Türk Devleti’nin temel karakteristiğinin Özel Harpçilik olduğu açıktır. Bütün devletler esas olarak son kertede birer iç savaş aygıtıdır fakat Türkiye Devleti’nin bu yanı çok daha belirgindir.
Türkiye’nin kuruluşu esas olarak Türklüğün esas unsur olarak inşasına dayanır. Bu inşa sürecinde 1915’te Ermeniler fiziksel olarak yok edilmiştir. Devleti kuran kadrolar kendilerini bu katliamdan ayrıştırmaya çalışsalar da kurucu eylem Ermeni soykırımıdır. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’daki yaygın Rum nüfustan da “kurtulunur”. Kurtuluş Savaşı biter bitmez ademi merkeziyetçi ’21 anayasası rafa kaldırılır. Kürtlere verilen muhtariyet sözü yutulur. Kürt isyanları tedip ve tenkil operasyonları ile ezilir.
45’ten sonra Soğuk Savaş konseptine tam anlamıyla angaje olan devletin Özel Harpçi geleneği daha da pekişir. Artık içeride yapılacak katliamların uluslararası güvencesi de hazır olacaktır. “Hür Dünya”nın bir parçası olarak Türkiye Devleti, tekçi ve anti-komünist çerçevesine sığmayan her şeyi budayabilecekti. 6- 7 Eylül 1955 olayları tam da bu momentte gerçekleşti. Gözü doymayan yağma kültürü İstanbul’da kalan son Rum ve Ermenilerin de malına mülküne el koymak için tezgah kurarlar. Onlarca insan öldürülür. Suçlu olarak ise tabii ki komünistler gösterilir. Sonradan Özel Harp Dairesi’nin kurucularından Sabri Yirmibeşoğlu “6-7 Eylül Özel Harp’in işidir” diye yumurtlar. Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atan MİT’çi sonra vali yapılır.
Solun yükselişi ve işçi sınıfı hareketi de Özel Harp teknikleriyle ezilmeye çalışılır. Bugün bir siyasi hareket olarak yutturulmaya çalışılan MHP, Özel Harp’in maşası komandoların NATO’cu kamplarda yetiştirilmesinin ürünüdür. Özel Harp’in tüm hassasiyetleri bu kanaldan popülarize edilmeye çalışılır. Kıvılcımlı’nın 12 Mart sonrası yazdığı Günlük Notlar’daki öfkesi biraz da bu kanalın açılmasına engel olunamamasınadır.
1980 darbesiyle Özel Harp toplumun ruhu haline getirilmeye çalışılır. Yargısız infazları alkışlayan kitleler bu sürecin, “Milli Tarih-Milli Coğrafya-Milli Güvenlik” derslerinde öğrenilenlerin ürünüdür. Toplum, Susurluk’tan itibaren duvara toslayan Özel Harp teşkilatının ortalığa saçılan pis kokulu dosyalarına haşır neşir hale geldi. Devlet içindeki ekiplerin hiç bitmeyen birbirlerini tasfiyeleri bir tür bağırsak boşalması sağlamakla birlikte gerçek bir hesaplaşma oluşmadığı için Özel Harp aygıtı ortadan kaldırılamadı. Bugün sözüm ona askeri vesayetle hesaplaşılmasının bilmem kaçıncı seneyi devriyesinde kendi şehirlerinin, mahallelerinin çatılarına keskin nişancılar yerleştiren Özel Harp yeniden piyasadadır. Bozkurt işareti yapan Özel Harekatçılar Erdoğan’ı ebedi Başbuğ kılmak adına Kürt gençlere saldırmakla meşguldür.
Özel Harbin yarattığı en büyük tahribat toplumun özgücünün zayıflamasıdır. Toplumun özgücü ezilenlerinin örgütlülük seviyesine bağlıdır. Türk Devleti bu örgütlülük seviyesini etkisiz alanda bırakmak için saldırmaktadır. Kürt Halkı bu saldırıya muazzam bir örgütlülük ile karşılık veriyor. Devletin kendisini hiçe saymasına karşı el yükselterek özyönetimini ilan ediyor. Aynen 80’de Fatsa’da, 2013’te Gezi’de olduğu gibi halk egemenliğin gerçek sahibi olarak temsiliyet ilişkisini “buzdolabına alarak” kendi kaderine kendisi el koymaya çalışıyor. Bunun yürütülüş biçimi, ne seviyede uygulanabildiği şusu busu tartışılabilir ileride ancak halkın kendi yereliyle ilgili meselelerde kendisinin karar almak istemesinin neresi bu kadar korkunçtur? Özel Harp devletinin katlanamadığı toplumun kendi hayatı ile ilgili inisiyatif almasıdır. Oysa gerçek demokrasinin tanımı tam da budur. Sandıktan çıkan iradenin bile tanınmadığı, yok sayıldığı koşullarda halkın kendi yaşamına doğrudan sahip çıkmasından daha doğal ne olabilir?
Demokrasi bir toplumun ezilenlerinin egemenleri ve devleti dengeleyebilecek bir örgütlenme yaratmasını ile mümkündür. Bunun dışında hiçbir güvencesi yoktur. Fiilen diktatörlüğünü ilan eden bir zorba karşısında ezilenlerin sınırlama ve iradesini dayatma gücü dışında bir demokrasi güvencesi mevcut değildir. Kürt Halkı kanı ve canı pahasına bu dengeleme rolünü oynamaya çalışıyor. Batı’nın bu konuda yeterince destek yaratamaması ise açıkçası örgütsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Toplumda diktatörü durduracak ve Kürt Halkı’na kardeşlik elini uzatacak, faşizmi izole edecek ruh hali ve bilinç mevcut ancak bunu maddileştirmekle görevli örgütçüler ilerleme sağlayamıyor.
“Hareketten ve mücadeleden; reddin, nefretin ve şeylerin mevcut durumunun olumsuzlanmasının örgütlenmesinden hareketle devrimci süreci ve gelişimin maddi yasalarını yakalayabilme yetisinden başka bir Marksçı ortodoksi tahayyül edemeyiz. İtaatsizlik istemini, bu itaatsizliğin politik bileşimi içinde belirginleştirmediğimiz ve konumlandırmadığımız sürece, hiçbir tematik süreklilik mümkün değildir. Proleter öznenin özgül belirlenimi buradan doğar. Sadece bu özneden hareketle, herhangi bir teorik öneri değer kazanmaya başlayabilir, yani bu öneri pratik bir öneriye tercüme edilebildiği, özgül sınıf mücadelelerinin içinde oyuna sürüldüğü, galip ya da mağlup geldiği ölçüde.” (Strateji Fabrikası Lenin Üzerine 33 Ders, Antonio Negri, Otonom, s.74)
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]