Küreselleşmenin Üçüncü Dönemi
Mehmet YILMAZER
13 Mayıs 2011
“Arap baharı” ile dünya yeni bir sürece giriyor. “Arap baharı”nı bölge halkları için soğuk bir kışa çevirmek amacıyla başta ABD ve Avrupa bütün gücüyle didiniyor. Sadece görüntüyle yetinecek olursak sanki olaylar bir yerden düğmeye basılmışçasına gelişiyor ve emperyalizm, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışıyor. “Arap bahar”ında emperyalizmin rolü nedir?” sorusu haklı olarak kafalara en çok takılan sorudur. Olaylar Batı’nın “planladığı” yönde mi, gelişecektir? Yoksa bölge ve dünya farklı sürece mi giriyor? Bu sorulara kesin cevaplar vermek mümkün olmasa da, dünyanın girdiği yeni dönemin bazı temel özellikleri küreselleşmenin kısa tarihinden çıkartılabilir.
Küreselleşme günümüze kadar iki önemli dönemden geçmiştir. İlk dönem, 1990-2001 arasıdır. Sovyetlerin çöküşünden ikiz kulelere yapılan saldırıya kadar geçen dönemdir. İkinci dönem, 2001-2011 ikiz kulelerin çöküşü ve Afganistan işgaliyle başlayan “Arap isyanları” ile kapanan dönemdir. Bu iki dönemin kendine özgü farklı özellikleri vardır.
İlk dönemin en çarpıcı olayları, 1991’de Saddam’ın Kuveyt’i işgaline karşı başlatılan Körfez Savaşıdır. Bir diğeri uzun yıllar süren Yugoslavya iç savaşıdır. Aynı zamanda Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ne ve NATO’ya girme yarışları yaşanmıştır. Bu dönemde Amerika’nın rakipsiz bir “süper güç” haline geldiği düşünülüyordu. Baba Bush tarafından ilk kez “yeni dünya düzeni” kavramı kullanıldı. “Küreselleşme”, “yeni dünya düzeni” gibi fiyakalı kavramların hepsi aynı sokağa, Sosyalist Sistemin yıkılışından sonra dünyanın büyük güçler tarafından yeniden paylaşılmasına çıkıyordu.
Ancak bu nasıl olacaktı? Küreselleşmenin ilk döneminin en önemli özelliği burada yatar. Soğuk savaşta “hür dünya”ya liderlik eden Amerika, “süper güç” olarak bunun karşılığını bekliyor, umuyordu. Fakat en yakın dostları Japonya ve Almanya, “süper güç”e bu liderliği karşılığında övgüden başka bir şey ödemeye niyetli değildi. Onlar silahlanma yarışının yarattığı “dehşet dengesi”nin Batı lehine sonuçlandığını, artık “barışçıl bir ekonomik yarış döneminin” açılmasını istiyorlardı. Çünkü silah dışında dünya pazarında rekabet gücüne sahip güçlü ekonomilere sahiptiler. Amerikan ekonomisi ise pek çok alanda rekabet gücünü kaybetmiş, elinde rekabet edebileceği silah sanayinden başka bir şey kalmamıştı.
Eski dostların ilk çatışması Körfez Savaşı sonrasında savaşın maliyetinin paylaşılması sırasında yaşandı. Japonya ve Almanya, Amerika tarafından önlerine uzatılan faturayı ödemek istemediler. Bu dönemde Amerikan senatosundaki tartışmalarda bu iki ülkeye karşı en ağır küfürler edildi, “hainlikle” suçlandılar. Avrupa “yeni dünya düzeni”ni veya küreselleşmeyi “barışçıl bir ekonomik yarış dönemi” olarak algılarken, Washington’da yoğun “büyük strateji” tartışmaları yapılıyordu. Amerika dünyayı “tek başına” mı, yoksa “dostları” ile birlikte mi yönetecekti? Körfez savaşından sonra başkan olan Clinton dönemi, bu tartışmalarla geçti. Amerika, ekonomik açıklarını kapatmak için kısmen kendi içine dönmeyi denedi. Küreselleşmenin ilk döneminde “süper güç” ABD, ekonomik yarışta daha önce olduğu gibi sürekli mevzi kaybetmeye devam etti. “Yeni dünya düzeni” Washington için böyle kurulamazdı.
İkinci dönemi açan ikiz kulelere yapılan saldırıdır. Böylece fiili olarak “büyük strateji” tartışmaları sonuçlandı. Amerika, NATO’yu bile işe katmadan Afganistan’a savaş başlattı. Ardından Irak’ın işgali geldi. Oğul Bush yılları ABD’nin dünyayı tek başına yönetmeye talip olduğu yıllardır. Enerji kaynaklarını denetleyerek, dünyayı kontrollü bir gerilimin içine sokarak ABD, rekabet ve egemenlik gücünü arttırma yolunu seçti. Soğuk savaş günlerindeki dostları artık rakibi olmuştu. Irak işgaline hazırlandığı yıllarda Washington, “bizden olmayan karşımızdadır” demiş, Saddam’a karşı savaş açılmasına karşı sızlanan Avrupa’yı “eski Avrupa” diye aşağılamıştı. Küreselleşmenin ikinci döneminin açılışı Washington’un dünyaya meydan okumasıyla başladı, ancak öyle devam etmedi. ABD, Afganistan ve Irak bataklığına saplandı kaldı.
Bu dönemde dünya güçler dengesi açısından üç önemli gelişme yaşandı. İlki, ABD beklediğinin ve planladığının tam tersine yeni işgallerle güç kazanmak yerine güç kaybetti. Bu süreçte Çin, Hindistan ve Rusya güçlenerek yeni dünya düzeninde söz sahibi olmak için adımlar atmaya başladılar. “Tek kutuplu dünya”ya itiraz ederek “çok kutuplu bir dünya” düzenini savundular. İkinci gelişme, Latin Amerika’da küreselleşme ve neoliberalizme karşı başarılı ayaklanmalar yaşandı ve emperyalist küreselleşme ilk darbelerini burada aldı. Amerika Irak’ta debelenirken, onun eski “arka bahçesi” gerçek sahiplerinin elinde farklı bir yola çıkıyordu. Üçüncü gelişme, 2008’de patlak veren büyük bunalımdır. Böylece küreselleşmenin ekonomik uygulaması neoliberalizm büyük bir çöküşe girmiş oldu. Bunalım hala devam ediyor. Amerikan para piyasalarına helikopterle yağdırılan dolarlar sayesinde ilk büyük darbenin yıkım gücü hafifletildi, ancak daha büyük bir dalga için birikim yaşanıyor.
Küreselleşmenin ikinci döneminde ABD, dünyaya tek başına liderlik etmeye soyundu. Ancak sonuç öngördüğünün tam tersi oldu. Artık “çok kutuplu bir dünya”da yaşıyoruz. Öte yandan küreselleşmenin ekonomik programı neoliberalizm iflas etti. Finans spekülasyonu ile şişen ABD ekonomisinde balon patladı. Bütün bunların politik sonucu olarak Amerikalılar ilk kez bir siyahı başkan seçtiler. Amerika’nın “tek başına” dünya liderliği artık tarih olmak üzere! Ekonomik olarak da eriyor.
Böyle bir süreçte “Arap isyanları” patlak verdi. Bu isyanlar küreselleşmede yeni bir döneme işaret ediyor. Nasıl bir dönem? Aslında büyük bunalımın AB’nin eteklerinde (Yunanistan, Portekiz, İspanya, İzlanda) neden olduğu yıkımla küreselleşmenin yeni bir döneme girdiğinin güçlü işaretleri ortaya çıkmıştı. Fakat “Arap isyanları” ile tablo hızla değişti. Yeni bir emperyalist plan mı uygulamaya geçmişti? Programsız, örgütsüz, lidersiz ayaklanmalar sonunda Batı’nın iştahına yem olmaktan öteye gidemezdi.
Ancak son yirmi yıldır yaşananlar bu klasik öngörülere göre akmıyor. Amerika küreselleşmenin ne ilk döneminde, ne de ikinci döneminde dünyaya istediği şekli veremedi. Bırakalım dünyayı, Afganistan ve Irak’ta bile hedeflerinin çok gerisinde kaldı. Ekonomisiyle, siyasal itibarıyla diplere vuran, bu artık süperlikten çıkmış güç, şimdi mi dünyaya istediği şekli verecek? Washington’un dünyayı kendine göre şekle sokma çabası, her seferinde dünyanın “kaos” alanlarını çoğalttı. Dünya güçler dengesinde 1990’larda adı bile geçmeyen ülkeler yeni mevziler kazanıyor. Üstelik 90’lı yılların tartışılmaz üç büyük gücü (ABD; AB; Japonya) bugün inişe geçmiş durumdalar. “Çok kutuplu dünya” artık bir gerçektir. Sadece büyük güçlerin kendi aralarındaki çıkar kavgasından dolayı değil; dünya halklarının özellikle yıpranmış “Batı”dan uzaklaşmalarından dolayı, artık yoksul dünya da kendi üslubuyla kutup oluşturuyor. Batı’nın yüzyıllardır süren dünya zenginliklerini yağması, dünya halklarında derin bir birikim ve bilinç yaratmıştır.
Amerika, yaklaşan bunalımını aşmak için Irak’ı işgal etti. Bu işgal bunalımı yok etmek şöyle dursun, daha da büyüttü. 2008 yılında Amerikan finans sistemi yerlere serindi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın yeniden dizayn edilmesi için girişilen savaşlar elbette aynı zamanda içinden bir türlü çıkılamayan büyük bunalıma çare bulma girişimleridir. Bugünün dünyasında artık bu tür çözüm arayışları geri tepiyor. Emperyalizmin dünyayı paylaşmak için ona kısmen meşruluk sağlayacak ideolojik bir zemini artık yok. “Terör” ya da “demokrasi” safsataları yeterince yıprandı. “Arap isyanları” sırasında bu gerçeklik bir kez daha, üstelik çok çarpıcı örneklerle halkların bilincinde yer etti. Mısır’da lidersiz ayaklanma hızla örgütleniyor. Başta öğrenciler, işçiler, köylüler ve çeşitli meslek grupları kendi örgütlenmelerini yarattı. Yağmalama yapan çetelere karşı kendi güvenlik örgütlenmelerini yaratıyorlar. ABD ve Batı “Arap baharı”nı kışa çevirmek için kendi yalakalarını arıyor, ancak eskisi gibi kolayca bulamıyor. Küreselleşmenin iki döneminde dünyaya istediği şekli vermeyen ABD ve Avrupa, üçüncü döneminde böyle bir şansa hiç sahip değildir.
Küreselleşmenin üçüncü döneminde dünyanın “kaos” alanları daha fazla artacaktır. Elbette Washington ve Brüksel’den “kaos” gibi görünen alanlar, dünya halkları için yeni devrim imkanları demektir. Küreselleşmenin yeni döneminde yoksul halkların sesi daha fazla çıkacak, devrim imkânları küreselleşecektir.
1970’li yılların ortalarında tarihsel olarak “ulusal kurtuluş savaşları” dönemi kapanmıştı. Artık sosyal kurtuluş savaşları dönemi açılmalıydı. Bu dalga Sosyalizmin çöküşü nedeniyle yükselemedi. Küreselleşmenin üçüncü dönemi sosyal kurtuluş savaşlarının yükseleceği yıllar olacaktır.