Son haftaların sürekli gündemde kalan konusu Türkiye’nin Amerika ve Avrupa ile ilişkilerinin aldığı sıkıntılı durum. Sorun büyüyerek devam ediyor. En son Almanya silah satışlarını askıya aldı; Amerika ise eski Ekonomi Bakanı Çağlayan’a tutuklama kararı çıkarttı. Ankara Suriye iç savaşına büyük bir iştahla katıldığından beri “dış politika sorunları” sürekli büyüdü. Bugün Türkiye adeta kuşatılmış durumdadır. Almanya AB’nin kapılarını Ankara’ya kapatmak için ciddi bir atılıma geçti. Eskiden beri var olan bu tutum günümüzde bir karar aşamasına doğru ilerliyor.
Öte yandan, Amerika’nın zaten Irak işgalinden beri Ankara ile ilişkisi sürekli sorunlu olmuştur. Washington önce işin acısını ordudan çıkartmak için Cemaat’le birlikte ordunun başına bir sürü çuval geçirdi. Ancak olaylar Beyaz Saray’ın istediği gibi akmadı. Epey zamandır da AKP iktidarı ve Saray’la uğraşıyor. Bu çok karanlık hikaye 17-25 Aralık skandalları ve 15 Temmuz darbe girişimi ile içinden çıkılmaz hale geldi. Washington ve Ankara çoktandır birbirleriyle diş gıcırdatmadan konuşamıyorlar.
Kuşatma bölgede de derinleşiyor. Suriye savaşının başlarında Ankara’nın Riyad’la arası çok iyiydi. Gel zaman git zaman bölgede Suudi Arabistan, Körfez, Ürdün ve Mısır’la ilişkiler iyice çatallandı; Ankara’nın elinde ne zaman düşeceği belli olmayan bir Katar ilişkisi kaldı. Kuşatma daraldıkça Ankara için bir tek Astana’ya doğru bir çıkış yolu kaldı. Moskova ile gürültülü gerilimlerden sonra bir buluşma noktasına gelindi. Bu buluşma noktasında iki önemli gelişme vardır: Astana görüşmeleri ve S400 füze anlaşmaları!
Astana süreci Rusya ve İran’la ilişkilere yeni bir boyut kazandırabilir. Eğer gerçekleşirse S400 anlaşması ile Moskova ve Ankara belli askeri-teknik sırları paylaşacaklardır. Bu paylaşımın Erdoğan iktidarı ile sınırlı kalmaması gerekiyor. S400’ler Ankara’da iktidar değiştiğinde NATO’nun eline geçerse, bu Moskova için önemli bir sorun olur. Türkiye etrafındaki kuşatma daraldıkça Moskova ile ilişkilerde seviye değişeceğe benziyor. S400 anlaşması domates ihracatına benzemez. Farklı bir ilişki ağının içine adım atma anlamına geliyor.
Dünyanın bugünkü güç ilişkilerinde böyle iç içelikler mümkün hale geliyor. Soğuk Savaş’ın demir perdesi çoktan yıkıldı. Eylül başında, medyaya fazla yansımayan BRİCS toplantısı gerçekleşti. Güç merkezinin doğuya kaydığı günümüzde BRİCS ülkelerinin ilişkisi ayrıca önem kazanıyor. Artık dünyada İMF ve Dünya Bankası dışında bu ülkelerin oluşturduğu farklı yatırım bankaları var. Sadece bu kadar da değil, yüksek teknikli üretim artık Batı’nın tekelinden çıkıyor. Bu anaforu bol dünyanın Türkiye üzerinde etkisinin olmaması düşünülemez. Fakat Türkiye’nin uğradığı kuşatmanın tek açıklaması dünya güçler dengesindeki kaos ve oluşan hava boşlukları değildir.
Kuşatmaya Ankara adeta kendi tercihleri ve körlüğü ile düşmüştür. İki temel nedene dayanıyor. Birisi, iflas eden Suriye politikasıdır. Diğeri, Dolmabahçe’deki masanın devrilmesiyle iyice karmaşık hale gelen “Kürt sorunu”dur. Ankara’nın dış politika ilişkileri neredeyse iki noktaya kilitlenmiştir. PKK ve Gülen Cemaati’ne karşı Saray’ın bakışıyla yaklaşmayan her ülke Ankara’nın radarına “düşman” olarak giriyor.
Burada Ankara’yı açmaza sokan kuşatmanın mekanizmasına gelinir. Erdoğan iktidarı şu anda iki önemli süreci birbirinin içinde yaşıyor. Bölge politikalarına Ankara lider olma niyetiyle atıldı. Davos’taki “one minute” çıkışıyla arkasına büyük bir rüzgar alan Ankara, Arap isyanları sırasında büyük bir yanılgıya kapıldı; bölgede olanları tümüyle yanlış okudu. Sonuç olarak, dört beş yıl içinde bölge ve özellikle Suriye politikası tümüyle çöktü. “Büyük stratejik” hedef Rojava kantonlarının birleşmesinin engellenmesine gelip daraldı. Şu anda dış politika deprem sonrası enkazı andırıyor.
Diğer süreç, içeride iflas eden politikaların yerini sürekli gerilim ve savaş çığlıklarının almasıdır. Politik ortam her gün “terör örgütlerinin” tehdidi altındadır! “FETÖ”, IŞİD, PKK ve diğer terör tehditleri medyada yirmi dört saat tekrarlanıyor. Bunun toplumda yarattığı ruh halinin en son Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinde hangi noktalara geldiği ortaya bir kez daha döküldü. Devlet, cemaatler arası paylaşım savaşları nedeniyle keyfileşmiş, bozulmuş; toplum nefret ve intikam duygularıyla ve sadakaya muhtaç hale getirilerek çürütülmüştür. Böyle bir ortamda Saray cumhuriyet tarihinde köklü bir rejim değişikliğine soyunmuştur. Egemenlik ilişkilerinin yeniden inşasına girişmiştir.
Sonuç olarak, ülke dışarıdan “dost görünen düşman devletlerle” ve içeriden “terör”le kuşatılmıştır. Üstelik bu kuşatmaya giden yolda, Kürt sorununda masayı devirme ve devleti Cemaat ile paylaşma hatalarını Saray ve AKP iktidarı yapmıştır. İflas eden dış politika ve tıkanan iç politika; böyle bir ortamda rejim değişikliği yolunda son hızla yürüyüş!
Saray büyük ölçüde kendi körlükleriyle oluşan dış politikadaki kuşatmayı, iç politikada şovenizm ve milliyetçiğe dönüştürerek yeni rejimi inşa yolundadır. Bugüne kadar iç politikada işlevi olan bu dönüştürme artık ülkeyi yıkıma götürmenin eşiğine dayanmıştır.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]