Kendisi başlı başına büyük bir soygun ve katliam olan neoliberalizmin meşru bir evladı olarak görebiliriz radikal İslamcılığı….
1970’lerle birlikte başlayan “toplumsal olanı püskürtme” operasyonunun, küresel sermayenin karşı taarruzu olarak neo liberalizmin gerçek politik hedefi, düşen kar oranlarını arttırmak ve toplumsal artı değerin paylaşımında işçi sınıfının payını küçültmekti. Bunu başarabilmek için ise işçi sınıfının politik çıkarlarını savunan sosyalist devrimci hareketin yenilmesi gerekiyordu. Bunun için kapsamlı bir saldırı başlatıldı. Özellikle sosyalizm ile kapitalizm arasında sıcak mücadeleye sahne olan ülkelerde bu plan çok kanlı bir takım yollarla yürütüldü. Allende’nin Başkanlık Sarayı’nda bombalanarak öldürülmesi ile başlayan süreç IŞİD’in Paris’i basmasına kadar olan dönemin açılışını simgeleyen olaylardan biri olarak görünebilir. L.Amerika coğrafyası askeri darbelerle boğulurken Arap coğrafyasında Gramsci’nin “sivil toplumun devrimi engelleyen hendekleri” Siyasal İslam eliyle kurumsallaştırıldı. Bugün Fanon’u, Cezayir’deki FLN’yi, Kaddafi’nin Yeşil Kitab’ını, Lübnan Komünist Partisi’ni, İran’da petrolleri kamulaştırdığı için CIA darbesiyle devrilen Muhammed Musaddık’ı, Halkın Fedaileri’ni pek kimseler hatırlamıyor. Ortadoğu’da sosyalizmin güçlü damarlarının kesilmesinde İslamcıların nasıl bir rol oynadığına çok iyi bakılmalıdır. Humeyni’nin İran Devrimi’ni TUDEH’ten çalmak için Fransa’daki sürgününden apar topar Tahran’a gönderildiğini, Selefiliğin El Kaide’yi doğurmasının ise doğrudan Afganistan’da Sovyet İşgal’ine karşı ABD eliyle kotarıldığını hiç unutmamak gerekiyor. Bizde de 12 Eylül olmasaydı İslamcılık 90’ların ikinci yarısından itibaren politikada sahip olduğu rolü oynamayacaktı. Dolayısıyla dünyayı dehşete düşüren İslamcı cinnetin, sosyalizmin küresel sistemin neo liberal projesiyle yenilmesinin bir laneti olarak yaşandığını görüyoruz. Aynen her türlü faşizmin, kaybedilen bir devrimin ağır faturası olması gibi…
Neden? Çünkü kapitalizm büyük bir yoksulluk ve dışlanmışlık üretmeye devam ediyor. Sosyalizmin yenilmesi, yoksulluğu ve toplumsal dışlanmayı daha da arttırdı. Aslına bakılırsa Marksizm de Batı aydınlanmasının bir tür evladıdır, dolayısıyla siyasal liberalizmle topluma sınıflar penceresinden bakmak dışında bir çok ortaklığı vardır. Yani sosyalizm, Doktor’un deyişiyle eldeki “medeniyet kazanımlarını ortadan kaldırmadan bir orijinal medeniyet inşası” olanağı sunmaktaydı. Sosyalizmin yarattığı boşluğu dolduran faşizm, Siyasal İslamcılık, aşırı sağ gibi akımlar ise açıkçası bir tür “medeniyeti bütünüyle yıkıcı” barbar akını gibi çalışıyorlar, bu akımların bir sosyal devrim yaratma olanağı bulunmuyor, iktidara geldiklerinde ise zaman tüneline girilmiş, geçmişe ışınlanılmış gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bu tablonun Musul’daki “IŞİD mucizesi”ni ballandıra ballandıra anlatan AA muhabiri dışında pek kimseleri mutlu ettiği söylenemez. Küresel kapitalizm sosyalizmi kalıcı olarak yok edemediği gibi şimdi bir de özellikle Avrupa’da ve Ortadoğu’da El Kaide türevi yapılarla başa çıkmak zorunda, hem de bunu ekonomik bir çöküş yaşarken başarmak zorunda. İşleri hiç kolay değil.
Peki sosyalizm neo liberalizme neden yenildi? Çünkü yaşanan sosyalizm deneyimi eşitlik ile özgürlüğü aynı zeminde kurmayı başaramadı. Stalin dönemi temizlikleri, Çekoslovakya, Macaristan müdahaleleri, sistemin olağanüstü katılaşması, sosyalist hareket içinde devletlerin arasındaki çekişmelere denk düşen bölünmeler (Çin, Sovyet, Arnavutluk vs.) sosyalizmin dünya çapındaki hegemonyasını zayıflattı, bir büyük kalkışma olan 68 bir tür bu hayal kırıklığının ifadesi haline dönüştü ve sosyalist sistemin daha da zayıflamasına yol açtı. Sosyalizm iç gerilimlerini aşmasını sağlayacak bir sıçrama gerçekleştiremeyince de neoliberalizm karşısında yenildi. Yenilen sosyalizmin uzantıları ise her zamanki çokbilmişlikleri ile ezilen halkların yarattığı yeni sosyalist deneyimlere burun kıvırıyorlar, “anti-emperyalist” görünümlü ulusal-otoriter devlet adamlarından medet umuyorlar. Fatih Yaşlı, Fransa’da dün gerçekleşen yürüyüşün “başında Esad” olmalıydı buyuruveriyor, öbürü Fransa’nın vuracağı “jakoben” yumruktan medet umuyor.
Sosyalizm, 21. Sosyalizmi olarak küllerinden yeniden doğuyor. Latin Amerika’da doğan halk hareketlerine yaslanarak büyüyen, doğrudan demokrasiyi eşitlik mücadelesinin ayrılmaz bir parçası haline getiren, iktidarı devlet iktidarı olmaktan ziyade halkın öz örgütlerinin doğrudan iktidarı olarak okuyan ve geliştiren yaklaşım hem Rojava’da hem de İspanya ve Yunanistan’da ciddi karşılıklar buluyor. Ayşe Tansever’in bir önceki yazısında verdiği Bosna Hersek örneğinde olduğu gibi haberdar olmadığımız birçok coğrafyada da tarihin çarkı bir yandan önemli bir birikimi gerçekleştirmeye devam ediyor.
Bu analiz AKP’nin Batı’nın sömürgeci mantığını Paris Katliamı’nın gerekçesi haline getiren uyanıklığıyla kökten ayrışmaktadır. AKP’nin kendisi de o sömürgeciliğin doğal sonucudur. Ağababaları ABD’nin desteğine güvenip Suriye batağına saplananlar, ABD bölgeye müdahale etsin diye kırk takla atanlar, Kaddafi adice katledildiğinde petrol karası ve dolar yeşiliyle kendilerinden geçenler, Esad devrilsin diye bölgeyi cihatçı yatağı haline getirenler yağmacılıklarını sınır ötesine taşıma hayallerinin kurbanıdırlar. Irak bombalanırken model ülke rolüne soyunanlar şimdi Ebu Gureyb’e sahte gözyaşları dökmekteler. İslamcılığın Batı eleştirisi tarihin gördüğü en büyük iki yüzlülüktür.
İslamcı faşizmin insanlığın yarattığı tüm değerlerin düşmanı olduğu ortadadır. İslamcı faşizmin bu etkinliği; İslamcılığı, Gezi ve yolsuzluk operasyonları ile canlı cenaze haline dönüşen iktidarının can simidi olarak gören Erdoğan’ın iktidara tutunma gözü karalığı ile birleşince çok büyük bir iç tehdit ile de karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Erdoğan’ın İslamcı faşizmi bir iktidar aparatı olarak görme ısrarı hem iktidar bloku içindeki gerilimleri arttıracak hem de giderek ülkeyi büyük bir iç çatışmanın eşiğine sürükleyecek. Böylesi bir noktada siyaset yapabilir bir durumda kalabilmek için çok iyi bir hazırlık içinde olunması gerektiği açıktır.
- Sosyalizm çizgisi eğer kendisini bu süreçte bir toplumsal seçenek halinde örgütleyemezse Pakistanlaşma ile Mısırlaşma dışında bir seçeneğin kalmayacağı görülüyor.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]