NATO Zirvesi ve Çok Kutuplu Dünya
Mehmet YILMAZER
24 Kasım 2010
Sosyalist Sistemin yıkılışından bu yana en önemli NATO toplantısı Lizbon’da yapıldı. Türkiye açısından bu zirvede en önemli konu “füze kalkanı” olduğu için medyada bütün değerlendirmeler bu açıdan yapıldı. Beklenildiği gibi “Türkiye’nin dediklerinin olduğuna” dair yorumlar öne çıktı. Oysa bu toplantı ışığında şu sorunun cevabı büyük önem taşıyor: 11 Eylül sonrası, Amerika Irak’ı işgale hazırlanırken NATO tam bir dağılma içindeydi; şimdi NATO’nun yeniden bu ölçüde önem kazanmasının nedeni nedir?
Bu sorunun cevabı dünyadaki mevcut güçler dengesi okunmadan verilemez. Berlin Duvarının yıkılışından sonra, hatırlanacağı gibi, AB “Avrupa Güvenlik Sistemi” adı altında kendi ordusunu oluşturma yoluna çıkmıştı. Yugoslav iç savaşı yaşanırken Balkanlarda neoliberalizme karşı tek direnme noktası olan Sırbistan’ın NATO tarafından iki ay boyunca bombalanması sırasında, NATO’nun bir savaşı yönetmede ne ölçüde hantal olduğu, Amerika ve Avrupalı dostları arasında savaş yeteneği açısından nasıl bir uçurumun bulunduğu ortaya çıkmıştı. NATO, Sırbistan’ı dize getirdikten sonra “sırf hava savaşları” ile zafer kazanılabileceğini dünyaya ilan etse de, bu, NATO’nun aczini gizlemek için yapılmış kara propagandadan başka bir anlama sahip değildi. Bu büyük yalan, Afganistan ve Irak’ın işgali sırasında tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı.
Küreselleşmenin coştuğu, büyük güçler tarafından dünyanın yeniden paylaşıldığı son yirmi yıl, Atlantik’in iki yakası açısından da büyük derslerle doludur. AB, büyük bir hevesle Doğu Avrupa’ya yaygınlaşırken, soğuk savaş yıllarındaki Amerika’ya olan bağımlılığından kurtulma çabalarına girişti. Washington ise, “komünizme karşı zaferin” baş aktörü olmasına rağmen, kendini, dostları tarafından ihanete uğrayan bir “süper güç” olarak görüyordu. Bir yandan Avrupa, öte yandan Japonya Amerikan limanından uzaklaşmak için yelken açmaya hazırlanıyorlardı. Bu maceranın sonu biliniyor. Ne “süper güç”ün dünyayı tek başına yönetme sevdası, ne de Avrupa ve Japonya’nın Amerika’ya mesafe koyma gayretleri başarılı oldu. Irak bataklığı ve 2008 büyük bunalımı Atlantik’in iki yakasını da çarptı.
Güçler dengesi açısından ortaya yeni bir tablo çıkıyordu: “Yeni dünya düzeni” Batı’nın amaçladığı hedeften sapıyor, “çok kutuplu bir dünya” şekilleniyordu. NATO’nun Lizbon zirvesinin stratejik hedefi “çok kutuplu dünyayı” yeniden tek kutuplu dünya haline getirmektir. Küreselleşmenin yirmi yılında güçten düşen büyük aktörler, gittikçe çivisi çıkan dünya karşısında bir “büyük uzlaşma”nın yollarını arıyorlar. Bu arayışta en kayda değer gelişme Rusya’nın NATO ile işbirliği çabalarıdır. “Çok kutuplu dünya”nın Çin ile birlikte en ateşli savunucusu olan Moskova, taşıyamayacağı yüklerin altına girmekte olduğunu anlayınca çareyi Batı “kutbuna” tutunmakta bulmuşa benziyor.
NATO zirvesinin en önemli gündem maddesi: “Küresel ticaretin devamlılığı için petrol-doğalgaz gibi enerji hammaddelerinin nakliyatının güvenliğinin sağlanması”dır. “Küresel terörle mücadele”, “füze kalkanı” gibi tüm diğer maddeler bu hedefin süsleridir. Bu işi ABD, “süper güç” olduğunu sandığı zamanlarda tek başına yapmaya soyunmuştu. Bu hedef boyunu aşınca devreye NATO girmeye hazırlanıyor. Fakat NATO, Sırbistan’da ve en son Afganistan’da ne yapabildi ki, dünyanın kutuplarını ortadan kaldırmak gibi çok daha kapsamlı hedefi yerine getirebilsin! NATO zirvesi bu hedef doğrultusunda sadece bir ilk adımdır. Ardından diğer adımların “büyük uzlaşma” ile atılabileceğinin hiçbir garantisi yoktur. Köprülerin altından çok sular aktı. Gidişi geri çevirebilmek imkânsızdır.
NATO, çok kutuplu dünyada, diğer kutuplara yaşam hakkı tanımamak, onların genişleyen manevra alanlarını daraltmak ve giderek yok etmek gibi imkânsız bir göreve soyunuyor. Bu yapılanı “çılgınlık” olarak algılamak hata olur. NATO’nun baş aktörü ABD için “çılgınlık” yapmaktan başka yol kalmamıştır. Tüm dünyayı yeni bir silahlanma dalgasının içine çekmek, onun için tek kurtuluş yoludur. Bu temel gerçek, Lizbon toplantısının alın yazısını belirlemektedir. Lizbon zirvesi NATO’nun Sovyetlerin yıkılışından sonraki en önemli toplantısıdır, ancak tarihe sona doğru gidişin kilometre taşı olarak da geçebilir. Önüne koyduğu, dünyaya yeni bir şekil verme hedefine varamadığı ölçüde çok daha güçlü bir dağılış sürecini tetikleyecektir.
Emperyalizm döneminin değişmez kuralıdır. Savaşlar olmaksızın dünyaya yeni bir şekil verilemez, yeni güçler dengesi kurulamaz ve hiçbir savaş her kafadan bir sesin çıktığı bir komuta kademesiyle kazanılamaz. NATO karargâhı tam da böyle bir cadı kazanıdır. Öyleyse geriye bir tek şık kalıyor, yeni stratejisinde NATO ikide bir Amerika’nın oldubittileriyle yüz yüze gelecektir. Lizbon zirvesi böyle bir sürecin açılış seremonisi olmuştur.
Lizbon zirvesi, güç ve itibar kaybeden Atlantik’in iki yakasının çaresizce “uzlaşma” çabasıdır. Dünyayı paylaşmayı bir de böyle deneyecekler. Bu akortsuz orkestranın ezgilerini önümüzde günlerde sık sık dinleyeceğiz. Dünya yoksullarının öfkesi yükseldikçe, dağılışını da göreceğiz!