Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı kaybedişimizin 39. Yıldönümü geldi. Her ölüm yıldönümü aynı zamanda kaybedilen değerin büyüklüğünün hem de miras kalanın ne olduğunun yeniden düşünüldüğü günlerdir aynı zamanda. Biz de bir kez daha Kıvılcımlı’yı çok önemli kılanın ne olduğunu, bugün için onun düşünce ve pratiğinin ne ifade ettiğini düşünmek ve değerlendirmek durumundayız.
Kıvılcımlı Türkiye Devrimci Hareketi’nin en büyük direnç ve kararlılık abidesidir. Komünistlerin parmakla sayıldığı bir dönemde, önünde çok da kararlı bir önderlik bulamamasına rağmen genç yaştan itibaren kavgaya sarılmış, yaşamının son anlarına kadar da aktif siyasetin içinde yer almıştır. Özellikle 60’lı yıllardaki performansı inanılmazdır. Dönemin gençlik hareketlerine müdahale edebilmek için büyük bir çaba göstermiş, önemli de mesafe kat etmiştir.
SİNİZMİN PANZEHİRİ OLARAK KIVILCIMLI
Tanıl Bora’nın dağarcığımıza kazandırdığı bir “sol sinizm” kavramı var. Özcesi “gerçek komünist biziz, biz her şeyin doğrusunu biliriz, küçük işlerden bir şey çıkmaz, bizim hayata gitmemize gerek yok hayat bir gün zaten ayaklarımıza kapanacak” bilinci ve ruh hali. Her şeye bir küçümseme ve tepeden bakma hali. Derin bir umutsuzluğun ifadesi olan bir kasılma hali. Kıvılcımlı bu sinizm halinin neredeyse tam zıddı bir ruh haline sahip olarak yaşadı ve öldü. 1950’lerin karışık günlerinde Vatan Partisi girişimi. Kuvvayı Milliye’ye katılma. Cezaevini bir akademiye çevirme. Her şeye müdahale etme gayreti ve özgüveni. Var olan hareketle nasıl etkileşime girebileceğine dair sürekli bir tefekkür ve pratik hali. Kendisini dışlayan TİP’e müdahale edebilmek için yapılan girişimler. Sonradan eleştirdiği MDD ile etkileşim içinde kalabilmek için gösterilen çaba. Gençlik hareketinin derli toplu bir biçimde sınıf hareketi ile kaynaşabilmesi için yürütülen çabalar. Teorik çalışmaları ile sürekli sosyalist ortamı zorlamaya gayret göstermesi. 27 Mayıs sonrasında cuntanın Anayasa hazırlama çalışmalarına bir anayasa taslağı göndererek müdahale etmeye çalışması. Eyüp Camii’nden çıkanlara yönelik yaptığı, tarihe sosyalistlerle dinin etkileşimi alanında en büyük izi bırakan seçim konuşması. Burada devrimci öznenin taşıdığı umuda dair çok önemli bir enerjiyi ve özgüveni görebilmek mümkün. Bu umudun zaman zaman belki de aşırılığa kaçmış olmasının konumuz açısından çok önemi yok. Bu girişimlerin çoğu henüz sol kendisine hiçbir sosyal taban edinememişken yapılmış girişimlerdir. Bu haliyle neredeyse büyük oranda bireysel olarak yapılmış işlerdir.
KAYNAK:EKİM DEVRİMİ – YOL: İŞÇİ SINIFI
Kıvılcımlı’nın sosyalizm anlayışının en belirgin yanları Ekim Devrimi geleneğine bağlılığı ve işçi sınıfını her şeyin merkezine koyma noktasındaki kararlılığıdır. Bu anlamda Türkiye’de Leninist yaklaşımı somut olarak uygulamaya çalışan devrimci önder olduğunun altı çizilmelidir. Bu yönüyle Doktor Ortodoks bir Marksist gibi algılanabilir. Yine 60’ların sol içinde işçi sınıfının varlığı-yokluğu tartışmalarına yoğun biçimde sahne olduğu düşünülürse, Kıvılcımlı’nın daha 30’lardan itibaren bu tartışmayı kendisi açısından kapatmış olması onu ayrıksı bir önder yapmaya yeter de artar bile diye düşünebiliriz. Türkiye sendikal hareketinin İsmet Demir şahsında en özgün ve etkin önder karakterini Kıvılcımlı’nın çevresinden çıkardığı düşünülürse bu tespitin önemi daha ad net bir biçimde anlaşılır. İşçi sınıfının 15-16 Haziran kalkışmasını sürpriz olarak karşılamayan nadir kişilerdendir. Fakat 60’lı yılların tartışmalarında işçi sınıfının sosyal varlığının ve kapitalizmin gelişkinlik seviyesinin yetersiz tespiti devrimci çıkış yöntemlerinde de kimi eksik ve kalıcı zaaflar yaratan kararlara yol açmıştır diye düşünebiliriz. Bu değerlendirmelerde o kadar yol alınmıştı ki- özellikle MDD ve Gençlik hareketi- saflarında kentlere duyulan alerjiyi 15-16 Haziran isyanı bile ortadan kaldıramadı.
KÜLTÜRÜN SINIF YAPILARINA ETKİSİ VE KIVILCIMLI
Fakat Kıvılcımlı’daki sınıf algısı ekonomist bir yaklaşım ile sınırlı değildi. Kıvılcımlı için “ülkeye özgülüklerin” büyük önemi vardı ve onu en ayrıksı kılan yanlardan birisi de budur. Bu yaklaşımı onun Ortodoksluğunu da dogmatizmden kurtarmıştır. Kıvılcımlı, ordu bürokrasisi tarafından yukarıdan modernleşme dayatılan ve gömlek değiştirir gibi kültür değiştiren bir ülkede kültürel gerilimlerin sosyal hareketler içinde de ne kadar büyük bir belirleyici etmen olacağını anlayarak gözünü buraya dikmiştir. Sınıf da bu haliyle kültürler üstü bir kategori değildir. İmparatorluk bakiyesi, yoğun bir mezhepsel ve etnik zenginlik barındıran bir toplumun; bu dinamiklerin etkisi tam olarak anlaşılamadan ve bunların oluşturduğu gerilimlere yanıt üretilemeden devrimci anlamda dönüşümünün de neredeyse imkânsız olacağı düşüncesi Kıvılcımlı’nın çalışmalarından bu güne süzülen en önemli sonuçlardan biri gibi gözükmektedir. Bugün mesela sol ve din meselesi kısmen tartışılabiliyor. Fakat Kıvılcımlı’nın “Allah, Kitap, Peygamber” de ortaya koyduğu dini soldan anlama kapsamında bir tartışmaya henüz tanık olabilmiş değiliz. Bu gerçekten önemli bir tartışmadır ve “solun AKP’lileşmesi” dar kapsamında kesinlikle ele alınamaz. Türkiye’nin siyasi bölünmeleriyle etnik-mezhepsel bölünmelerinin bu kadar örtüşmesi çok normal bir şey olmasa gerektir. Buradaki açmazların aşılabilmesi açısından Kıvılcımlı’dan çıkarılabilecek çok ders olduğu muhakkaktır.
Yine Kürt sorunu açısından TKP operasyonundan tutuklu olunan dönemde cezaevinde yazılan, fakat uzun yıllar boyunca genel sol kamuoyuna yansımayan “İhtiyat Kuvvet: Milliye i Şark” Kürt meselesinin daha o dönemlerde olağanüstü bir berraklık içerisinde tespit edildiğinin ispatıdır. “Sömürge” tespitinin bütün açıklığıyla hâkim olduğu değerlendirme maalesef etnik meseleyi 1960-80 arasında hafife alınan bir sorun olmaktan kurtaramamıştır. 1980’lerle birlikte Kürt İsyanı’nın kendisini bütün gücüyle ortaya koyduğu yıllarda ise sosyalist hareketin vakayla kurduğu ilişkinin çoğu zaman sağlıksız sonuçlar yaratması genel olarak Türkiye Devrimi açısından büyük bir talihsizlik olarak okunmalıdır. Bu talihsizliğin ortaya çıkmasında Kıvılcımlı’nın da bir parça hatası varsa o da 60’lı yıllarda Kürt Sorunu’nun yeterince dile getirilmesinden sakınılmasıdır. Bunun reel politik sebepleri vardır muhakkak ki özellikle dönemin anti-emperyalizm ve kısmen Kemalist milliyetçilik rüzgârıyla beslenen gençlik hareketlerinin geliştirebileceği direnç hesaplanmıştır fakat yine de bu konuda daha açık davranılmış olmasının faydalarının zararlarından çok daha fazla olacağı en azından bugünden bakıldığında çok daha açık bir biçimde görünmektedir.
DOKTORCU HAREKET
Kıvılcımlı’nın en büyük şanssızlığı, ölümünden sonra yaşanan ve Doktorcu hareket adına ortaya konan kimi pratiklerdir. Türkiye toplumunun büyük bir altüstlük yaşadığı, her siyasi hareketin büyük bir hızla örgütlendiği 74-77 dönemi biraz da aşırıca içine kapalı bir tartışma ve yeniden yapılanma süreci sonunda kaçırılmıştır. Kızıldere’de yaşananlar sonrasında Doktorculuğu devrim kaçkınlığının bir istasyonu olarak kullanmaya çalışan THKP-C’li kimi unsurların da bu anlamıyla çok zararlı etkiler yarattığı tespit edilebilir. Kabuğun çatlatılması anlamında Kıvılcım grubunun ortaya koyduğu militan ve enerjik iradenin 12 Mart sonrası ilk polis operasyonu ile inmelendirilmesinin de Doktorcu hareketin zaaflarının bu kadar belirgin bir biçimde ortaya çıkmasında önemli bir rolü olmuştur. 1977 sonrası Vatan Partisi eksenli toparlanma ve yoğun çalışma ise devrimci hareketin geri kalanıyla açılan farkın kapanmasını sağlayamamıştır ama Kıvılcımlı’nın devrimci hareketin içinde yeniden üretilmesi ve geleceğe taşınması gibi çok önemli bir sonuç yaratmıştır. Kıvılcımlı’nın bugün hala düzen açısından tedirginlik yaratan bir figür olmasında bu damarın yarattığı değerlerin etkisi büyüktür. Yoksa bugün hala birileri- en başta Halkın Kurtuluş Partisi- Kıvılcımlı’yı ulusalcı cenahın tarihi önderi gibi gösterme yönünde büyük gayretler ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ortada gerçekten çok farklı Kıvılcımlı okumaları mevcuttur ve neyse ki artık Doktorcu hareket diye bir öbekten bahsedilemez.
DARBECİLİK VE KIVILCIMLI
Kıvılcımlı ile ilişkilendirilen darbecilik suçlaması meselesine de kısaca bir göz atmakta fayda vardır. Malum konu oldukça günceldir ve solun darbeci geçmişi de liberaller tarafından bir güzel masaya yatırılmaktadır. Girişte Kıvılcımlı için İşçi Sınıfının merkezi önemini belirttik. Onun 1960-70 arası pratiğinde “zinde güçler” propagandasını merkeze alan Doğan Avcıoğlu’nun YÖN ve DEVRİM çevreleriyle arasındaki mesafe çok belirgindir. 9 Mart’çılarla da Kıvılcımlı’nın bilinen bir ilişkisi mevcut değildir. Kıvılcımlı’nın ordunun bir bütün olarak değil ama ordu gençliğinin devrimin vurucu gücü olarak bir rol oynayabileceğine dair bir umudu taşımış olduğu açıktır ve bugünden bakıldığında ne kadar garip görünse de gerçekçi bir beklentidir. Buna kategorik olarak karşı çıkmak bizce bugün bile sivil toplumculuktur, ki bu da devrimcilikten başka bir şeydir. Bunu duyduklarına çok şaşıranlar dönüp 1974 Portekiz Karanfil Devrimi’ne bir baksınlar. Ya da Venezüella’ya. Aslında Venezüella’da olanlar Kıvılcımlı’nın tezlerinin bir sınaması olarak da okunabilir. Bolivarcılık’tan- Latin Amerika’nın Kemalizmi desek çok abartmış olmayız- esinlenen bir darbeci askerin arkasına halk desteğini alarak sosyalizme doğru yürümesi. Chavez’e “sen zamanında darbeye kalkışmıştın, senle işimiz olmaz” diyen bir sosyalist Venezüella’da neyse 1960’larda ordu gençliğini hiç hesaba katmadan solculuk yapmak da Türkiye’de o anlama gelirdi. Bugün ufukta bürokrasi içinden böylesi bir ilerici çıkış görmemek başka şeydir böyle bir ihtimale kategorik olarak kapalı olmak başka. Dolayısıyla biz bugün de hala Doktorcuyuz diyebiliriz. Seçimleri halk iradesinin yegâne tecelli yolu olarak görmek, devrimciliği tümüyle rafa kaldırmak anlamına geliyor. Bugün liberaller eliyle sosyalistlere darbecilik yaftası bu kadar rahatça yapıştırılarak amaçlanan sol zihinlerde sivil toplumcu dönüşümün mantıki sonuçlarına vardırılmasıdır. Buna karşı da oldukça uyanık olmak gerekmektedir.
Sonuç olarak Kıvılcımlı’da Türkiye toplumunun karşı karşıya olduğu bütün çelişkilerle ilgili bir çıkış yoluna dair ipuçlarını bulmak mümkündür. Onun eserleri ve ortaya koyduğu pratik, kendisinin hala solun neredeyse tüm kesimleri açısından en saygın karakter olarak kalmasının temel sebebidir. Biz Kıvılcımlı’yı hiçbir zaman motamot taklit edilecek bir şef olarak görmedik. Fakat onun teorik ve pratik azameti bugün hala en büyük özgüven kaynağımızdır. Geleneğimizin olumlu yönlerinin tümü ondan kaynak alır.
Onun hala yaşıyor olduğunu söylememizin sebebi de budur.
Sosyalist Dayanışma 1. Sayı, Ekim 2010