Seçimlere birkaç gün kaldı. Önemi konusunda hemen herkes hemfikir. Cumhuriyetin ilk on yıllarındaki tek parti dönemi, ardından çok partili ve askeri vesayetli yıllar dikkate alınırsa, Haziran 2018 sonrası “Türk tipi başkanlık sistemi”yle üçüncü tarihsel bir döneme yöneliş olacaktır. Ancak ülke şu anda tam bir kavşaktadır: Ya faşizmin kurumsallaşması yönünde derinleşilecek ya da sancılı, zorlu bir demokratikleşme sürecine girilecektir.
İki binli yıllarla başlayan AKP döneminde oluşan siyasal yapılanma devam ederse tek adam-faşizm dönemine giriş kaçınılmazdır. On altı yılda her seçimde tekrarlanan siyasal yapılanma çok katılaşmış görünüyor. Büyük kentlerin varoşlarından başlayan Orta Anadolu’yu kapsayan siyasal İslam renkli yapılanma; sahilleri kapsayan Kemalizm ve laiklik renkli cumhuriyetten arta kalanlar ve “Güneydoğu”yu kapsayan Kürt illeriyle aslında 29’ların cumhuriyeti çoktandır üçe bölünmüştür. Bu yapılanma siyasal İslam lehinde katılaşarak devam ederse varılacak nokta faşizmden başka bir şey olmayacaktır.
Kabaca böyle görünse de, son yıllarda bu tabloda önemli kırılmalar ortaya çıkmaya başlamıştır. En önemli kırılmalardan birisi ideolojik zemindedir. Cumhuriyetin ilk iki döneminde yeterince yıpranan Kemalizm iki binli yılların başlarında ideolojik yapıştırıcılığını kaybetmiş, çatlayarak dökülmeye başlamıştır. Yerini hızla siyasal İslam doldurmaya başlamıştır. Ancak büyük yolsuzlukların yaşandığı; “paralel devlet” kurulduğu ve tarikat savaşlarının yaşandığı yıllar sonrasında yeni ideolojik çimento da hızla yıpranma sürecine girdi. Siyasal İslamcı çevrelerde son yaşanan “deizm” tartışmaları bu çimentonun da ömrünü doldurmakta olduğunu gösteriyor. İslami değerler büyük ölçüde kabalaştırılarak basit çıkarlara alet edildikçe çekim gücünü kaybediyor. Cumhuriyet döneminin bu iki güçlü ideolojik çimentosu da yıprandığı için, bu zeminden kaçınılmaz olarak çeşitli kırılmalar türemektedir.
Siyasal kalıplaşmalar yönünden de kırılmalar sökün etmektedir. Hemen hemen son otuz yıldır siyasetin her sınıf ve tabakayı kesen iki ekseni “bölücülük” ve “terör” ayakları üzerine oturtulmuştur. Bu yolda halklar arasında güçlü şovenist duvarlar inşa edilmiştir. Egemen zümreler her sıkıştıklarında bu siyasal araçları muazzam gürültülerle sahneye sürmüşler, politikanın hareket alanını istedikleri ölçüde daraltabilmişlerdir. İktidarının ilk dönemlerinde AKP bu silahlara uzak durmuş olsa da, son dört-beş yıldır aynı silahları büyük bir gayretle eline alıp kullanmaya başlamıştır. Hele 7 Haziran seçimleriyle birlikte şovenizm duvarlarında çatlaklar ortaya çıkınca, AKP tüm gücünü bu duvarın kalınlaştırılmasına adamıştır. Bunu o kadar gayretli ve abartarak yapmıştır ki, bir noktadan sonra bu siyasal araçlar yalama olmuştur.
Günümüzde bu siyasal kalıplarda bir erozyon başlamıştır. Savaş, gerilim, terör silahı artık eskisi gibi işe yaramıyor. Bu durum bir yandan kıdemli faşist parti MHP’yi eritiyor; öte yandan AKP ve Saray’a karşı hoşnutsuzluğu yükseltiyor; bunlardan da önemlisi HDP’nin şeytanlaştırılmasıyla politik ortamda yaratılan tıkanma da artık eski rolünü oynayamıyor. Kavşak noktasındaki Türkiye için bu siyasal kırılmalar büyük önem taşımaktadır.
Son olarak büyük ve güçlü bir kırılma ekonomi alanından geliyor. AKP iktidara yürüyüşünde çok şansı olmuştur; belki de “Allah’ın bir lütfudur”, bilinmez. 2001 krizinin tüm yıkıntısı önceki üçlü koalisyonun üzerine kalmış, AKP önünde düzeltilmiş bir ekonomik alan bulmuştur. Yeni ve “acemi” bir iktidar için bu durum bulunmaz bir nimet olmuştur. Fakat hava artık çok değişmiştir. İki binli yılların başlarındaki uluslararası piyasalardaki para bolluğu son on yıldır yavaş yavaş daralmaya başlamış, günümüzde ise iyice kıtlaşmıştır. Paranın bol olduğu günlerde ve neoliberal politikaları büyük bir hevesle uygulayan AKP, piyasalardan para bulmakta zorlanmamış, tersine ülkeye oluk oluk para akmıştır. Ancak bu işler hep böyle olur. Bolluğun ardından mutlaka kıtlık gelir. Alacaklılar masaya oturup ülkenin varlıklarını paylaşmaya girişirler. Bunlardan habersiz olan Saray, bu gelişmeyi uluslararası “faiz lobisinin” oyunu gibi algılıyor. Bol para ile rant ve inşaattan gelen tatlı karlar dönemi artık kapanmıştır. Bugün içine girilmekte olan ekonomik kırılmanın bir benzeri 12 Eylül 1980’e gelirken yaşanmıştı. “İthal ikamesine dayalı” “montaj sanayi” günleri kapanırken Demirel “75 sente muhtaç haldeyiz” demişti. Ardından 12 Eylül, Özal ve neoliberal politikalar çıkıp geldi. Bakalım şimdi neler çıkıp gelecek? IMF’li günlere geri mi dönülecek? Ya da bir dönem alay edilen Yunanistan gibi kemerden kaç delik sıkılacak?
Birkaç gün kalan seçimler ideoloji, siyaset ve ekonomi alanında yaşanan kırılmaların derinliğini ortaya koyacaktır. Böyle dönemlerde derin kırılmalar yaşanması kaçınılmadır. Ancak 24 Haziran seçimleri Bekir Ağırdır’ın dediği gibi daha sonra gelecek olan “gerçek seçimlerin kostümlü bir provası” mı olacak; yoksa kıyametin büyük bölümü bu sahnede mi kopacak?
Sorunun cevabına birkaç gün kaldı!
[button link=”https://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]