2008’de başlayan ekonomik kriz kendi içinde evirilerek sürekli biçim değiştiriyor. Çıkış yeri, aldığı borcun faizini bile ödeyemeyeceklere fahiş faizle adeta zorla borç vermek. Nedeni, üreterek daha fazla para kazanma sisteminin sınırlarının ortaya çıkmasına rağmen kârı en fazlaya çıkarma güdüsünün törpülenememesi. Bulunan yol, paradan para kazanma. Oysa insanlık tarihinin bize öğrettiği en yaman gerçeklik, yoktan var etmenin bir tek ‘tanrıya’ mahsus olduğu. Kendini tanrı yerine koymaya yeltenen yeni liberalizm şimdi bu acı gerçeklikle yüz yüze.
Krizin nasıl aşılacağı konusunda bugüne kadar yeni liberalizmin müritleri tarafından ‘U’, ‘ W’ veya ‘L’ harfleri ile tarif edilen yorumlar yapıldı. ‘U’ harfinin tapınıcıları, kriz bir kez dibe vurduktan sonra tekrar ekonominin yükseleceği fetvasını verdiler. ‘W’ ile kast edilen iki kez dibe vuruş beklentisi, ‘L’ ise krizden çıkışın oldukça yavaş olacağı beklentisi. Krizin üçüncü yılında ‘U’cuların yanıldığını söylemeye gerek yok. Acaba ‘W’ciler mi yoksa ‘L’ciler mi haklı?
Cevap vermeden bizzat paradan para kazanma peşinde koşan ‘kârhaneler’caddesi Wall Street’in yetiştirdiği bir ‘dâhinin’ sözüne kulak verelim. Andre Kostolany, günde milyonlar kazandığı (ve sonra kaybettiği) işinden olduktan sonra borsayı bir köpeğe, ekonomiyi ise onun sahibi bir insana benzetiyor. “Normal zamanlarda borsa, yolda sakin sakin yürüyen bir insanın (ekonominin) köpeği gibi, onun sağında, solunda veya arkasında önünde dolanır. Ama sonunda hem insan hem de köpeği, birlikte evden çıkar, dolanır ve birlikte eve geri dönerler” diyor Kostolany.
Ancak 2008’de ona göre bambaşka bir şey yaşanmış, ipini tuttuğu köpeğin kendisi farkında olmadan bir ‘Tyrannosaurus Rex’e dönüştüğünü dehşetle görmüş. Ve bu ‘tarih öncesi’ yaratığın kendini peşinden sürükleyerek ‘kârhaneler’ caddesinden yakın şehirdeki ‘beyaz saraya’ koşmasına engel olamamış. Kostolany bununla ne demek istiyor?
Zehrin Yaratıcılığı
Borsacıların kendi aralarında yarattığı deyimlerin bir tanesini bu kriz döneminde artık herkes öğrendi ‘toxic paper’. Kastedilen karşılığı olmayan kâğıt, yani değer. Borsada alınıp satılan türlü çeşitli değerli kâğıtların bir kısmının aslında üzerinde yazılan değerde olmadığı bilinir. Borsadaki kâr ve zararların kaynağı da zaten budur, 100 Liralık bir hisse senedini 120 liraya alarak 140 liradan satarsan kâr edersin, ama bu kâğıt 120 liranın altına düşmeye başladığında elden çıkarmak istersin ve diyelim 110 liraya satarsan 10 lira zarar edersin.
Ama bu kâğıdın tümden değer kaybedeceği bilinirse artık bu kâğıdı kimse almak istemez ve sahibinin elinde kalır. Borsacıların kast ettikleri ‘zehirli kâğıtlar’ bunlardır. Krizin başladığı yere geri dönelim. Ev almak için bankadan ipotek kredisi alanların bir kısmının bu ipoteklerin faizlerini ödememesi ile krizin patladığı söyleniyor. Karikatürize edelim, bankalar yıllarca kirada yaşayan bir dar gelirliye, “ne olacak biraz kemer sıkarak ödersin” diyerek ipotek veriyor ve adamı ev sahibi yapıyor. Başlangıçta her şey tıkırında, dar gelirli hayalini kurduğu eve kavuşmuş, bankada riski yüksek olan yüksek faiz geliri ile kârını arttırmış durumda.
Kemerde sıkacak delik kalmayınca, yani dar gelirli ipotek faizini ödeyemeyecek duruma gelince, bir anda bu ‘saadet zinciri’ kopuyor. Ancak saadet zinciri eskiden farklı olarak sadece banka ve dar gelirli ile sınırlı değil. Banka verdiği ipotek karşılığı aldığı borç kâğıdını, elindeki başka borç kâğıtlarına karıştırarak yeni bir ‘ürün’ olarak borsaya sürdüğünden, saadet zincirinin halkaları genişlemiş. Sırf kâr etmek için sayısı, miktarı ve çeşidi belli olmayan bu ‘ürünler’ tüm piyasanın gözdesi iken birdenbire paçavraya dönüşmüş, ‘zehirlenmiş’, bankaların kasaları zehir deposu olmuş.
Ancak biliyoruz üst üste yığılan bu zehirler, oldukları gibi durmazlar. Çeşitlerine, bir arada kaldıkları şartlara ve sürelerine göre başlarlar ‘mayalanmaya’. Gün geldi bu mayalanma bir patlamaya neden oldu, bir anda bankalar ‘kâğıttan kaplanlar’ gibi devrilmeye başladı. İyi zamanda ettikleri kârları ceplerine indirenler, devletin ekonomiye her türlü müdahalesini ‘plan ekonomisi’ (komünizm) olarak görenler hemen ‘devlet babalarından’ yardım dilenmeye başlarlar. Kârlar kendilerinin kârıdır, ama zararlarını toplum ödemelidir!
Kapitalist girişkenlik başarı getirirse, kâr kapitalistin özel mülkü oluyor, ama başarısız olunca zararı toplum üstlenmek zorunda. Bu prensibin, kitaplarda bize öğretilen kapitalist üretim biçimi ile bir bağlantısı olmadığı son derece açık. Bu değişimin sırrı ise yukarıda sözü edilen zehirlerin mayalanmasında gizli. Köpeği dinozor yapan ‘sihir’ de gene bu mayalanmada.
‘Nur topu’ gibi bir ‘Canavarımız’ oldu
Yeni liberalizmin yarattığı zehirlenmenin ilk mayalanması 1997 yılında yaşandı denilebilir. Mali piyasanın o dönem ihtiyaç duyduğu kaynakların yaratılması için hiç bir banka diğerine güvenmemeye başlayınca bir anda piyasa durdu. Duvarın yıkılışı sonrası yaşanan bu ilk krizin, daha önceki krizler gibi olmadığı ise ancak şimdi görülebilmekte. Daha önce yaşanan irili ufaklı diğer krizlerin ekonomik arka planı üretim fazlalığı iken, artık yeni bir faktör daha sahne alıyordu, güvensizlik.
O dönemi bir hatırlayalım. Duvarı yıkan kapitalizm, bilimsel ve teknolojik devrimlerle zaferini taçlandırıyordu. Görünürde de olsa en önde koşan, iletişim teknolojisi oldu. Her yenilik bir şirketin kurulmasını getiriyor, bu şirketlerin hisse senetleri borsalarda kapışılıyordu. Oysa bunların, piyasaları ‘ateşleyecek gazlar’ olduğunu en iyi bu hisse senetlerini piyasaya süren bankalar biliyordu. Rakiplerinin ‘gazına’ gelmemek için her şeye şüphe ile bakmaya başladılar ve sonunda bu gazlarla şişen balon patladı. Zehirleri mayalandıracak ortam da ortaya çıkmaya başlamış oldu.
2008’e e doğru önce büyük bankalara sahip İrlanda, İzlanda gibi küçük devletler, bankaların devasa borçları altında ezildiler. Onu İspanya, İngiltere gibi yine büyük emlak şirketlerine sahip büyük devletler izledi. Sırada artık ‘süperler’ var, ABD ve AB.
Mayalanma sonucu adeta geriye doğru evrimleşerek dinozorlaşan köpekler (borsa) ise, ‘kârhane’ sokaklarından parlamentolara yöneldi. Borsa tık deyince hükümet başkanları tatillerini yarıda kesip bir siyasal zirveden diğer ekonomik zirveye koşar oldular. Milyarlık ‘kurtarma’ paketleri havada uçuşuyor. Bir kaç yıl öncesine kadar düşünülemeyecek adımlara borsa omuz silkiyor, ‘çok geç’ veya ‘çok az’ diye. Ve hemen ardından bir sonraki zirveler, paketler…
Canavarın Yaradılışı
1980 yılından bu yana tüm dünyada ülkeler mali piyasalara her türlü kolaylığı getirmek için adeta yarışa girdiler. Yeni Liberalizmin öncü vuruşlarıyla tüm ekonomiyi para politikalarına teslim etmenin doğal sonucu olarak, her türlü engel ortadan kaldırıldı, vergi yükümlülükleri en aza indirildi. Kısa bir süre sonra bunun sonuçları alındı, borsalarda kazanç rekorlarının ardı arkası gelmedi. Sistemin getirdiği riskler sürekli göz ardı edildi. Borsalar giderek bir kumarhane gibi çalışmaya başladı. Ancak aradaki fark büyüktü, kumarhanede insanlar kendi paraları ile oynarken, borsada oynayanlar hep başkalarının paraları ile bu işi yapıyorlardı. Üstelik başkaları adına giriştikleri kumarı garanti altına almak için bu sefer bizzat riskler üzerine yeni mali ‘ürünler’ ‘yaratarak’ durumu iyice içinden çıkılmaz hale getirdiler.
Artık bir başlatıldığında ne kadar süreceği belli olmayan zincirleme bağlantılar ortaya çıkmıştı, tıpkı radyoaktif bir süreç gibi. 2008 krizi ertesinde hükümetlerin karşı karşıya kaldıkları olay tam da buydu. Ve bu nükleer sürece devletlerin tepkisi, patlayan nükleer reaktördeki yangını söndürmek için su sıkmaya benzedi. Trilyonlara varan kurtarma paketleri bu sefer devletleri batma tehlikesi ile karşı karşıya bıraktı. Borsanın mayaladığı zehirler önce borsayı batırırken, onu kurtarmaya yeltenen devletler de bir anda zehirlenmeye başladılar.
Bankaları kurtarmak için bir çırpıda milyarları gözden çıkaran devletlerin kasaları boşaldı. Kriz öncesi devletlerin borçları, yıllık milli gelirin %70’i civarında iken bir anda %100’e kadar çıktı. Yapılanları ise görüyoruz, işsizliğin diz boyu olduğu bir ortamda, giderleri kısmak için sosyal harcamalar budanmaya başladı. Yapılanların özeti, sorumluluğu olmayanlara sorumluluk yüklemek, sorumlu davrananları cezalandırmak oldu.
İnsanlık tarihinde eşi benzeri olmayan bir gelişme ile karşı karşıyayız, Somali’de insanlık dramını üç satırla geçiştiren gazetelerin sayfaları döviz kurları ve borsa endeksleri ile dolu. İşin ilginç yanı kimsenin bu borsalar ne işe yarıyor diye sormaması. Borsalar tıpkı bir hayvan sürüsü güdüsü ile işliyor diyenlerin, neden insanlık bu sürünün peşinde diye sormaya yanaşmaması akıllara bir dizi soruyu getiriyor. Gerçekten borsa, bankalar ne işe yarar acaba?
Köpeğin Doğuşu
Yukarıda yazılanlar bize iç içe girmiş, dağınık bir yumak görüntüsü veriyor, bir yerden çekiyorsunuz, başka bir yerden yeni bir düğümle karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu darmadağınık yumağın ilk ve en saf biçimini Kıvılcımlı Üretim Nedir? adlı eserinde dupduru şöyle anlatır.
‘Kapitalizmde üretim deyince gözümüz önüne ne gelir? Biliyoruz, KAPİTALİST adını alan kişi ilkin sanıldığı gibi cebi para dolu bir Kaarun değildir. Kapitalistin en birinci karakteri GİRIŞKİN (müteşebbis) kişi olmasıdır. Girişkinliği nereden gelir? O zamana dek görülmemiş bir üretim yordamını kotarmasından ileri gelir. Bu kotarış sırasında kapitalist: “SERMAYE SAHİBİ” adını alır. Ancak, aslına bakarsak, kapitalist yalnız sermaye ilişkileri bakımından sermayenin sahibi gibi görünür. Klâsik anlamda kapitalist ise, kullandığı sermayenin MÜLKİYETİ’ne sahip olmaktan uzaktır. 0 sadece bir girişkindir ve girişkinliği ile bir yerden bir sermaye bulmuştur. Yani kapitalist cebinde hazır olan parayı kullanmaz. Başkalarının ceplerinde veya küplerinde yahut kasalarında duran paralarını ödünç olarak alıp kullanır.
Normal kapitalistin kendisi de kimseden babası hayrına on para isteyecek enayi açıkgözlerden değildir. Kapitalist, girişkinliği sayesinde ortalıkta yararlı, verimli iş alanları açarak ve parası olanlara temiz kazanç göstererek gerekli sermayesini toplar. Yani, kapitalist sermayeyi kira ile aldığı kimselere; karşılık öder. Bu sermaye kirası ödenen karşılık kazanca FAİZ denir.
Böylece Kapitalizm normal olarak daha doğarken hatta doğabilmek için yanı başında sırf para işleriyle uğraşan bir zümre yaratır. O zümreye vaktiyle Sarraf derlerdi. Şimdi topuna birden Bankacı adı veriliyor. Başka deyimle, Kapitalizm sermaye bulmak için bankalara başvurur. Sarraflar, bankerler, sigortacılar, borsacılar ve ilh. bir sürü para oyuncuları asıl girişkin kapitalist sayesinde sermayelerini işletirler. Eğer ortada olumlu iş yapan, yaratıcı ve üretmen bir girişkin, kapitalist zümresi olmasa, bu para kapitalistleri yaşayamazlar.’
Karmaşık olaylar zinciri karşısında bu uzun alıntıyı akılda tutmakta yarar. Elbetteki günümüzdeki karmaşık borsa ilişkilerini bununla açıklamaya yeltenmek en azından saflık olur. Borsa asıl amacından bambaşka şeylerle uğraşıyor, bu körbağırsağı kesip atalım demek de aslında bir şey dememektir. Anlaşılması gereken nokta, mevcut krizin klasik krizlerden farklı olduğudur. Tıpkı 19. Yüzyılın sonunda sistemin serbest rekabetçi döneminden tekelci dönemine geçmesi gibi köklü bir değişimle karşı karşıya mıyız? Asıl cevap bekleyen soru bu olsa gerek.
Kostolany’nin köpeği işte bu şartlarda doğdu. Oysa artık karşımızda bu köpek yerine bir dinozor var. Darwin duysaydı herhalde bu evrime şaşar kalırdı. Böylece kapitalist üretim yordamının dört ayağından birinin tam bir mutasyona uğradığını görüyoruz. Üretim için ortaya çıkan bu unsurun(mali sistem dediğimiz bu şeyin) artık üretimle bir bağlantısı kalmamış durumda. Ama ne kapitalizm onu sırtından atma derdinde, ne de kapitalizmi tarihin çöp sepetine atmak isteyenler bunu yapabilecek güçte.
Duvarın yıkılması ile geleceğe ilişkin tüm projelerimizin adeta bir buhar haline dönüştüğü bir dönemdeyiz. Mevcut sistemin de bir geleceği olmadığını görmek bizleri yeniden gelecek projelerine yönlendirmelidir. Evet, ‘bu düzende iş yok’. İş gene başa düştü deyip taşın altına elimizi koyma zamanıdır.
* Kârhane kelimesini burada, tek amacı paradan para kazanmak, kar etmek, olan işletmeler anlamında kullandım. Ayrıca akıllara başka bir şey daha gelmesin de demiyorum.