eğitim uçuşları yaptığını, uçakların şimdiye kadar hiç devriye görevine çıkmadıklarını ve bundan sonra da çıkmayabileceklerini söyledi” ( Tolga Tanış, Hürriyet, 29 Kasım2015) Erdoğan şimdi dalga dalga gelen Rus diplomatik, ekonomik ve askeri hamlelerine ardı ardına görüşme talepleri ile yanıt veriyor. AB’nin mültecileri Avrupa’ya göndermeme karşısında açacağı pazarlık kapısının heyecanıyla avunmak zorunda şimdilik. 3 milyar Euro’yu koparmak için yüzlerce bebek, çocuk, kadın, erkek Suriyeli’yi Ege’nin sularına gömen örgütlü kötülük tarihte unutulmazlar arasında yerini şimdiden aldı.
Rusya’nın en önemli hamlesinin de Türkiye’nin IŞİD başta olmak üzere cihatçı gruplara verdiği desteği daha güçlü bir biçimde uluslararası kamuoyuna taşımak olacağı anlaşılınca bu konuda içeride sesleri kısmak için daha önce MİT tırları haberini gündeme getiren Can Dündar’a ve Erdem Gül’e gözdağı vermek anlamlı olacaktı. Böylece Türkiye’nin en önemli gazetecilerinden ikisi, hükümetin yıllarca birlikte çalıştığı, “ne istediler de vermedik” diye sonradan eleştirdikleri bir “terör örgütü”ne yardımdan tutuklandı. “Uydurma haber” yakıştırması ile “devlet sırlarının ifşası” suçlamasının aynı dosyaya yazılmasına artık değinmeye bile gerek yok bu absürtlük içerisinde.
Rusya’nın Türkiye’ye bir karşı hamlesi de YPG ile çok daha organize bir biçimde sahada hareket etmesi olacak. Türkiye ısrarla engellemeye çalıştığı Moskova’da PYD bürosu Demokratik Özerklik Derneği olarak açılıyor. Rusya cihatçı gruplarla Türkiye’nin bağını kesemezse Suriye’nin kendisi için yeni bir Afganistan vakasına dönüşebileceğini görüyor. Bu bağı kesmek için de Cerablus’un Suriye Demokratik Güçleri tarafından ele geçirilmesini kolaylaştıracaktır.
Türkiye’nin ise Kürt Özgürlük Hareketi’nin uluslararası ölçekte artan meşruiyetinin içeriye yansımasını engelleme telaşı; son dönemde “PKK terör örgütü değildir” dediği için medya lincine maruz bırakılan bir Kürt aydının, Tahir Elçi’nin suikasta uğramasını mümkün kılan konjonktürü yarattı. Kürt Halkı onurlu bir yaşam uğruna bir yiğit evladını daha toprağa verdi.
Demirtaş’ın Tahir Elçi’nin cenazesinde yaptığı konuşma ise özellikle “devletsizlik” vurgusu ile öne çıktı. Şurası çok açık ki 7 Haziran sonrasında yaşananlar Türkiyelileşme stratejisini giderek zayıflatıyor. Erdoğan ekseninde 7 Haziran sonrasında inşa edilen anti-HDP iktidar bloğu Türkiyelileşme stratejisinin Batı’daki nefes alma olanaklarını daralttıkça Kürt halkının da bu açılıma dair umutları azalıyor. Halklarımız arasındaki tarihsel yakınlaşma yerini giderek birbirinden ruhsal kopuşa bırakıyor. Batı’daki demokrasi güçleri Türkiyelileşme stratejisini karşılayabilecek bir güç ortaya koyamadıkları müddetçe bu kopuş hızlanacaktır. Demokrasi blokunun bu zayıflaması ise Türkiye siyasi tarihi ve tabii ki hayatlarımız açısından çok karanlık sonuçlar yaratıyor, yaratmaya da devam edebilir.
Batı’nın bu izleyici ruh halini açıklayan önemli bir motifi de vurgulamak gerekiyor. Haber şu: “Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Kasım ayı Ekonomik Güven Endeksi verilerini açıkladı. Buna göre Ekonomik Güven Endeksi 11. ayda bir önceki aya göre %26,7 oranında artarak 82,87 değerinden 104,99 değerine yükseldi. Böylece endeks 2013 Aralık ayından bu yana en yüksek seviyesine çıkmış oldu” Batı, çeşitli sınıfsal katmanlarıyla ama bir bütün olarak borçlarını ödemeyi sürdürebilme karşılığında faşizmle birlikte yaşamayı kabullenir bir ruh hali içerisine giriyor. Örgütsüzlük bu ruh halinin hem sebebi hem de sonucu olarak okunabilir.
1 Kasım sonrası yeni dönem mücadelenin de yeni bir dönemi anlamına gelmeli. Öncüler, kitlelerdeki geri çekilme ruh halini ataletin mazereti yapmadan kitlelerin özgüvenini tazeleyecek, umutlarını yükseltecek, etrafında kenetleneceği mevziler yaratacak taktik hamlelere yoğunlaşmak durumunda. Durumun boyutlarını gerçekçi bir gözle tespit edemeden yeniden ayağa kalkışın yol haritasını çıkarabilmek de mümkün olmayacaktır.
Direnenlerin yarattığı değerlere tutunarak ayağa kalkacağız.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]