Fransa Gösterileri ve Ötesi
Ayşe TANSEVER
24 Ekim 2010
11 günlük yoğun protestolar arasında Sarkozy iktidarı hızlandırılmış bir şekilde emeklilik yasasını geçirdi. Sosyalist ve komünist partilerin “hayır” oyu kullandığı yasa tasarısı, 153 oya karşı 177 oyla kabul edilmiş oldu. Sarkozy, okul tatili öncesinde yasayı geçirip protestoların soğumasını umdu. Ancak sendikalar birliği, yasa geçse bile mücadeleyi sürdürme kararı almıştı. Sadece sokak gösterileri ile sonuca varılmadığını söyleyen sendikalar, 28 Ekim ve 6 Kasım tarihlerinde ulusal grev yapacaklarını açıkladılar. Okulların tatili eğer enerjileri alıp götürmez ise yasanın geçmesi tarafların sürtüşmesini azaltmayacağa benzer.
Kabul edilen yasa, emeklilik yaşını 60’dan 62’ye çıkarıyor. Eğer tam emekli olmak ya da tam emekli maaşı almak isteniyorsa 41,5 yıl prim ödemek ve 65 yerine 67 yaşına gelmek gerekiyor. Sarkozy iktidarı, çalışma ve prim ödeme süresinin artırılmasını emekli sandığının yıllık 30 milyar dolar açık vermesiyle gerekçelendiriyor. Bu açık, devlet kasasından karşılanıyor ve bütçe açığı büyüyor. AB yasalarına göre bir ülkenin bütçe açığı GSMH’nın %3’ünü geçemiyor ve Fransa’nın ki %6’nın üstündedir. Yasa ile Fransız halkı daha uzun süre çalışacak, bütçe açığı böylece dengelenecek. İktidar bunu savunuyor.
Aslında sosyalist sistem çöktüğünden beri AB ve genelde tüm Batı, “sosyal refah devleti” laflarından vazgeçerek sosyal harcamaları bir şekilde kısma yolundaydı. Bütçe açıklarının asıl nedeni emeklilik, sosyal harcamalar değil, 2008 yılının Eylül ayında patlak veren krizdir. Banka kurtarma bedelleri halkların sırtına yüklenecektir. Devlet gelirlerini zenginlerin cebine indirme işlemi gerçekleştirildi, devlet soyuldu, kasaları boşaltıldı, şimdi sıra bunun bedelinin halkların sırtına yüklenmesine geldi.
Ünlü yazar Mark Weisbrot 21 Ekim’de Guardian gazetesinde çıkan yorumunda Fransa örneğinden kalkarak bu tezleri çürütüyor. Yaşam süresinin uzaması bahanesinin yanıltıcı olduğunu, ülke yıllık ekonomik büyümesinin, yani GSMH’daki artışın bunu karşılayabileceğini iddia ediyor: “Emeklilik yasası Fransa’da son olarak 1983 yılında düzenlenmiş. O süreden beri ülke GSMH % 45 artmış. Yaşama süresi artışının emeklilik kasalarına yüklediği bedel bunun küsuratını bile oluşturmuyor. ‘1988 yılında bir emekli için 4,4 kişi çalışıyormuş da, 2010’da bu rakam 3,5’e düşmüş’ gibi laflar aldatmacadır. Ulusal gelirdeki artışın emeklilik parasını haydi haydi ödemesi gerekir” diyor. Bu verileri, genelde tüm ülkeler için varsaymak mümkündür. Her yıl bol bol büyüme yüzdeleri ilan ediliyor. Bu artışların, onu emekleriyle sağlayan halklara dönmesinden doğal ne olabilir? AB içinde yaşama süresi uzadığı gerekçesiyle emeklilik yaşının arttırılması kabul edilemez.
Emeklilik yasasını protesto edenlerin en önünde, ülkenin 12 rafinerisinden 11’inde çalışanlar, taşımacılık sektörü işçileri, eskiden beri direnme geleneği olan kamyon şoförleri ve öğrenciler vardı. Öğrencilerin desteği bu olaylarda gerçekten ilginçtir. Devlet daha önce yaptığı ‘eğitim reformu’ ile eğitim kalitesinin düşmesine ve eğitimin pahalanmasına neden oldu. Avrupa genelinde olduğu gibi Fransa’da da nitelikli işgücü açığı varken devlet okulları ve üniversitelerinden mezun olanlar iş bulamıyorlar. Gençler arasında işsizlik oranı %20’leri geçiyor. Ancak 4 öğrenciden biri çıraklık yeri bulabiliyor, o da çok kısa süreli olarak. Sonuçta, liseli ve üniversiteli gençler yeni emeklilik yasası gereği 41,5 yıl sürekli çalışıp emekli olma ufkunu görmüyorlar. Yeni yasa ile emekli olma yaşı uzayınca iş yeri açılma olanağı azalıyor. O nedenle bu yasaya çok ciddi biçimde karşı duruyorlar.
Fransa’da gösteriler ve grevler sırasında 3 milyon insan sokaklardaydı. Olayların yarattığı direniş havası AB’ye yayılmaya başladı. Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Latviya ve Avusturya’da işçi, memur ve öğrenci olayları yaşandı. İtalya Napoli’de çöp sorunu yine binlerin öfkesini sokaklara taşıdı.
Yoksul halklara saldırı tüm AB’de eş zamanlı yapılmaya çalışılıyor. Sarkozy direnirken diğer ülke liderleri de saldırıya başladılar. İspanya’daki sosyalist iktidar kabine değişikliği yaptı. Kemer sıkma reformlarını geçirebilmek için kabinenin güçlendirildiği açıklandı.
En açık saldırı İngiltere’den geldi. İktidar, bütçe ve borç açığını kapatmak için kamu kesimi harcamalarında 130 milyar dolarlık kesinti yapılacağını açıklandı. İngiliz tarihinde bu kadar büyük bir kesinti yaşanmamış. 500 bin devlet çalışanı bir iki yılda işten çıkarılacaktır. İngiliz sendikaları, atılmaların 1 milyonu bulacağını tahmin ediyor. Sosyal harcamalar kısılacak, emeklilik yaşı 66’ya çıkarılacak. İngiliz işçi sınıfı örgütlenmeleri, Thatcher döneminde neredeyse sıfırlanmıştı. Bu nedenle İngiltere’de grev yapmak çok zordur. Bu kadar büyük bir kesimi etkileyecek kısıntının İngiliz halkını o yılların rövanşını almaya itmesi beklenebilir. Sendikalar böyle bir kararlılık içinde olduklarını açıkladılar. Eğer gerçekleşirse, Irak savaşında yaşanan rekor sokak gösterileri tekrar başlayabilir. Londra ve diğer İngiliz kentleri yakında yangın yerine dönebilir. İngiliz yoksulları, Fransa’da nispeten barışçıl geçen gösterilerin aksine tarih yazabilirler.
Öte yandan AB’nin aşırı sağ partileri güçlerini arttırıyor ve krizin bedelini yabancılardan çıkartmanın çeşitli politikalarını geliştiriyorlar. Krizin getirdiği sorunların çözümünün, “yabancıları ülkelerinden atmakta yattığı” bilincini halklara aşılamaya çalışıyorlar. Yavaş yavaş bu doğrultuda çeşitli komplolar planlanıyor.
İş ve iktidar çevreleri istedikleri kadar “2008 finans krizinden çıkılmakta olduğu” propagandasını yapsınlar, kriz derinleşme işaretlerini veriyor. Banka kurtarmaları ile açıkları büyüyen ulusal bütçe bedelinin, önümüzdeki yıllarda halklara yansıtılacağı biliniyordu. Portekiz, Yunanistan, İtalya, İspanya, İrlanda, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeler krizin etkisi ile battı. Belçika çok sıkışık durumda. Sorun AB merkezlerine yayılmadan edemezdi.
Avrupa Birliği’nde cepheler keskinleşiyor. Fransa’da yasanın geçmesine rağmen sendikalar ve sol partiler direnişi sürdüreceklerini açıklıyorlar, ama bunun ne kadar başarı sağlayacağı şüphelidir. Çünkü sol kendi içinde tutarsızdır. Fransa’da sosyalist ve komünist partiler çok çıkarcı davranıp son ana kadar Sarkozy ile masaya oturup pazarlık etmeyi savundular. Yeni Anti Kapitalist Parti de (NPA) kendisinden bekleneni gösteremedi. Bunlar açıkça şunu anlatıyor. Eğer halklar saldırılara karşı haklarını savunmak, yaşam koşullarının kötüleştirilmesine karşı durmak istiyorlarsa, kendi öz örgütlenmelerini kurup, güçlendirmek zorundadırlar. Avrupa ufuklarında gözüken halkların direnme dalgası, belki de ufukunu yitirmiş AB solunun silindiği, yeni devrimci örgütlenmelerin güçlendiği bir durum yaratacaktır.