Siyasi tarihe faşizmin en şiddetli kurumsallaşma saldırısı olarak geçecek kadar çok saldırının sığdığı bir haftadan geçtik. Bahçeli’nin başkanlık çağrısı sonrasında dalganın daha da derinleşmesini yaşıyoruz. Kendi partisinin ve yeni Başbakanı’nın performansından da çok mutlu olmadığı anlaşılan Saray, Bahçeli’den edindiği taze destekle yeni bir momentum sağlamayı şimdilik başardı. Dış politikada ve ekonomide yaşanması muhtemel şiddetli sıkıntıların anti-faşist güçlere bir dinamizm kazandırmasını engelleyebilmek için tüm politik alan fethedilmek, kamuoyu aykırı seslere tamamen kapatılmak isteniyor.
Türkiye sağı 7 Haziran sonrasında kurulamayan AKP-MHP koalisyonunu şimdi Saray-Bahçeli ittifakı olarak kurmuş görünüyor. Türkiye sağı bu anlamda hem sol hem de askeri bürokrasi karşısında tarihsel ölçekte en güçlü olduğu dönemi yaşıyor diyebiliriz. Bundan 30 yıl önce oldukça marjinal iki hareket olan Türk ırkçılığı ve İslamcılık, mukaddes devlet katında ittifaklarını derinleştiriyor. Erdoğan’ın sağcı kitleler üzerinde yarattığı hipnoz gücü ve popülist enerji bu ittifakın en önemli kozu olarak görünüyor. Ancak bu güç, Türkiye sağının içinde bulunduğu sefaleti daha da fazla gözler önüne sermekten başka bir işe yaramıyor. Hamaset konusu tüm kutsalların kullanılması dünyanın çok önemli bir krizi anında Osmanlıcılıktan, totalitarizmden, kadın ve “öteki” düşmanlığından, sömürüden, kentsel yağmadan başka bir ufku olamayan bu güruhun çapsızlığını daha da göze batırmaktan öteye gidemiyor. Türkiye sağının, genel olarak sağla birlikte insanlık için ne büyük bir tehdit oluşturduğunu 7 Haziran’dan bu yana açıkça yaşıyoruz. Necip Fazıl’la Atsız’ın tilmizleri el ele verdiler, ülkeyi kaostan kaosa sürüklemekte kararlı görünüyorlar.
Türkiye sağının jargonu insani değerlere düşmanlık ifadesi olan kavram ve söylemlerle doludur. “Delikanlılık, erkeklik” gibi erkek egemen dünyanın kavramları adil olmanın koşulu olarak bu literatürde sık sık kullanılır. Oysa Türkiye sağının bilinci yarılmıştır. Söylediğinin ne korkunç göndermeleri içerdiğini anlayabilecek kamil insanlıktan uzaktır. Cehalet ve sığlık neredeyse bir erdem işaretidir. En çok vatan diyen, kâr için ülkeyi talan eder, en çok namustan bahsedenin aklı ahlaksızlıktadır, en çok millet diyen toplumu ateşe atmak için her yolu dener, sırf kendi küçük bir menfaati ya da sımsıkı yapıştığı bir koltuğu, iktidarı için yapmayacağı iş yoktur.
İşte bu bilinç yarılmasını HDP’ye dönük saldırıda da açıkça görmekteyiz. Her yere milli irade yazanlar, günlerdir belediyeleri gasp etmekle, kaymakamdan belediye başkanı üretmekle, milletvekillerini içeri tıkmakla meşgul. Çok ah ettikleri 28 Şubat AKP’li belediyelere kayyum atamayı akıl edememişti. Eğer İstanbul ve Ankara’da bu tarz bir uygulama olsaydı bugün kendilerini ayakta tutan kentsel rant havuzunu yaratma şansları da olmayacaktı. Ancak ortalama bir Türkiye sağcısı bu tabloda bir tutarsızlık görmez, görse bile iktidar için yapılan tutarsızlık görülmez olur. Türkiye sağı Demirtaş’ı tutuklatmakla 7 Haziran’ın kendilerinde yarattığı yıkımın öcünü almak istiyorlar. Ancak bunu adil bir seçimle yapamayacak kadar da “delikanlı”lar. Zaten dünyanın en yüksek barajını aşarak, onlarca çalışanının ölümü pahasına Meclis’e gelebilen ve tüm ülkede heyecan yaratan HDP, siyaset dışı yöntemlerle devre dışı bırakılmak isteniyor.
Türkiye sağı, “devlet ebed müebbed” adına Türkiye toplumun Gezi ile açtığı 7 Haziran’la taçlandırdığı bir büyük umudu son raddesine kadar boğmak istiyor. Saray, bu ezme operasyonu ile kendisini 3. Abdülhamid olarak ilan edebileceğini düşünüyor. Ekonomik kriz ve dış politikada fiyasko bunu imkansız hale getirmeden parantezi kapatmayı umuyor.
Saldırının bu kadar yoğunlaştığı günlerde ayakta kalabilmek, sadece kendisi için değil çevresi için de umut ve direnç üretmek önemli bir maharet gerektiriyor. Bu uzun süreci kendi lehimize çevirebilmemiz ne yaşanılırsa yaşansın her koşulda bir direnç odağı haline gelebilmektir. Vekillerin gözaltına alınması sırasında yaşananlar bu açıdan çok değerlidir.
Üzülmeden, yıkılmadan, umudunu yitirmeden bu değersiz, içeriksiz Türkiye sağı karşısında insanlığı ve ezilenlerin vakarını temsil ettiğini bir süre unutmadan, her koşulda direnmeliyiz. Bütün provokasyonlara karşı barış, özgürlük ve adalet isteğinin koşulsuz mücadelecileri olarak kazanacağız.
Vardık, varız, var olacağız.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]