Fransa’da, Lübnan’da, Silvan’da yaşananlar sonrasında genel olarak bir kıyamet konjonktürünün içinden geçtiğimiz giderek çok yalın bir biçimde belirginleşiyor. Bu konjonktürün oluşumunda sermaye ilişkisinin devamını sağlamak ve zenginlerin azalan karlarını arttırmak için 1970’lerin sonundan bu yana uyguladıkları politikaların başat sorumlu olduğunu görmek zorundayız.
Soğuk Savaş’ın bitişi sonrasında ABD’yi tek hegemon güç olarak merkeze alan dünya sistemi çözülüyor. ABD’nin 2000’li yıllardaki imparatorluk kurma projesi Irak çöllerine ve Afganistan dağlarında tükendi. Tükenen proje 2008’de bir de en az 1929 krizi kadar sert bir iktisadi kriz doğurdu. ABD’nin tek başına oyun kurma gücü artık neredeyse yok. Suriye’nin altındaki masanın çekilmesinin tüm dünyada bu kadar büyük bir sarsıntı yaratması, Suriye’nin neredeyse arzın merkezine dönüşmesi ABD’nin bu stratejik zayıflamasının bir ürünü olarak da okunabilir. Büyük güçler arasındaki kartlar yeniden dağıtılırken, sistem eski güç dengesi noktasında bir diğerine taşınırken büyük sarsıntıların yaşanması işin doğası. Bu güç dengesinin yeniden inşası sürecinin hem önemli bir enstrümanı hem de öznesi olarak da IŞİD öne çıkıyor. Büyük güçler aralarındaki hesaplaşmanın sahnesi olarak Suriye’yi kullandıkları müddetçe IŞİD’in kan donduran katliamlarına yenilerini eklemesi büyük olasılık. Viyana Anlaşması’nda Suriye’nin geleceği ile ilgili ortaya çıkan planların hayata geçebilmesi yeni küresel statükonun üzerinde anlaşma sağlanabilmesi ile mümkün olabilir. İki savaş arasındaki statüko ancak bir Dünya Savaşı ile yenilenebilmişti. Savaş sonrası statüko ise Sovyetlerin çöküşü ile mümkün olmuştu. Dolayısıyla böylesi büyük dönüşümlerin son derece sancılı olduğunu akılda tutmak gerekiyor.
Kapitalizmin bu kıyamet atmosferinin ortaya çıkışındaki ikinci büyük günahı ise toplumun önemli bir kısmını güvencesiz bir fazlalık haline getiren neoliberal karşı devrimi oldu. İşçi sınıfı partilerinin güç kaybetmesi ile emeğin örgütsüzleşmesi büyük bir artık nüfus oluşumuna yol açtı. Batı merkezli ticari tarımın üretim patlaması gerçekleştirmesi, çevre ülkelerin kırlarının kentlere yığılmasını sağladı. Özellikle genç işsizliği güvencesizliğin daha da kemikleşmesini sonucunu destekledi. Gelir dağılımında adaletsizlik giderek kontrol edilemez bir noktaya ulaştı. Tüketemeyen, talep yaratamayan kesimler bu sefer finansallaşmanın olanakları kullanılarak borçlandırılarak sürece dahil edilmeye çalışıldı. Büyük bir bolluk ve zenginliğin göbeğinde yoksulluk, geleceksizlik ve gırtlağına kadar borca batmışlık içindeki kesimlerin ılımlı siyasi tepkiler vermesi beklenemezdi. Bu kesimlerin, kent yoksullarının politik tepkileri aslında günümüzdeki bir çok siyasi hareketin temelini oluşturuyor. Kent yoksullarının sayısındaki artış bir çok ülkede siyasi parti sistemlerini alt üst ediyor, ılımı merkezleri buharlaştırıyor, sistem içi gerilimleri yükseltiyor. Bu kesim hangi siyasi hareketin hegemonyası altında örgütlenirse o kanal üzerinden radikal tepkiler üretme eğilimi gösteriyor. Arap Baharı’nın tetiklendiği Tunus ve Mısır’daki dinamikle L. Amerika’da Chavez’i Morales’i iktidara taşıyan kesimler bu anlamda aynı sosyal yapıdan kaynaklanıyor. Güney Avrupa’da da bu toplumsal dışlama etkisi solu güçlendiriyor. İslam ülkelerinin solun nefes alamadığı soğuk savaş artığı dehlizlerinde bu kesimler cihatçı örgütler tarafından kapsanabiliyor. 1 Kasım seçimlerinde Kürt seçmende görülen yarılma da aslında özgürlük hareketinin tabanını daha açık göze batırdı.
Türkiye’de ise Erdoğan bu kesimleri büyük ölçüde örgütlemeyi başardığı için iktidarda ve rejim değişikliği yolunda ilerleyebiliyor. Finans kapitalin Erdoğan’a bağımlılığı büyük oranda kırların büyük bir hızla kentlere boşaldığı 2000’li yıllarda kent yoksulluğu sorununu kapsayabilmesinden kaynaklanıyor. 1996 1 Mayıs’ından sonra bir TÜSİAD üyesinin “bir gün varoşlardan gelecekler ve gırtlağımızı kesecekler” dediği hatırlanacaktır.
Bu kıyamet koşullarından bir cennet çıkarabilmek mümkün ama Türkiye açısından bunun mümkün olabilmesi ancak kent yoksulları üzerindeki AKP hegemonyasını kırabilmekten geçiyor. AKP’nin patronaj ilişkilerini finanse eden milyonlarca doların FED tarafından geri çağrılması ilk hamle için koşulları olgunlaştırabilir.
Savaşların, katliamların, ırkçılığın, faşizmin, cihatçı terörün giderek sıradanlaştığı bir dünyada ayakta kalmak ve ileri doğru hamle yapabilmek için yeni yaşamı kurma hedefi olanların birleşmek ve çok daha güçlü örgütlenmek dışında bir seçeneği yok.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]