Krizi Fırsata Çevirmeye Çalışanların Kâbusu Olabilmeliyiz
Her kriz içinde ciddi çelişkiler barındırır. Bir açıdan bakıldığında; kapitalizmin doğası gereği ortaya çıkan krizler, düzeni tehdit eden bir öz barındırırlar. Düzenin açığa çıkardığı gerilimler, düzen açısından büyük bir tehdittir. İşsiz sayısı “makul” oranın çok üzerine çıkar, yoksulluk artar, üretim stokları devasa artar, ekonomide ani boşluklar ya da yığılmalar yaşanır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) son açıklamalarına göre dünyadaki aç insan sayısı 1 milyara ulaşmış. Yani dünyadaki her 6 insandan 1’i aç. FAO bu artışı gelirlerin düşmesine ve işsizliğin artmasına bağlıyor ve bunu dünya barışı açısından tehdit olarak gösteriyor. Her büyük kapitalist buhran sonucu dünya savaşının çıktığını hatırlarsak bu “uyarı” hiç de yersiz olmasa gerek!
Her kriz kapitalistler açısından aynı zamanda bir fırsattır. Birileri batarken birileri ciddi vurgunlar yapar, sermayesini daha da büyütür. Bundan birkaç ay önce bir televizyon kanalında CNR Fuar Merkezindeki bir fuarın haberi vardı. Fuarda lüks tüketim ürünleri sergileniyordu. Milyon dolarlık yatlar, binlerce euroluk saatler, mücevherler… Program sunucusu, fuarı düzenleyen şahsa soruyor. “Bu krizde bunları kim alacak?” Cevap çok pişkince ve net geliyor:”Her krizde birileri daha da zenginleşir, biz onları hedefliyoruz” Birkaç gün sonra öğreniyoruz ki fuardaki her şey satılmış, çok başarılı bir fuar organizasyonuymuş! Dünyadaki 500 dolar zengininin 50’sinin Türkiye’de olduğunu düşünürsek buna şaşırmamalıyız herhalde! Hele de kriz ortamında sınıfın örgütsüzlüğü dikkate alınırsa bu dolar zenginlerinin sayısının artması beklenebilir.
Krizin kapitalistler açısından fırsat mı kâbus mu olacağı işçi sınıfının örgütlülük seviyesine ve sınıf hareketinin mücadele ufkuna bağlıdır. Türkiye’de işçi sınıfının örgütlülüğü ve ufku konusunda ciddi sıkıntılar vardır. 80 darbesi ve sonrasında yaşanan saldırılarda kaybedilen mevzilerde önemli bir kazanım elde edilememiştir. Sınıf büyük oranda örgütsüzdür. Örgütsüzlük her boyutta yaşanmaktadır. Sınıf; sadece güçlü ve ufku net örgütlenmelere fiilen katılım sağlaması açısından değil, örgütlülük bilincinin belki de ilk aşaması olan dayanışma ve güven ortamından mahkûmdur. 30 yıldır süren fiziki ve ideolojik saldırılar sınıfın her bir üyesini yalnızlaştırmıştır.
Var olan sendikalar sınıf örgütlenmesi önünde ciddi anlamda tıkaç rolü üstlenmektedir. Türk-İş ve Disk’in bu kriz ortamında neler yaptığına-yapmadığına bakarak bunu çok iyi anlayabiliriz. Türk-İş işveren sendikalarıyla ortak açıklama yaparak krize önlem olarak halkı alışverişe çağırdı. Peki ya Disk’in sesini duyan oldu mu? (Bu arada her iki konfederasyonun içinde bulunan bazı ilerici devrimci sendikaları tabi ki bu eleştirinin dışında tutuyoruz) Sınıfı kapitalizme karşı ciddi bir duruşla ve ufukla örgütleyebilecek olan bilindiği üzere sosyalistlerdir. Bizi bu görevden alı koyan nedenlerin bazıları yukarıda sayılmış olsa da, iğneyi başkasına çuvaldızı kendimize batırmalıyız.
Biz sosyalistler, 80 darbesinin ve reel sosyalizmin yıkılmasından bu yana hala belimizi doğrultamadık. Türkiyeli sosyalistler büyük oranda iktidar ufkunu yitirdi. 30 yıla yakındır süren sürekli tasfiye ve krizli durum sosyalistler arasında gizli-açık umutsuzluğa neden oldu. Bu kadar önemli fırsatlarla yüklü bir döneme oldukça hazırlıksız yakalandık. Hele de bu ortamda her türlü örgütlülüğümüzü büyütme özellikle sınıfla bağlarımızı artırma ve derinleştirme anlamında önemli yollar kat edemezsek bizi daha da karanlık günler bekliyor. Krizin açığa çıkardığı gerilimleri düzen karşıtı örgütlenmelere evriltemezsek faşizm daha güçlenecektir. Örgütsüz yığınlarda yoksulluğun derinleşmesiyle yozlaşma ve çürüme boyutlanacaktır. Her türlü hak gaspının ve örgütlülüğe dönük saldırının olduğu bu dönemde ciddi direnişler örgütlenemezse kitlenin örgütlülük seviyesinde ve bilincinde geriye kayışlar yaşanacaktır. Sosyalistlerin pozisyonu daha da zayıflayacaktır.
Peki neler yapmalı ve nasıl yapmalı?
Krizde kapitalistler zenginliğine zenginlik katma derdindedir. Hazır kaos ortamı, sınıfta alabildiğine örgütsüz, var olan hakları bile elinden alınarak sermayesini büyütme derdinde. En son (02.07.2009 tarihinde sabaha karşı meclis tatile girmeden alelacele) çıkarılan yeni bir düzenleme ile işçinin kiralanmasına yol açan özel istihdam bürolarının kurulmasının önü açıldı. Bu düzenleme ile işçi tam bir köle gibi kiralanabilecek, kıdem ve ihbar tazminatında kayıplar yaşayacak, sigorta primleri eksik ödeneceği için emeklilik hakkı ve maaşında, işsizlik maaşı hakkında ciddi kayıplar yaşanacak. Hak gaspları daha da artacak görünüyor. Bizler her türlü hak gaspına karşı var olan hakları koruma ve yenilerini alma bilincini yaygınlaştıracak öz örgütleri yaratmalı ve büyütmeliyiz. Bu anlamda model örgütlerimiz vardır. Biz SODAP olarak bu anlamda önemli kurumsal deneyimlere sahibiz. BATİS sınıfın örgütlenmesi yolunda önemli bir deneyimdir. Bu dönemde daha da yüklenmemiz gereken bir modeldir. Bu modelle sınıf, hak gasplarına karşı var olan haklarını koruma seviyesinden sınıf sendikalarında hak mücadelesi vermeye oradan da siyasallaşmaya doğru evrilmektedir.
Dayanışmaevlerimiz bir dönem oldukça parlamıştı. Yoksulluğa karşı dayanışma ağını büyüterek halk örgütleri olma yolunda epeyce yol almıştık. Bu dönemde Dayanışmaevlerimizin işlevini tekrar gözden geçirmeliyiz. İşten atılmaların ve hak gasplarının yoğunlaştığı kriz ortamında Dayanışmaevlerimiz birer İşçi Bilgilendirme Noktası olarak epeyce rol üstlenebilir. Bunun denemeleri yapıldı, oldukça olumlu karşılıklar alındı. Daha da yaygınlaştırmalıyız. Aynı zamanda Dayanışmaevlerinin önceki deneyimlerden elde ettiği çalışma modelleri bu dönemde önümüzü açacak tarzda tekrarlanmalıdır.
Hak gaspları sadece çalışma alanında yaşanmıyor. Barınma hakkından, eğitim hakkına, sağlık hakkına her türlü hak gaspına karşı durmalıyız.
Örgütlenme alanlarımızı genişletmeliyiz. “Yeni Alanlar Yeni Yüzler” şiarını büyütmeliyiz. Bu konuda da gelişme eğilimindeyiz. Her türlü yeni örgütlenme imkânına alabildiğine yüklenmeliyiz. Var olan gelişme umut verici ancak yetersizdir. İşyerleri, sokaklar birer kaynayan kazan. Kendimizi bu kazana atmadan büyüyemeyiz. Genişleyen çeperimizin politik pratik eğitimine hız vermeliyiz ve bunu sistematik olarak yapmalıyız. Bu konuda da olumlu adımlar atılmıştır, takipçisi olmalıyız.
Sözümüzü sokakta söylemeliyiz. Hayatlarımızı cehenneme çevirenlerin huzurunu ancak böyle kaçırabiliriz. 1 Mayıs’taki duruşumuz bunun güzel bir örneği olmuştur. Önümüzdeki dönem duruşumuzun işareti ve denemesi olmuştur.
Her alanda biriken öfke ve gerilim zenginliğe doğru çevrilebilmelidir. Kriz bahanesiyle işten atılan işçinin bilincinde patronun villalı, cipli, yurtdışında tatilli hayatı gayri meşrulaşmalı. İşsizliğin, eğitimsizliğin, yoksulluğun, yoksunluğun girdabında her an patlamaya hazır bomba gibi gezen genç; kendi sokağına değil, zenginlerin başına patlamalı. Evinin yıkılmasının engellemek için kendini yakmaya çalışanlar, zenginlerin hayatını yangın yerine çevirebilmeli. Parasız olduğu için hasta çocuğuyla hastane kapısından kovulan ana-babalar yurtdışına özel uçakla tedaviye gidenlere diş bileyebilmeli. Bulunduğumuz her çalışma alanında, temas ettiğimiz her kişiye zenginliğin, hayatlarımızı nasıl karattığını anlatabilmeliyiz.
“Yoksuluz, Çünkü Siz Varsınız!” diyebildiğimiz, “Zenginliğiniz Size Pahalıya Mal Olacak!” sözünü gerçekleştirebildiğimiz oranda kazanacağız.