“İki Hayır” Boykot Eder
Fikret KIZILTAN
9 Eylül 2010
Referandumda Hayırcı sosyalistlerin ana öbeğini oluşturan TKP-ÖDP-Halkevi-EMEP ittifakı ortak söylemlerinde “hem 12 Eylül Anayasası’na, hem AKP anayasasına hayır” diyorlar. Hayır’ın içeriğini bu şekilde doldurarak CHP ve özellikle MHP’nin Hayırı’ndan farklarını ortaya koymaya çalışıyorlar. Güzel… Ancak AKP’nin mevcut anayasada değişiklik yapmayı önerdiğini düşünecek olursak, “ikisine de hayır” diyen bir yaklaşımın referanduma katılmayı reddetmesi, yani Boykot demesi gerekmez mi?
AKP’nin değiştirmek istediği yasalar sonuçta 12 Eylül’ün getirdiği yasalar. Karşısına aldığı güç de ordu, AKP’li olmayan sivil bürokrasi ve yüksek yargı. Örneğin 19 Aralık 2000’deki cezaevi katliamlarının mimarlarından Ali Suat Ertosun gibi adamlar. Tescilli faşistler yani.
Referandum özünde, devlet içi iktidar kavgasının bir yansıması. Egemenler arası bir kavga bu. Kendi aralarında iktidarı paylaşarak sorunu çözemedikleri için, meseleyi halk oylamasına taşımak zorunda kaldılar. Arkalarına halk desteğini alarak koltuklarını korumaya çalışıyorlar. Dolayısıyla her iki kesim de kendi iktidar kavgasını halkın kavgası gibi göstermeye çalışıyor. AKP halkın demokrasi sorununu çözmeye çalıştığını iddia ederek göz boyuyor. Karşısındaki güçler ise genellikle milliyetçi, yer yer halkçı söylemelerle halkı kendi saflarına kazanmaya çalışıyor.
Türkiyeli devrimciler bu iki güçten birisini etkileme, ona bir şeyler dayatma gücüne sahip değil. Bu güce sahip olan Kürt özgürlük hareketi ise, iki kesim tarafından da ısrarlı bir şekilde görmezden geliniyor, yok sayılıyor. Ve bunun karşısında Kürt hareketi, tavrını “Boykot” diyerek ortaya koymuş durumda.
Tüm bu koşullarda bir devrimci, bir sosyalist ne yapmalı?
Konuya üç düzlemde; ideolojik duruş, reel siyaset ve ahlaki tutum açılarından bakalım. Bu üç düzlemde de Boykot’un yegâne devrimci seçenek olduğunu göreceğiz.
Birinci olarak, egemen güç odaklarının kutuplaştığı bir dönemde, eğer bunlardan herhangi birisini etkileyebilecek ya da bağımsız çizgini bir çekim merkezi haline getirebilecek bir güce sahip değilsen, düzen içi taktiksel bir arayış yerine (örneğin AKP’yi durdurmak gibi) düzen karşıtı propagandayı öne çıkarmak çok daha doğru olacaktır. Belki bu taktik seni nicelik olarak güçlendirmez, ama en azından düzen güçlerine yedeklenmeni yani geleceği kaybetmeni engeller. Kimi devrimci yapıların referandumda doğrudan sosyalizm propagandası yapması buna örnektir. Bu tutumun somut karşılığı kuşkusuz boykottur.
Ama bugün salt bu yaklaşımla Boykot demek durumunda değiliz. Çünkü Boykot’un reel siyasi bir karşılığı var. Üstelik sadece Fırat’ın doğusunda değil, aynı zamanda batısında da. Bugün Türkiye’de bu iki egemen güç karışsında bir üçüncü cephe oluşturma olanağımız var. Bu konuda en büyük şansımız, Türkiye’de kayda değer bir siyasi güce sahip yegâne toplumsal hareket olan Kürt özgürlük hareketinin bu perspektife sahip olmasıdır. Kürt hareketi ile oluşturulacak bu ittifaka, Türkiye solu neo-liberalizme karşı biriken halk öfkesini de ekleyebilirse Üçüncü Cephe kesinlikle karşı-hegamonik bir güç haline gelecektir. Düzen güçlerine karşı hegemonya mücadelesi verecek böyle bir odak oluşturmadan neo-liberalizmin yarattığı sosyal tepkiler kesinlikle bize değil MHP ya da CHP’nin değirmenine su taşıyacaktır ya da siyasal İslam’ın yoksullara seslenebilen başka akımları güçlenecektir. Geçmişte nasıl ki cumhuriyet mitinglerine dâhil olarak solu büyütmek mümkün değildi ise, şimdi de Hayırcı cepheye eklemlenerek solu büyütmek mümkün değildir. Referandumdan Hayır çıkarsa bundan kazanç sağlayacak olan halk ya da sosyalistler değil, CHP-MHP ve AKP karşıtı asker-sivil yüksek bürokrasi olacaktır. Öyleyse Boykot, iki egemen güç odağı karşısında emekçilerin ve ezilenlerin cephesini yaratmak adına, referandumdaki en uygun siyasi tutumdur.
Üçüncü olarak sözünü ettiğim ahlaki düzlem ise, sosyalist örgütlerden çok sosyalist bireyler için konuşulmalı. Çünkü örgütler asıl olarak yukarıdaki iki düzlemde kararlarını oluşturmak durumundadırlar. Referandumdaki sol ahlaki tutum, Türkiye’nin vicdanı olan aydınlar tarafından en doğru şekilde dile getirildi. Yıldırım Türker, Eren Keskin gibi aydınlar ezilen Kürt halkının dışlandığı bir siyasi oyunda “biz de yokuz” dediler. Gerçekten de en önemli ve en acil demokrasi sorunu hakkında hiçbir şey söylemeyen bir paket sadece tekmelenmeyi hak ediyor.
Boykot için etik, siyasi ve ideolojik anlamda başka gerekçeler söylemek de mümkün ama bu kadarının yeterli olması gerektiğini düşünüyoruz.
Referandumda aktif Boykot, egemenlerin “saray kavgası” karşısında yegâne devrimci tutumdur. Egemen blokların hiç birine yedeklenmeden bağımsız duruşumuzu ortaya koymalı ve iki tarafı da teşhir ederek referandumu Boykot etmeliyiz.
“İki hayır birden” diyenler, bu söyledikleriyle tutarlı olmak istiyorlarsa referandumu Boykot etmeliler.