AKP’den kurtulmak isteyenler bir dönem Cumhuriyet mitingleri düzenlediler. O dönemde kurtuluşun temel aktörü orduydu. Geniş kesimlerde ordunun AKP’yi geriletebilecek yegane güç olduğuna dair bir bilinç vardı. Oysa köprülerin altında sular akmış, ABD artık ordu ile değil esas olarak ılımlı İslamcı parti ile çalışmak kanaatine varmıştı. Hayalleri boşa çıkanlar “Türk Ordusu kağıttan kaplanmış” diyerek ağıtlar yaktılar.
Daha sonra 2008 krizinin AKP’yi götüreceği düşünüldü. 2001 krizinin AKP öncesindeki hükümeti olduğu gibi meclis dışında bırakacağından yola çıkılarak 2008 krizinin de benzer sonuçlar yaratacağı varsayıldı. Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik küçülmesi yerel seçimlerde AKP’ye oy kaybettirdi ama arkası gelmedi.
2014 Mart’ındaki yerel seçimlerde ise cemaatin tapeleri gündemi işgal etmişti. Artık bütün ipliği pazara çıkan AKP’nin sırtı duvara dayanmıştı, hatta en son gün bir büyük kaset skandalı ile altın vuruş gerçekleştirilecekti. Ama olmadı. O “son” tape hiç gelmedi, yükselen beklentiler yine yıkıma uğradı.
Bu aralar Erdoğan’ın küresel güçlerle karşı karşıya gelmesi yeni senaryoları harlıyor. TKP çevreleri uzunca bir süredir AKP “restorasyoncu” odaklar tarafından tasfiye edilmiş gibi olası “liberal restorasyoncuları” hedef tahtasına oturtmakla meşguldü. Bu arada Erdoğan faşizmini adım adım inşa etmeye devam etti. Cizre’de genç bedenleri yakan paramiliter/cihatçı/Reisçi güçler her katliam sonrasında Reis’e duvar yazılarıyla selam çakmadan edemiyorlar. Erdoğan da ağacını, kentini koruyanı “hain” sayıp, gazetecileri tutuksuz yargılamayı öngören Anayasa Mahkemesi’ni tanımamaya devam ediyor. Ortada bir restorasyon yok, tam tersine faşizmin giderek konsolidasyonu var.
Bu aralar AKP içinden çıkan çatlak sesler heyecanı arttırıyor. “AKP’nin çatlaması” senaryoları faşizmden kavgasız kurtulma hayallerini büyütüyor. AKP’nin içine çatlak seslerin olduğu muhakkak, partinin içi sağı solu çeperi kaynıyor. Ancak bunların hiçbirinin şu anda Erdoğan’ı silkeleyemeyeceği unutulmamalı. Cemaat yolsuzluk tapelerini ancak Gezi gibi büyük bir “olay”dan sonra servis edebildiyse Gül ve çevresindekilerin de toplumsal bir reaksiyon patlamadan öne atılabilmelerini ummak gerçekçi değil.
Şunun çok açık biçimde farkında olmamız lazım: Özveride bulunmadan, harekete geçmeden, örgütlenmeden faşizmin gerilemesini ummak demokrasi güçlerinin dönüştüremedikleri bir ruh hali. Ya bu ülkenin demokrasi güçleri mücadele kapasitelerini yükselterek bir araya gelmenin yollarını bulacaklar ya da başta en örgütsüz kesimler için işlerin daha da kötüye gitmesi kaçınılmaz.
Kendi mücadelemiz dışında bir umudumuz olamaz. Ancak onu büyütürsek faşizme karşı mücadelede bir mesafe kat edebiliriz. Kıdem tazminatı yenilen işçiler, iş güvencesi elinden alınan kamu çalışanları, “zorunlu din dersine” hayır çığlığı duyulmayan Aleviler, geleceği çalınan gençler olarak kendi hayatımızın iplerini elimize almak zorundayız.
Peki, bir siyasi örgüt bütün yükü halka yükleyip, “Sizler örgütlenin hayatınıza sahip çıkın, diktatörü durdurun” demekle yetinebilir mi? O zaman böylesi bir siyasi örgüte neden ihtiyaç olsun?
Siyasi örgüt, esas olarak belli bir dönemde başarılması gereken ana görevi, yüklenilmesi gereken ana halkayı tespit etmek, bu görevin hayata geçmesi için öncü güçleri bir araya getirmek ve prototipler yaratmak, yapılması gerekeni özlü ve sade bir şekilde ezilenlere ısrarlı bir biçimde anlatmak ve göstermek, umut vermek ve onları mücadeleye ikna etmek göreviyle karşı karşıyadır. Ayrıca diğer mücadele eden ezilen öbekleri ile koordine olmanın, yan yana yol almanın ısrarla takipçisi olmak ise diğer acil görevdir. Bunları başaramayan bir siyasi örgüt ise ister istemez etkisizleşecek, toplumsal derinliğini kaybedecektir. En genel çağrıları, Lapalis’in doğrularının tekrarını aşacak biçimde bir hedefe kilitlenmek ve bunda ısrarcı olmak. İçinden geçtiğimiz moment siyasi yapıdan bunu bekliyor. “Örgütlenmeliyiz mutlaka” çağrısını “Şu yoldan yürüyüp zafere ulaşmak için mutlaka örgütlenmeliyiz” netliğine ve derinliğine ulaştırmak zorundayız.
Ki böylece umudun sadece kendi ellerimizde olduğu anlaşılabilsin.
Not: Yaşar Kemal’i ölümünün 1. yılında saygıyla anıyoruz. Çağdaş bir ütopya olan “Bir ada hikayesi” serisini okumak bu zor günlerde hepimize iyi gelecektir.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]