Kolombiya’dan Duyurulmayanlar
Ayşe TANSEVER
30 Ekim 2008
Berlin Duvarı’nın yıkılma günlerinde büyük merakla BBC haberlerini dinliyoruz. Muhabir, sokaklara dökülmüş insanların rejimi devirme gösterilerinden canlı yayın yapıyor, göstericilerle tek tek konuşuyor. Her şey çok heyecanlı. Röportajın sonunda öğreniyoruz ki toplanmış gurubun sayısı on ya da on beş kişi. Küçücük bir olay kocaman hale getirilmiş. İşte böyle yaparak, küçücük toplulukları kocaman göstererek Berlin Duvarı gitti. Biraz da böyle başardılar. Batının “tarafsız” basını işte bu kadar güçlü!
Şimdi de Kolombiya’da tam tersi yapılıyor. Çok önemli olaylar yoka çevrilmiş durumda, duymuyoruz, haberimiz yok. Kolombiya’da da sokaklarda yürüyen, grevlerdeki halklar yok sayılıyor. Haber yapılsa bile şiddet olarak tersinden gösteriliyor. Olay çarpıtılıyor.
Kolombiya’da 3 Eylül’den beri 40 bin yargı çalışanının Kolombiya Sendika Federasyonu içinde örgütlü 32 bin üyesi grevde. Devlet Başkanı Alvaro Ulribe, eğer işlerinin başına dönmezlerse 15 Ekim’de hepsini atacağını söyledi. Ama grev devam ediyor.
15 Eylül’den beri şeker kamışı işçileri grevdeler. 10 binin üzerinde işçi ve aileleri, ülkenin en büyük karayolu Panamerican Otoyolu’nu kapattı. Tüm baskılara, katliamlara karşı hala direniyorlar. Grev sürüyor.
12 Ekim tarihinde hem adliye hem şeker kamışı çalışanlarına destek vermek ve hem de kendi sorunlarını gözler önüne sermek için 45 bin kişilik yerli halk 100 km’lik büyük yürüyüşe geçti. Yürüyüşe devletin silahlı güçleri saldırdı. Ölümler, yaralanmalar yaşandı. Sonunda hedefe ulaşıldı. Bu yazıyı kaleme aldığımız günlerde de, 100 hektarlık bir üniversite binasının 24 hektarındaki çadırlarında Uribe ile konuşmayı bekliyorlar.
100 bine yakın şeker kamışı, adliye personeli grevde, yerli halklar sokaklarda ve bu kadar büyük bir kitlenin eylemleri basında hak ettiği yeri bulmuyor. Korkunç bir boyalı burjuva basını sansürü ile karşı karşıyayız. Kolombiya’da zaten bir söz varmış. Basın ancak 10 yıl sonra bir haberi verirmiş.
Adliye Çalışanları
3 Eylül’de greve çıkan 32 bin adliye personeli neredeyse 2 aydır hala işlerine dönmediler. Taleplerinin karşılanması için başarı ile direniyorlar. Adaletin tarafsızlığının güvence altına alınmasını istiyorlar. Kolombiya gibi devlet başkanının bile kokain çetesi, paramiliter güçler ile işbirliği yaptığı ülkede adaletin tarafsız olabileceğini düşünmek saflıktır. Adli personel açısından tarafsızlık hayati bir önem taşıyor. Bu taleple direniyorlar.
Adli personel 1992 yılında çıkarılan yasanın hayata geçirilmesini de talep ediyor. Bu yasa ücretleri düzenleyerek adliye çalışanlarına toplam 260 milyon dolarlık bir zam verilmesini öngörüyor. Yıllardır yasa hayata geçirilmemiş. Çalışanlar yasada kabul edilen zammı daha hiç almamışlar. Adli personelin yasaların uygulanması için gösteri yapıyor olmasının kendisi bile Kolombiya’da işlerin nasıl çığırından çıkmış olduğunun göstergesi.
İş güvenliği yasası geçici çalışmayı birkaç ayla sınırlamış ama 20 yıldır geçici sözleşmelerle çalışanlar var. Grevciler tüm bu yasadışı durumların düzeltilmesini talep ediyorlar.
Şeker Kamışı İşçileri
Şeker kamışı işçileri 14 Temmuz’da taleplerini belirlemişler ama Eylül ayına kadar bir sonuç çıkmayınca grev kararı almışlar. Şeker kamışında genellikle yüzyıllar önce Afrika’dan getirilen köleler çalışırmış, yerli halklar değil. Şimdi bu eski kölelerin “özgürleşmiş” torunları çalışıyorlar. Ama eski kölelik koşullarını arıyorlarmış. Çünkü insanın bir sahibinin olması can güvenliği açısından önemlidir. Canına para saymış efendi hiç olmazsa parasının karşılığını almak için kölelerinin karnını doyurup bir barınak veriyormuş. Şimdiki işçiler kölelik durumunda çalışmanın daha iyi olduğunu söylüyorlar. Hiç olmazsa can güvenlikleri olurdu diye düşünüyorlar.
Şekeri kamışı işçileri haftada yedi gün, günde 14 saat, ayda tek bir gün tatil yaparak çalışıyorlar. Şekeri kamışı kesimi çok zorlu bir iştir. Küba, devrim yaptıktan sonra bu sektörde çalışmanın zorluğunu yaşadığından ilk olarak bunları kesecek makine icat etmeye koyuldu. Şeker kamışı işçileri ayda 5 pala, onları bilemek için 4 eğe, çok sayıda eldiven, deri ayakkabı ve iş giysisi eskitiyorlar. Hepsini kendi ceplerinden karşılamak zorundalar. Aldıkları maaşın yarısından fazlası yalnız bu iş alet ve giysilerine harcanıyormuş. İşçiler hiçbir iş, sağlık güvencesi olmadan, çok nemli bir ortamda, çamurlar içinde çalışıyorlar. Kalın kamışları, sürekli eğilerek kesmek zorun zoru, çok güç ve emek isteyen bir iştir.
Pahalılaşan yaşam koşulları işçileri artık çalışamaz duruma getirmiş. Yaşanabilir bir ücret, asgari çalışma, daha iyi çevre koşulları, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal harcamaların arttırılması talepleri ile yol kesmeye başladılar. Kestikleri kamışların doğru olarak tartılması, hile yapılmaması için direniyorlar.
Devlet yenilerde şeker kamışından etanol çıkarma değirmenleri kurdu. Böylece kamış artıkları değerlendiriliyor. Etanolden çıkarılan yakıt petrolden pahalı, bu nedenle de devlet etonale sübvansiyon yapıyor, üreticilerin ceplerine milyonlar koyuyor ama işçilerin maaşlarını arttırmıyor. Masaya oturmak niyetinde de gözükmüyor. Çünkü işçilerin bu taleplerini karşılaması, yeni liberal politikaların tersine çevrilmesi anlamına gelecek. Tüm ülke ekonomisi ucuz iş gücü üstünde durduğu için Kolombiya’nın dış yatırımcılar açısından cazibesini yitireceği savunuluyor. Var olan paralar krizden etkilenen şirketleri ve bankaları kurtarmaya harcanıyor.
Yerli Halklar ve Minga
Kolombiya’nın güneyinde yaklaşık 1,6 milyon nüfuslu, 102 çeşit yerli halk grubu bulunuyor. 12 Ekim günü uzun süredir hazırlandıkları yürüyüşü başlattılar. Güneyden 100 km kuzeydeki ülkenin 3. büyük kenti Cali’ye büyük yürüyüşe geçtiler. Burada Devlet Başkanı Uribe ile görüşüp dertlerini ve içinde bulundukları kötü yaşam koşullarını anlatmak istiyorlar.
Yerli halklar, Kolombiya’nın ABD ile imzaladığı askeri ve uyuşturucuya karşı terör savaşının baş kurbanları. Tam bir kıskaç altındalar. Yaşamak için milli ürünleri olan kokayı yetiştirmek istiyorlar. Ama yasaklanıyor. Uyuşturucu ticareti ABD mafyası, devlet ileri gelenleri ve büyük toprak sahibi latifunda ağalarının elinde. Ordu, kolluk kuvvetleri ve yetmediği için paramiliter güçler bu ticaretin akışını güvence altında alıyorlar. Yerli halklar korkunç bir kıskaç içindeler. Kıskaçtan çıkmak isteyenler FARC militanı olup saldırının hemen hedefi oluveriyor. Baş eğenler devlet uyuşturucu çetesinin kulları olarak başka türden tehdit ile karşı karşıyalar. Açıkladıklarına göre her 53 saatte bir yerli bu karmaşa içinde öldürülüyor. Yürüyüş bu duruma çare bulunmasını, can güvenliklerinin sağlanmasını talep ediyor. Yerli halklar, anayasada olmasına rağmen ABD ile anlaşma imzalanırken kendilerine danışılmadığını söylüyor. Yani yürüyüşçüler bu anlaşmanın feshini istemiş oluyorlar. ABD ile anlaşma iptal edilsin demek, Kolombiya’nın temel burjuva politik hattına karşı çıkmaktır.
Oysa Kolombiya ABD ile ilişkilerini daha derinleştirmek istiyor. İçinde bulunduğu ekonomik sıkıntıdan çıkmayı, bölgedeki pembe rejimlere karşı daha sıkı bir ABD dostu olmakta arıyor. Bunu iki yolla yapacak. Birincisi Ekvator’un kapatacağı Manta ABD askeri üssü Kolombiya topraklarına taşınacak. Böylece pembe rejimlerden bunalmış ABD’den daha büyük tavizler koparabilecek. Bush gitmeden, bu garanti altına alınacak. Obama seçimleri kazanırsa, olası politik değişiklikten korunmuş olunacak. İkinci olarak ABD ile ikili serbest ticaret anlaşması (FTA) imzalanacak. Kolombiyalı burjuva uzmanlar, New York’ta harıl harıl bu anlaşma metni üzerinde çalışıyorlar.
ABD askeri üssü ve FTA yerli halkların korkulu düşü. Daha çok ABD’li çok uluslu şirketin gelmesi daha çok yabancı sermaye akması, yerli hakların yüzyıllardır yaşadığı topraklara yeni fabrikalar kurulması, madenler çıkarılması demek. Yaşadıkları topraklardan sürülecekler. Zaten şimdiye kadarki uygulamalarla sürüle sürüle ormanlara sığınmışlar. Ormanları tahrip etmek istemiyorlar. Yaşamlarını kazandıkları toprakların, ormanların, su ve madenlerin elden gitmesine karşı yürüyorlar. Yerli halklar FTA’ya karşılar. Ya da Kolombiya hükümetinin eski yaptığı ve yeni yapmayı düşündüğü anlaşmalara karşılar. Uribe hükümetinin politikasına karşılar. Bunu da basit dilleri ile ifade ediyorlar.
Ayrıca yaşam mekânlarının tahribi, kültür ve geleneklerinin kaybolması demek. Doğanın yok olması demek. Yerli halkların üçüncü önemli talebi de buradan yola çıkarak Bolivya lideri Eva Morales’in BM den geçirdiği yerli halklar beyannamesinin Kolombiya tarafından imzalanmasıdır. Böylece, yok olmalarına karşı BM güvencesi altına girecekler. 18 yerli kabile yok olma tehdidi ile yüz yüzedir. Dil, kültür ve geleneklerimize saygı istiyoruz diyorlar. İnsan hakları savunucuları da bu konuda kendilerine destek veriyor.
Yürüyüş yerli halkların çok yaygın bir protesto biçimidir. Aynı şeyi Bolivya’da da görüyoruz. Barışçıl bir protesto biçimi. Bundan 4 yıl önce de böyle tarihi bir yürüyüş gerçekleştirmişler. 12 Ekim’de başlayan yürüyüşü Minga örgütlemiş. Minga, yerli Quechua dilinde “ortak çıkar için kolektif çalışma” demek. Bizim halklarımızın imece kelimesine benziyor. Yerli halkların kararları Minga olarak alınıyor.
Yürüyüş başladıktan sonra paramiliter ve askeri güçler 3 kez ellerinde sopalarından başka silahları olmayan halklara saldırdılar. 3 kişi öldü, 34’ü paramiliter 170 kişi yaralandı. Uribe saldırıları savunarak, yerli halkları terörist olmakla suçladı. Aranızda FARC var dedi. Minga bunu kesinlikle reddediyor. Aramızda olabilirler, bu tek tek kişilerin politik görüşüdür. Biz FARC değiliz, terörist değiliz diyorlar. Uribe, başta paramiliterlerin saldırısını gizlemeye çalıştı. Ama sonra CNN muhabirinin çektiği video ile saldırganların kimliklerinin belirlenmesi sonucunda kabul etmek zorunda kaldı.
Yürüyüşçüler taleplerini hep birlikte Uribe’ye anlatmak istiyorlar. Uribe ilk önce görüşmeyi reddetti. Sonra işin ciddiyetini anladı ve yerli halk liderlerinden birine telefon ederek onu görüşmeye çağırdı. Lider bunu kabul etmedi. Tüm halk ile birlikte konuşulacak dedi. Uribe bu kez içlerinden bir liderler gurubu ile yürüyüşün bittiği yer değil başka 200 km uzaklıkta bir yerde görüşmeyi kabul etti. Bu da reddedildi. Bu kez Uribe 200 kişi ile bir stadyumda toplanma önerisi getirdi. Minga bunu da reddetti. Hayır dediler. Cali kent vilayeti önündeki meydanda tüm halk ile toplanılacak. Yerli halklar tam bir direkt demokrasi savunucusu. Onlar öyle temsilci filan istemiyorlar. Direkt olarak halkın hepsi ile görüşülecek. Bu, onların demokratik geleneğidir.
Uribe’nin oyalamaları bir işe yaramadı. Geçtiğimiz hafta sonu yürüyüş kolu Cali kentine ulaştı. Üniversitenin bir bahçesi kendilerine ayrıldı. 45 bin insanın bir arada bulunması için ancak böyle bir ortam ayarlanabilirdi. Üniversite tüm hizmetleri üstlendi. Üniversite öğrencilerinden 280 kişi görev aldı. 140 temizlik işçisi, 80 güvenlik personeli, 40 kişilik üniversite sağlık ekibi bu konaklama ile görevlendirildi. Belediye su, duş ve portatif tuvaletler kurdu. Öyle ya, bu tür şeyler sadece karnavallar, açık hava konserleri gibi olaylar için kurulacak değil. Böyle yüz binlerce insanın hayati kararlarını demokratik olarak alabileceği olaylar için neden kullanılmasın?
Bu arada boyalı basın bu tarihi olayın nedenlerini yazmamakta ısrar etmekle kalmıyor, aynı zamanda onu bir şiddet yürüyüşü olarak yansıtıyor. Çatışmaları aktarıyor. Yerliler molotof kullandılar, silahlarla saldırdılar deyip terörist damgasını vuruyor. Yerlilerin sifon çekmeyi bilmemeleri ve öğrencilerden öğrenmeleri magazin haline getirilip yürüyüşün amacı gizleniyor. Yerli halkların sifon çekmeyi bilmemesinden burjuvaların utanması gerek.
Oysa yerli halklar çok temiz ve düşünceliler. Üniversite personeli ve belediyeye teşekkür ettikten sonra üniversite kampusunu aldıkları gibi temiz bırakma sözü verdiler. Oysa karnavallar, açık hava toplantıları hatta normal bir yürüyüş sonrası alanların doğal olarak ne kadar pislendiği bilinir. Yerlilere pisleme hakkı tanınmadığı gibi onların ne kadar pis oldukları, vahşi oldukları propagandası ne kadar kolay yapılıyor.
Minga üyeleri çok kişilikli ve medeni insanlar. Kendilerine Uribe’nin terörist sıfatı yakıştırmasına karşı çok sinirlendiler ve bu sıfatın geri alınmasını taleplerinin başına oturttular. Onlar ne terörist, ne pis ne de cahiller. Medeni cahillerden bin kere daha ahlaklı, değerli insanlar. Barışçıllıklarını eklemek lazım. Yerli halkları tüm karalamalara karşı korumak bir insanlık görevi olmalıdır.
Uribe sonunda yerli halklarla bu pazar günü görüşme sözü verdi. Yazıyı kaleme aldığımız esnada buluşmanın geleceği karanlıktaydı.
Sonuç
Kolombiya yaklaşık 50 yıldır bir iç savaş yaşıyor. ABD’nin yardım dağıttığı 3. büyük ülke. Dünyanın göç veren 2. büyük ülkesi. Halkı iç savaştan kaçmak için, kırlardan kentlere ve komşu ülkelere göç ediyor. Halkın yarısından fazlası yoksulun yoksulu ve göç edenler çok kötü koşullarda komşu ülkelerde sürünüyor.
Kolombiya, sendika lideri ölümlerinde ise dünya rekoru kırıyor. Sendika üyesi ve yöneticisi olmak ölüm fermanını imzalamak gibi bir şey. İddialara göre Uribe döneminde öldürülen sendikacı sayısı aynı dönemde tüm dünyada öldürülen sendikacı sayısından fazla imiş.
Bu durumun temel nedeni zengin bir ülke olması. Petrolü var. Ayrıca burjuva düzende büyük gelir sağlayan uyuşturucu ticaretinin ana merkezlerinden biri. ABD bu ülkede çöreklenmiş durumda. Petrolden ve uyuşturucudan elde ettiği karları kaybetmekten korkuyor. Kolombiya jeopolitik olarak da önemli bir ülke ve kıtadaki son pembe dalga bu önemini de arttırıyor. ABD politikasının daha bir kuyrukçusu olmak burjuva ceplerini daha da dolduracaktır.
Halk örgütlenmesi olan FARC yıllardır ABD ve onun kuyrukçusu ülke finans-kapitali ile dövüş veriyor. Ya bu dövüşün zorluğundan ya da yaptığı politik hatalar nedeniyle henüz iktidarı alamadı ve ayrıca üstündeki baskılar giderek arttı. Çevrede gelişen yeni halk hareketleri Kolombiya’yı etkilemeye başlıyor. Yerli halkların yürüyüşü, şeker kamışı işçileri ile adliye çalışanlarının grevleri böylesi yeni bir mücadele biçiminin yükselmekte olduğunun habercisi. Bu eylemlerin arkasında ne kadar FARC olduğunu kestirmek olanaksız. Ancak desteklediğine hiç şüphe yoktur.
Sonuçta Kolombiya burjuvazisi yükselen halk dalgasına karşı kurtuluşu daha Amerikancı olmada ararken, bu kayma halk hareketlerinin daha da yükselmesi ile sonuçlanıyor. Ülke başka bir dengeye oturma sancıları çekiyor. Bu nasıl bir denge olacak? Ekonomik krizin etkisi ile daha da Amerikancı olunabilecek mi? Halkların üstündeki terör artacak mı? Yoksa halk güçleri daha da örgütlenip iktidarı kendilerinden yana çevirebilecekler mi? Yakın zamanda göreceğiz.