Mevcut Anayasa’daki “Yerindelik Denetimi” Neyi Engelledi?
Mehmet ÖZGÜR
9 Eylül 2010
Referandumdan “hayır/evet” çıkmasından çok, nasıl bir mücadele istediğimiz ve mücadelede hangi dili kullandığımız da önemli.
“Hayır” derken devletçi, ulusalcı, yargı kurumlarını mevcut sistem güçlerinden bağımsız gören, milliyetçi bir dil kullanan bir “sol” ile karşılaşma riskimiz referandumdan sonra da bir sorun olarak önümüzde duracak.
“Hayır”ın bu anlamda asıl niyeti ve ruh hali ne? Hayır cephesinin özellikle sosyalist bileşenlerinin anti kapitalist talepleri de dillendirirken ne kadar gerçekçi oldukları bu anlamda sorgulanabilir. Anti-kapitalist ve sosyalist bakışla gerekçeler üretirken mevcut anayasa şimdiye kadar neyi engellemiş, AKP’nin ve bir dolu hükümetin hangi neoliberal ve sermaye yanlısı politikalarına engel olmuş, bunu incelemek gerek.
Özellikle Halkevleri’ne yakın yorumcuların metinlerinde Danıştay’ın “yerindelik” ve “kamu yararı” denetimleri üzerinden Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin engellendiği, Galataport ihalesinin Danıştay’dan döndüğü, bazı HES’lerde yürütmenin durdurulduğu, Metrobüs zammının geri aldırıldığı, madencilik yasasında bazı çevreye karşıt hükümlerin iptal edildiği, İzmir Limanı ve İETT arazisinin para babalarına satışının engellendiği, Erdemir’in özelleştirilmesi, 4-B’li kamu çalışanlarının fazla mesai ücretlerinin kesilmesinin engellenmesi kararları örnek gösteriliyor. Böylece CHP ve MHP’nin hayır’ı ile sosyalist hayırların farklılığı vurgulanmaya çalışılıyor.
Yapısal analizin Sınırları
Çeşitli akademisyenler de güçlü yapısal analizler yapıyorlar ancak somut durum tespitleri “2000’lerde neoliberal politikalar büyük bir hız kazandı. Yine de bu güne kadar… yargıçlar bu 125’in 4. fıkrasına dayanarak pek çok neoliberal düzenlemeyi kamu yararına aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edebildi” (Yrd.Doç.Dr. Şebnem Oğuz, 05/09/2010, Radikal2) örneğinde olduğu gibi hiç de gerçekçi değil. Analizleri soyut ve genel bir yapısal zeminde kalırken hükümetlerin anayasal engelleri aşma biçimlerini görmedikleri gibi, somut özelleştirmeler dışındaki sektörel özelleşmeleri ve metalaşmaları dikkate almıyorlar.
Birincisi, Danıştay’ın olumlu görülebilecek kararlarının hepsini “yerindelik” ve “kamu yararı” maddesine dayandırıldığını söylemek doğru değil. Daha da önemlisi bunlardan yüzlerce kat büyük özelleştirmeler ve peşkeşler yıllarca yapıldı. Danıştay onları niye engellemedi madem ki “yerindelik denetimi” bu kadar önemli, madem ki Danıştay sermaye hegemonyasından ve burjuvaziden böylesine bağımsız ve nötr bir kurum?
Özelleştirilen şu işletmelerin büyüklüklerine ve etkilerine bakmak gerek,
TÜPRAS, Petrol Ofisi, PETKİM, Telekom, Çimento Fabrikaları (24 adet), Tüm il ve ilçelerde doğalgaz dağıtım hatları, Tekel İçki ve Tütün Fabrikaları, Yem Fabrikaları (37 Adet), SEK, SEKA, tüm Türkiye’de elektrik dağıtımı, 52 adet Hidro Elektrik Santral ve baraj, çeşitli termik santraller ve doğalgaz santralleri, Sümerbank, Denizbank, Etibank, Anadolubank, sayısız çok önemli hisse (TOFAŞ %21, İşbankası, NETAŞ, TELETAŞ), TZDK, TDİ, ORÜS’ün 100’leri aşan işletmesi, HAVAŞ, PETLAS, USAŞ, GİMA, Tat Konserve…. Kapatılanları, başka işletmelerle birleştirilip satılanları ve küçük işletmeleri saymıyorum. Adım adım özel sektör payının bilinçlice arttırıldığı sağlık, sosyal sigorta, enerji üretimi gibi sektörleri de özelleştirme kavramı içinde incelemek gerek. Danıştay sizce bunları neden iptal etmedi?
Sadece TÜPRAŞ, Türkiye’ye giren tüm petrolü işleme hakkı bulunan tek kuruluş, tek rafinasyon şirketi, yani kullandığımız plastik bardaktan benzine kadar hepsi Koç Grubu’nun cebine kar bırakıyor. Danıştay bunu neden “kamu yararı” nedeniyle iptal etmedi? Son olarak Şeker fabrikalarına bir iptal verdi, hükümetler yukarıdaki sayısız örnekte bu yasal engellemelerin bir biçimde üzerinden atlamasını bildiler, atlayamadıkları zaman sektörü özel girişimciye açtılar ve şu anda şeker üretiminin %46’sı özel ellerde.
Hükümetler bazen Cargill’de oldugu gibi anayasal boşlukları kullanan yasal hamlelerle, bazen yasal yaptırımların uygulanmasını engelleyerek, bazen de TÜPRAŞ örneğinde olduğu gibi “rakip” politik aktörlerle uzlaşarak sayısız özelleştirmeyi yaptılar ve farklı özel yatırımların önünü açtılar. KİT’lere yatırım yapmayıp üretimlerini geliştirmeyip özel sektörün önünü açmak da, Yap işlet devret uygulamaları da zaten bir özelleştirme yöntemiydi. Mesela hiç özelleştirme yapılmadan doğalgaz santrallerine verilen izin ve alım garantileri ile özel sektörün elektrik üretimindeki payı %35’i geçmişti, şimdi %53. Özelleştirmeleri bir yana bırakalım, taşeronlaşmanın, ücretli ve sözleşmeli çalışmanın kamuda bile geldiği durum göz önüne alınırsa mevcut anayasa neyi engelledi gerçekten. KESK’in 2010 Nisan’da yayınladığı “Kamu Sektöründe İstihdam” raporuna bakmak bile acımasızca ilerleyen neoliberal süreç görmek için yeterli.
Uzun erimli, ufku olan ve gerçekçi bir neoliberalizm karşıtı ve sosyalist bir hattın, yukarıdaki binlerce özelleştirmeyi engellemeyen Danıştay kararlarına ve mevcut anayasaya sahip çıkmakla güç kazanacağını düşünmek mümkün değil. Milliyetçi, devletçi, yargı kurumlarını AKP olsun CHP olsun politik ve toplumsal hegemonyadan bağımsız gören, AKP karşıtlığı yaparken kendini sermayenin başka kesimlerinden ve aktörlerinden bağımsızlaştıramayan bir sol, referandumdan sonra da sosyalistler için doğru bir çizgi olmaz diye düşünüyorum.