Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın mirasından yeterince yararlanabildiğimizi iddia edebilir miyiz? Türkiye Devrimi’nin bu büyük önderi Türkiyeli sosyalistler tarafından tam olarak anlaşılabilmiş midir? Birkaç yıl önce Demir Küçükaydın’ın öncülüğünde Mimar Sinan Üniversite’sinde bir Kıvılcımlı Sempozyumu düzenlenmişti. Salonda dinleyici koltukları orta yaşın oldukça üzerinde bir kitle tarafından doldurulmuştu ekseriyetle. Gezi Direnişi’nin ön günlerinde politize gençlik neden Doktor’a yeterince ilgi göstermemişti? 1960’ların Devrimci Gençliği için uzunca bir süre Doktor en önemli başvuru kaynağı idi. Vedat Türkali’nin canım “Bir Gün Tek Başına”sı o ilişkiyi gayet güzel anlatır. Bugün Kıvılcımlı okumak artık gençlik için gereksizleşmiş midir? Kıvılcımlı artık aşılmış mıdır?
Tam tersi yönde düşünüyorum. Kıvılcımlı aşılmadığı gibi aslında daha hala bizler için tam anlamıyla keşfedilmemiş bir hazine olarak duruyor. Kıvılcımlı’nın çok boyutlu mirasının çok sınırlı bir bölümü ile haşır neşir olabildik. Onu içinde yaşadığı dönemin dünyasının içine yeterince oturtarak, büyük bir Dünya Komünist Hareketi ailesinin içine yerleştirerek değerlendiremedik. Oysa yapılması gereken en çok da buydu. Kıvılcımlı, Komintern’in tedrisinden geçmiş ama bu tedrisi de yetersiz gördüğü noktada aşmaya, geliştirmeye çalışmış ve bugün Marksizm adına ne kalmışsa onu korumayı başarmış bir öncüler kadrosunun üyesidir. Marksizmin içine yuvarlanmaya başladığı tekdüzeleşme ve kısırlaşma tehdidine karşı kendince önlemler geliştirmeye çalışmıştır. Bu anlamdaki arayışı Tarih Tezi’nin çok çok ötesindedir. Türkiye Komünist Partisi’nden bir biçimde ayrı dursa da Dünya Komünist Parti’sinin üyesi olma bilincinden bir saniye uzaklaşmadığı için reel sosyalizmin açık bir ameliyatına hiçbir zaman girişmez. Fakat Stalin sonrası süreçle arasına hep bir mesafe koyar. Lenin’le ve Bolşevizm ile kurduğu bilişsel özdeşliği sonraki dönem için asla bulamayız. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Suat Şükrü Kundakçı bir sohbette “Kıvılcımlı, Nazım gibi Sovyetler’e gitmiş olsaydı onu bir kim vurduyla ortadan kaldırırlardı, Kıvılcımlı gördüğü yanlış karşısında susmayı beceremezdi” demişti. 1971 sonrasında hayatında neredeyse ilk kez yurtdışına çıktığında kendisine reel sosyalizmin başkentlerinde yaşatılanlar da bu söylemi doğruluyor.
Kıvılcımlı için yaşamın temel düsturu “Düşünce ve Davranış Birbirinden Ayrılamaz” idi. Kıvılcımlı, Marx’ın 11. Tezi’nin yaşayan hali gibiydi. “Anlamak-bilmek-değiştirmek için mücadele” onun hayatının özü idi. Onun kadar üretken bir teorisyenin aynı zamanda gündelik mücadelenin her safhasında rol oynamış olması öğreticidir. Bu mücadeleyi har zaman bir örgüt ile birlikte yürütme azmi ve kararlılığı ise muazzamdı. MDD ile geliştirdiği polemiklerde gençliğin örgütsüzlüğü fetişleştirmesine karşı sonuna kadar mücadele etti. “Sosyalizmin sefaletinde Osmanlı katırlığı: Yani, Babil çağından kalma Derebeği artığı küçükburjuva soysuzluğu sosyal temeldir. O bakımdan anadan doğma (megaloman+otorite düşmanlığı) ile savaşmak güçtür. Ama olanaksız değildir. Türkiye’nin bugünkü şartları ve yeni kuşağın yönelişi ortamında, anarşistliğe son vermek ve sosyalist otorite denilen bilinçli proleter disiplini kurmak ancak, Örgütçül pratiğe ve gerçek Teori anlayışına dayanmakla gerçekleşebilir…….Örgüt pratiği, Proleteryanın Politik Partisini çelik çekirdek yapmadıkça gerçekleşemez.” Kıvılcımlı’nın özellikle 1960’larda yazdıklarında sosyalizm ortamına akan küçük burjuva kişiliklerle ilgili yaptığı analizler sıradan polemikler olarak değerlendirilmemelidir. Bu küçük burjuva “ben bilirimci, küçük olsun benim olsuncu, küçük dağları ben yarattımcı” hallerin bir sosyal tabanı olduğunu düşünür. Bu kişilik yapısıyla bütün gücüyle mücadele etmeye çalışır. Küçük burjuva ruh halinin yıkılamayan hakimiyeti 1980 yenilgisinin önemli sebeplerindendir. Antika Tefeci Bezirgan+Ultra Modern Finans Kapital Kırması Türkiye Kapitalizmi ve onun yarattığı toplumsal yapı ile ilgili geliştirdiği analizleri bugün daha da geliştirilmelidir. Bu analizler aslında bir sosyal psikolojiye sosyalist bakış geliştirmek için yolu açmıştır.
Kıvılcımlı bu anlamda evrensel olduğu kadar yereldir. Yol Etüdlerinde daha 20’li yaşlarında Leninizme hakimiyeti nasıl inanılmazsa Marksizm’i yerlileştirmek konusundaki gayreti de özeldir. Bu Maocu anlamda bir yerliciliktir. Toplumsal yapıyı kavrama ve Marksizm’i ona uygulama Lenin dahil bütün büyük devrimcilerin temel yaklaşımıdır, ancak Komintern’in Dünya Devrimi’nin merkezi olmayı her coğrafyaya aynı modeli tatbik etme olarak anlama yaklaşımına karşı mesafelidir. Mao, Komintern’in çağrısına uyup kentlerde sıkışıp Komintang tarafından yok edilmeyi bekleseydi Çin Tarihi bambaşka bir yöne akacaktı. Kıvılcımlı’da kendi topraklarındaki devrimci mirası sahiplenir. Şeyh Bedreddin’i, Anadolu köyündeki Kızılbaş geleneğini bilir. Komünizmin devlet ve Soğuk Savaş uzantıları tarafından “yabancılaştırılması”na karşı Osmanlı’yı kuranların neden komünist olduklarını anlatmaya çalışır. Dinin aslında Tarihsel Materyalizm açısından nasıl anlamlandırılabileceğini tartışır. Kur’an’daki Allah’ın toplumsal yaşamın temelindeki determinist kanunlar olduğunu anlatır. Kıvılcımlı bu anlamda topluma aslında farklı bir modernleşmenin imkanlarını da sunmaya çalışır. Yani hala “Cumhuriyet’in kazanımlarına sahip çıkmak” noktasından pek de uzaklaşmamış bir sola Sosyalist Aydınlanma’nın olanaklarını göstermeye çalışır. Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi kitabının ’65 baskısının kapağına şu ayeti yazar: “ Hiç şüphe yok ki ayaklarıyla yürüyenlerin Allah indinde en kötüsü aklını kullanmayıp sağır ve dilsiz kalan iki ayaklı hayvanlardır.” (Enfal Suresi, 22. Ayet)
Kııvlcımlı Dünya Devrimi’nin zincirleme gelişmeyeceğinin ortaya çıktığı koşullarda Türkiye toplumunda bir Komünist Parti’nin nasıl hegemonya inşa edebileceğinin arayışı içindedir aslında. Bu anlamda Gramsci ile benzer bir problematiğe sahiptir. 1960’larla birlikte halka ulaşmanın kanalları açılınca da hem TİP’i hem de Dev-Genç’i halkı örgütlemeye seferber etmek için uğraşır. Kıvılcımlı hareketi ekseninde yetişen örgütçüler bu anlamda Türkiye Devrimci Hareketi içerisinde emsalsizdir. Bu tip kadronun en önemli modeli İsmet Demir’dir. TİP’e ve gençliğe şöyle sesleniyordu: “Türkiye kadar ekonomisi geri, politikası ölü noktaya saplatılmış bir ülkede halkın eğilimi, intihara dek varan aldanışlarla dolu kalacaktır. Aldandıkları için yığınlara küsmek, tavşanın dağa küsmesi olur. Yığınların niçin, nasıl aldandıkları en ince noktalarına değin aydınlatılmak isteniyorsa, halkla aynı kaptan yemek yemek, aynı damın altında yatmak, aynı toprakta uğraşmak şarttır.” (Uyarmak için Uyanmalı, Uyanmak için Uyarmalı, s.70, Derleniş Yayınları) Hegemonya inşası halka uzaktan doğruları anlatmakla olmaz. Aynen Dayanışma taktiğinde, BATİS’in sınıf çalışmasında olduğu gibi halkın gündelik meseleleri ile “büyük doğruları”nı bir kapta yoğuramayan bir sosyalist hareket toplum içinde yalnızlaşmaya mahkumdur: “Siyaset, BÜYÜK BÜYÜK hakikatleri, yüksek yüksek kürsülerin minaresinden (Türkçe ezanın dilince) : “Bilirim, bildiririm” demekle bitmez. Bilinen ve bildirilenleri başta işçi sınıfımızın bugünkü UFAK UFAK ihtiyaç ve eğilimleri açısından ayağına (fabrikasına, tarlasına, evine, köyüne) götürüp uygulamakla BAŞLAR. Böylece, büyük Doğruların küçük Dileklerle PRATİKTE kaynaşmasından doğacak sentezler, her işçi ve köylümüzün KAVRIYAbileceği ve kendi çevresine UYGULIYAbileceği çok basit ve güçlü parolalar haline gelir, getirilirse: o zaman yerli–milli GERÇEK TEORİ doğmuş ve AKSİYONu aydınlatmış sayılır.” (a.g.e 72) 1960’larda ortaya çıkan güçlerin reorganize edeceği işçi sınıfı partisinin böylesi bir hegemonyayı inşa edebileceğini düşünüyordu. Bütün güçleri büyük bir çabayla Derleniş’e davet etmesi bu inancından kaynaklanıyordu. Kıvılcımlı’nın bu çabasının başarısızlığa uğraması Türkiye Devrimci Hareketi’nin sürekli sırtında taşımak zorunda kaldığı parçalılık yükünü omuzlara bıraktı.
Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi’nde Barbarlığa yüklediği ön açıcı rol ise aslında Marksizm’in ekonomist yorumuna gösterilen bir dirençti. Özgürlüklerine sonuna kadar bağlı, eşitler arasında birincilik dışında bir otoriteyi tanımayan, malı mülkü de siyasi iktidarı eşit bir biçimde paylaşan toplulukların yarattığı kolektif aksiyon yeteneği yüceltilerek aslında yabancılaşmanın aşılacağı bir toplumsal yapı ile ilgili de bir mücadelede bulunuyordu. Bu anlamda Kıvılcımlı’nın İngiltere: İlk Geçiş ve Japonya: Son Geçiş kitapları daha hala sonuna kadar açılmamış hazinelerle doludur. “Bütün tarihi yalnız barbarlıkla izah etmedik: Tümüyle unutulmuş bir Tarih zembereğinin üzerine bastık. Ekonomik determinizmi mekanik anlayışlardan kurtarmak için biraz tecritli de olsa İlkel Sosyalizm’in rolünü kabartılandırmak gerekliydi.” ( İlk Geçiş İngiltere, s. 159, Diyalektik Yayınları) Koca bir Tarih Tezi’nin “orduculuğu” meşrulaştırmak için üretildiğini söyleyenlerin okuduklarından ne anladığı şüphelidir.
Hiç kuşku yok ki bütün dev miraslarda zaman geçtikçe yanlışlanan yönler de çıkacaktır. Kıvılcımlı da bu muhasebeden muaf tutulamaz. 27 Mayıs sonrasında Milli Birlik Komitesi’ne sunulan Anayasa taslağı, kadük kalmaya mahkum bir girişim olarak tarihe geçmişti. Kıvılcımlı “tarihsel devrimci güç”e proletarya partisi adına bir müdahale yapmaya çalışmıştı, fakat ortada örgütlü bir proletarya olmayınca sonuçsuz bir girişim olarak kalmaya mahkumdu. Bir de herhalde 1960’larda İhtiyat Kuvvet’te çizilen çerçevenin Kürt Sorunu başlığında politik ortama daha fazla taşınması gerekirdi.
Bugünden bakıldığında eleştirilecek noktalar kolaydır. Zor olan Kıvılcımlı gibi destansı bir hayatı direniş, deha, emek ve mücadele ile inşa edebilmektir. Komünistlerin sayılacak kadar az olduğu bir toplumda bir hayatı devrime ölümüne adayacak inanç, işkencede sorgucuya saldıracak özgüven, dünya devrim deneyimini bu karmaşık toplumsal yapıya tercüme edecek yaratıcılığı bir kişilikte birleştirebilmek neresinden baksanız inanılması zor bir iştir. Gençler başta olmak üzere bütün devrimcilerin bu mirastan alacağı çok şey var. Bu açıdan önümüzdeki dönemde ideolojik hegemonyayı inşa ederken Kıvılcımlı’nın doğru anlaşılması ve Marksizm’in Lenin sonrası yeniden üretiminde rol oynayan önderlerin arasında hak ettiği yeri almasını sağlamak için kolları sıvayacağız. Gençleri Kıvılcımlı’yla buluşturacağız.
Sonuç olarak, Kıvılcımlı’yı yaşatmak zulme, yalana ve sömürüye karşı bir hayat boyunca direnmektir!
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]