1990’ların başlarındaki “topyekûn savaş” ilanından yirmi beş yıl sonra bu kez “seferberlik ilanı”na gelindi. Böyle durumlarda Einstein’ın, aptallığı “aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuçlar beklemek” olarak tanımlayan ünlü sözünü hatırlamak kaçınılmaz oluyor. 90’lı yılların topyekûn savaşı bugünlere göre biraz daha hafif kalsa da, o günlerde binlerce faili meçhul, yüzlerce sokak infazı, “bin operasyon” ve basına büyük bir sansür yaşandı. Ancak Kürt sorunu var olmaya devam etti.
Bu yirmi beş yılda iki kez barış için önemli şans doğdu: 2000-2005 arası gerilla güçlerinin çekilmesi ile dört-beş yıl “sakin” ve beklentiyle geçti. 2013-2015 arası ise belki de barışa en fazla yaklaşıldığı bir zaman oldu. Ardından katliamlar dönemi geldi. Buna bir de 15 Temmuz darbesi eklenince sorun cumhuriyetin krizine dönüştü. Bugün faşizmin yasal yapısının yaratılmakta olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Bu büyük kısır döngü neden? İki neden öne çıkıyor. İlki, AKP iktidarından kaynaklanıyor. Siyasal İslam yakaladığı iktidar fırsatının Kürt sorunu nedeniyle tehlikeye gireceğini 7 Haziran seçim sonuçlarında gördü. Uzun süren tek parti iktidarının rahatlığına alışan AKP birden koalisyona mahkûm olduğunu görünce çılgına döndü. İktidarını ancak savaşa dayanarak korumaktan başka yol bulamayınca bu yönde hızla ilerlemeye başladı. İçte ve dışta savaş AKP iktidarının son yıllardaki değişmez politikası oldu. Varılan son nokta başkanlık sisteminin inşasıdır.
İkinci neden, devletin Kürt sorunun çözümünde siyasal bedel ödemek istememesidir. 80 HDP vekilinin düzenin kabesi Meclis’e girmesi; sadece bu kadar değil, bu eğilimin gelişme potansiyeli taşıyor olması “devletin bekası” için büyük tehdit olarak algılandı. Oysa cumhuriyet tarihi boyunca bastırılmış bu sorunun çözümü sırasında tarafların kaçınılmaz bir şekilde ödemek zorunda olduğu bedeller olacaktı. Düzenin on yıllardır sürdürdüğü, artık kireçlenmiş, siyasal ve kurumsal yapısı değişmeden Kürt sorununun çözülemeyeceği çok açıktı. Ancak bu değişimin nasıl bir şey olabileceği 7 Haziran seçimleriyle somut olarak düzenin önüne gelince, bugüne kadar hemen hiçbir sorunu çözememiş olan bildik devlet refleksleri harekete geçti. Devlet hiçbir bedel ödemeden sorunu yok etme alışkanlığına geri döndü. Kent savaşları sırasında devletin bu geleneği yeniden en güçlü şekilde hortladı.
Kürt sorununun çözümlenmesi için bedel ödemekten kaçınan devlet ve siyasal İslam, düzeni büyük bir tıkanma noktasına getirdiği için artık daha büyük bedellerle karşı karşıyadır. “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” 90 yıllık cumhuriyet ve AKP iktidarı için bugün bütünüyle geçerlidir.
Dış politika tam anlamıyla iflas etmiştir. Fakat bu iflasın cumhuriyete ödeteceği bedeller henüz bütün ağırlığı ile yaşanmamaktadır. Ankara’nın kendi elleriyle büyüttüğü IŞİD’in yenilgisinin yaratacağı, geri tepmeler hala yaklaşan bir tehlike durumundadır. Ne Fırat Kalkanı operasyonu, ne de Rusya ile Halep konusunda varılan sınırlı uzlaşma bu tehditleri ortadan kaldırmadığı gibi arttırıyor.
Öte yandan, Ankara’nın, artık politikası demeyelim, takıntısı haline gelen bölgedeki Kürt sorunu gittikçe yaygınlaşmaktadır. Bölgede ve dünyada Kürt halkının farklı tarihsel bir döneme girdiğini kavramayan Ankara, sorunu çözmek yerine gittikçe karmaşıklaştırmaktadır. Artık Kürt sorunu kesinlikle Türkiye’nin denetleyemeyeceği ölçüde bölgeselleşmiştir. Kürt halkının 21. yüzyılda bölgenin önemli aktörlerinden birisi olacağını kavramamak cumhuriyetinin krizini büyütmekten başka bir sonuç yaratmaz.
İç politikada ödenen en önemli bedel faşizmin siyasal ve kurumsal inşasıdır. Keyfiliğin ve çürümenin tavan yaptığı yıllardan geçiliyor. Savaşın 90’lı yıllarda düzeni nasıl yıprattığı ve çürüttüğü hatırlardadır. Bunun sonucu olarak en önemli kurum ve onun uzun yıllardır süren vesayeti çöktü. Ancak bu vesayet şimdi faşizme doğru evrimleşiyor. Böyle dönemlerin en büyük bedeli her alanda yaygınlaşan çürümedir. Her gün bunun pek çok örneği yaşanıyor. Diktatörler genellikle çürümenin iktidarlarını güçlendireceği yanılgısına kapılırlar. Oysa çürüyen zemin bina tutmaz.
Yaklaşan bir diğer bedel ekonomideki krizdir. Dolar kampanyaları ile sorunu aşacağını düşünmek kadar gerçeklerden kopan Saray, hızla duvara doğru gidiyor. Bunu gördükçe de telaşı artıyor. Son olarak öğreniyoruz ki, 11 ayda güvenlik harcamaları rekor kırarak 3,5 milyar liraya çıkmıştır. Ekonominin iyice belini kıracak bir gelişme.
Düzen Kürt sorununun çözümü için bedel ödemekten kaçındığı için daha büyüğünü ödemeye itiliyor. Bunun ne ölçüde büyük olacağını Saray’ın her gün yükselen bağırıp çağırmasından anlayabiliriz.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]