Bölgemizde üçüncü dünya savaşının provası yapılırken dünya dengelerinde ağır ama önemli değişimler yaşanıyor. Filipinler Devlet Başkanı Duterte Obama’ya küfürleri ile basına konu olurken, bundan öteye açıklamalar da yaptı. Amerikan üslerini kaldıracağını ve Çin’le ilişkilerini geliştireceğini ilan etti. Hatta en önemli gerilim noktası Güney Çin Denizi konusunda Çin’le görüşmeler yaptıklarını bildirdi.
Amerika, Berlin Duvarı’nın yıkılışından beri stratejik ağırlığı Uzak Doğu’ya vermeyi tartışmasına rağmen, Ortadoğu’ya hiç beklemediği ölçüde battığı için bu adımı atamıyor. Ancak Çin, kendi bölgesinde karıncalar gibi çalışıyor. Amerika’nın Güney Çin Denizi üzerinden gerilim yaratma çabaları somut bir sonuç vermedi.
Uzakdoğu’da en önemli gelişme aslında Çin-Rusya ilişkisinin istikrar kazanmasıyla ortaya çıkıyor. ABD, bütün gücüyle olası Rusya-Almanya ilişkisini engellemek için çırpınıp duruyor ve Ukrayna gerilimi tamamıyla bu nedenle yaratılmıştır. Washington şimdilik Rusya-Almanya yakınlaşmasını engellemiş görünüyor. Fakat Uzakdoğu ve hatta dünya dengeleri için Rusya-Çin ilişkisi de aynı ölçüde Batı dünyası için “tehdit” oluşturan bir gelişmedir. Filipinler’den yapılan açıklamalar Uzakdoğu’da güç dengelerinde sıcak gelişmeler yaşanacağına işarettir.
Irak işgalinden beri dünya güçler dengesin ABD aleyhine, Rusya ve Çin lehine gelişmeler yaşandı. Ancak bu gidiş neredeyse kaplumbağa adımlarıyla oluyordu. Arap ayaklanmalarından sonra kritik bir sürece girilmiş, görünüşte Washington birkaç adım öne çıkmıştı. Son birkaç yıldır karşılıklı patinaj yapan güçler durumunun sancılı ve kırılgan bir sürece girdiği görünüyor.
Son gelişmelerle aynı sancılı ve kırılgan durumun bölgemizde de yaşanmakta olduğunu görüyoruz. Musul operasyonu sadece kentin İŞID’den kurtarılmasından ibaret değildir; Irak’ın iç güçler durumunda Bağdat’ın ağılığının artması demektir. Bunun bölgede yan etkileri olacaktır.
Ankara’nın çok kafasına taktığı Haşdi Şabi güçlerinin savaşta rolü artarsa, Suriye’de Esad’ın soluk alma alanının genişlemesi mümkündür. Ayrıca Rusya bir uçak gemisiyle konumunu takviye ediyor. Bu çerçevede bir başka gelişme, uzun çekişmelerden sonra Lübnan Cumhurbaşkanlığına Michel Aoun’ın seçilmesidir. Bu da İran, Suriye, Lübnan ekseninin güçlenmesi anlamına geliyor. Bir de buna Musul’un alınması eklenirse saflardaki dengeler belirgin bir şekilde değişime uğrayabilir. Ayrıca Yemen’de de işler Suudilerin aleyhine gelişiyor.
Ankara bu gelişmeleri okuyarak bir bölge stratejisi geliştirme yoluna çıkmış mıdır? Erdoğan’ın bağırıp çağırmalarının, Cerablus operasyonunun böyle bir derinliği yoktur. Fakat Ankara, gelişmelerin kendi aleyhine olduğunu elbette görüyor. Gürültü çıkartmasının nedeni budur, ancak kuru gürültü strateji anlamına gelmiyor.
Genelkurmay Başkanı’nın Rusya ziyareti bu çerçevede ilginçtir. Musul için esip gürlemesine, “Sıra El Bab’a geldi.” açıklamalarına rağmen Ankara kendine çizilen sınıra dayanmıştır. Rusya ile görüşmeler bu sınırı genişletme amacını taşıyor. Ancak Moskova için en kritik sorun Halep’tir. Türkiye, Putin’le arasını düzelttikten sonra bu konuda tutarlı davranmadı.
Ankara’nın iki büyük gücün çelişkilerinden yararlanma taktiği son derece ilkel ve kısa ömürlüydü ve ömrünün sonuna geldi.
Dünyada ve bölgede güç dengelerinde değişim sancıları yaşanırken Ankara’nın elinde hiçbir strateji yoktur; bu kafayla olma şansı da yoktur. Üstelik yakın gelecekte manevra alanının iyice daralması büyük olasılıktır.
Saray, faşizmi inşa yoluna çıktı ve “bir an önce” bu geçişi tamamlamak niyetinde. Elbette bu gidişe demokrasi güçlerinin etkili bir cevap vermesi gelecek için yaşamsal önem taşıyor.
İpleri her yönden geren Saray’ın politikaları potansiyel olarak iki kırılma noktasına sahiptir. Birisi dış politikadır. Bu sadece esip gürlemelerin boşa düşmesi sonucunda ortaya çıkacak politik itibarsızlaşmadan ibaret değildir. Bölgedeki gerilimin kaçınılmaz bir şekilde ülke içine yansımasıdır.
Diğer kırılma noktası ekonomidir. Başbakan’ın bankalarla yaptığı toplantı işlerin iyi gitmediğinin en açık kanıtı oldu. Kişisel borçların yeniden yapılandırılmasının “rekor” rakamlara varması da bir diğer önemli işaretti.
Demokrasi mücadelesi mi bu kırılma noktalarındaki gerilimi tetikler, yoksa oradan gelen gerilimler hoşnutsuzluğu sokağa mı taşırır; yakın gelecek bu sorunun cevabını verecektir.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]