Neoliberalizmin Yarattığı Sosyal Yıkım Kapitalizmin Kalbine Doğru İlerliyor
Mehmet YILMAZER
25 Ekim 2010
Avrupa’da neoliberalizmin neden olduğu krizin etkileri yamaçlardan tepeye doğru tırmanıyor. İzlanda, Yunanistan, Portekiz ve İspanya’dan sonra “tasarruf tedbirleri” alma sırası Fransa ve İngiltere’ye geldi. Bu arada AB’nin merkezi Belçika’nın da iflasın içinde olduğunu hatırlatalım. Fransa ayakta, belki yakında İngilizler de sokağa çıkacaklar.
İngiltere’deki tepkilerin henüz çok düşük olmasından dolayı Avrupa’da ilginç bir tartışma yapılıyor. “Fransa sokağa taştı, neden İngilizler sessiz?” sorusuna cevap aranıyor. Genellikle tarihi arka plan dikkate alınarak cevap veriliyor. Fransızların daha “eylemci” oldukları biliniyor. Fakat sorunun cevabı sadece bu tarihi arka planda yatmıyor. Avrupa’da neoliberalizmin ilk uygulayıcısı Thatcher’ın, bu işe girişirken İngiliz sendikalarına nasıl saldırdığı ve bu alanda büyük bir arazi temizliği yaptığı unutulmasın. Sorunun cevabı ne olursa olsun, günümüzde Avrupa’da böyle bir sorunun sorulması bile tek başına önemlidir. Toprağın altında yıllardır yaşanan birikimin habercisidir.
Neoliberalizmin kaptanı Amerika, Avrupa’da alınan bu “tasarruf tedbirleri”ne sürekli karşı çıkmaktadır. Hatta Amerikan Merkez Bankasının yaptığı son açıklamalar yeniden piyasaya para sürme doğrultusundadır. Washington, İran ve buna benzer konulardan hareketle yeni gerilimler yaratarak, dünyada silah harcamalarını yükseltmek için uğraşıp duruyor. Tasarruf tedbirlerine başvurmadan, Amerika’nın krizden çıkması, en güçlü olduğu alanda, yani silah sanayinde üretim ve satışları arttırmakla mümkündür. ABD, 1929 büyük bunalımından böyle çıkmıştı. Fakat günümüz koşulları çok farklıdır. Sonuç olarak, büyük bunalım ABD, Avrupa ve Çin arasındaki gerilimi tırmandırıyor. Eğer krizi eteğinden başka ülkelere dökemez ve sonunda Amerika da “tasarruf tedbirleri” almak zorunda kalırsa, dünya tümüyle farklı bir sürece girer.
Refah devletlerinin neoliberalizmle erime sürecine girdiği bilinen bir gerçektir. Kapitalizm bu yolda önemli bir eşiğe yaklaşıyor. Neoliberalizm önce Latin Amerika’da duvara çaptı, sonra Avrupa’nın etekleri alev aldı. Alevler artık kapitalizmin kalbine doğru yol alıyor ve böylece refah devletleri yıllarında kapitalist merkezlerde oluşan burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki “büyük uzlaşma” çatırdıyor.
Refah devletleri, dünyadaki yüz yıllık sınıflar mücadelesinin bir sonucu olmuştu. Bu süreçte hem dünyada bir sosyalist sistem ortaya çıkmış, hem de Batı’da çok güçlü deneylere ve örgütlenmelere sahip bir işçi sınıf şekillenmişti. Kapitalist sistem yıkımın eşiğinden dönerken işçi sınıfı ile refah devletlerini yaratan bir uzlaşmaya girmek zorunda kalmıştı. Bütün bunlar özellikle son otuz yıldır tarih oldu. İklim değişikliğinden buzulların yavaş yavaş erimesi gibi, sınıfsal ve ekonomik iklim değişikliğinden dolayı otuz yıldır refah devletleri sistemi eriyor. O dönemde kurulmuş, sağlık sigortası, işsizlik sigortası, kamu eğitimi gibi “büyük uzlaşmayı” ayakta tutan bütün yapılar da tırpanlanıyor.
Ancak bu iki tarihsel dönem karşılaştırılınca hemen bir olgu göze batar. Refah devletleri yıllarında kapitalist merkezlerdeki sınıf mücadelesine baktığımızda, bugünkü erime döneminden çok daha güçlü ve yaygın olduğu görülür. Her “küçük” kriz döneminde mücadele yükselmiştir. 1950-80 arasında bugünkü krizle karşılaştırılacak büyüklükle bir kriz yaşanmamıştır. Sadece 1970’li yılların ortasındaki “petrol krizi” “büyük” sayılabilir. Bu kriz sırasında, iş ve ücret kayıplarına karşı Batılı ülkelerde öylesine güçlü direnişler yaşanmıştır ki, kapitalizm ücretleri normal yollardan düşürememiştir. Ücretleri ancak enflasyon canavarına yedirerek kısmen azaltabilmiştir. Ardından yarattığı enflasyon kendi başına büyük dert olmuştur.
Bu tarihsel dönemde, yani sınıfın kazançlarının oldukça yüksek olduğu yıllarda, mücadelenin de bugüne göre yüksek olmasının temel nedeni sınıfın güçlü örgütlenmesi, sosyalizm ufkunun mücadeleye güç katmasıdır. Günümüzde, tam tersine, sınıf her gün yeni bir mevzisini terk etmek zorunda kalmasına rağmen, mücadele bir türlü ivme kazanamıyor. Bunun da nedeni yeterince açıktır, sınıf mücadelesi örgütsel ve çok daha önemlisi ideolojik olarak güç kaybetmiştir. Bu gerçeklik açısından günümüz sınıf mücadelesine baktığımızda, koşulların kötüleşmesiyle doğru orantılı olarak mücadelenin yükseleceğini düşünmek hata olur.
İşçi sınıfı kayıplarından öğrendiği, dağılan ideolojik ufkunu toparladığı ve yeni koşullara göre örgütlenme ve mücadele taktikleri yaratabildiği ölçüde, ancak böyle koşullarda mücadelesine güçlü bir ivme kazandırabilir.
Neoliberalizmin yıkımının kapitalist merkezlere doğru genişlemesi böyle bir tarihsel dönemin kapısını açabilir, yeni bir döneme girişin hazırlık adımları atılabilir. Bu yola çıkabilmek için, işçi sınıfı adeta yeniden örgütlenmek, yeniden bilinçlenmek zorundadır. Son beş altı yıldır, kapitalist merkezlerde bir parlayıp bir sönen mücadele aslında bu yeniden öğrenme sürecinin kendisidir.
Neoliberalizmin yarattığı sosyal yıkımın kapitalizmin merkezlerinde de yaygınlaşması, işçi sınıfına belki de, kaybettiklerinin derinliğini daha iyi kavratacak, yeni kazanımların ise, ancak bu sistemin sınırları dışına çıkılarak elde edilebileceğini bir kez daha öğretecektir. Elbette bu yeniden öğreniş, eski kalıpların dışına çıkılarak, yeni mücadele yolları yaratılarak başarılabilir. İşçi sınıfı ve yoksullar en az kapitalist sınıf kadar “yaratıcı” olabilirse, yaklaşan tarihsel dönemin kapısını açabilir.