Kapitalizmin Geleceği
Mehmet YILMAZER
10 Mart 2009
Kapitalist merkezler telaş içinde bunalımdan nasıl çıkılacağını tartışıyorlar. G20 toplantısı öncesi tablo onlar açısından hiç de iç açıcı değildir. Merkezlerin yarım ağızla anlaştıkları tek konu finans spekülasyonlarının daha sıkı denetlenmesidir. Bunun dışında herkesin kendini kurtarması anlamına gelen “paketler” ilan ediliyor. Fakat bu paketlerin bugüne kadar “kurtarıcı” bir etkisi olmamıştır. ABD’nin en büyük sigorta şirketi AIG’nin 60 milyar doların üstünde zarar açıklamasıyla sürünen borsalar iyice dibe vurdu. Ekonomiyle ilgili bütün veriler II. Dünya Savaşından beri en düşük seviyelerde seyrediyor. Artık bunalımın 1929 büyük bunalımından daha büyük olduğu konusunda kimsenin bir şüphesi kalmamıştır.
Yaşanan büyük bunalımla birlikte kapitalizmin geldiği yol kavşağına bakalım. Aslında bu kavşağa Amerikan ekonomisi 1970’li yılların sonlarında gelmişti: Ya eskiyen devasa ekonomik alt yapıyı uzun ve sancılı bir süreçle yenileme yoluna çıkacaktı ya da silah ve spekülasyon (SS) yoluna sapacaktı. Artan rekabet koşullarında kaçınılmaz tercih silah ve spekülasyon oldu. Kendisiyle birlikte bütün dünyayı bu yola sürükledi. Bir yirmi yılda bu yol tıkanmış görünüyor. Kar oranlarını, silahlanma ve finans oyunlarıyla yükseltmenin sonuna gelinmiştir. Bunu söylerken ABD’nin eski yolunu hemen ve bütünüyle terk edeceğini söylemek istemiyoruz. Kendi konumunu restore edebilmek için büyük dirençler gösterecektir. Bu yüzden kapitalizm bunalımdan çıkış yollarını hala tekleştiremedi ve büyük olasılıkla tekleştiremeyecektir. Fakat kapitalizm için hızlı ve çok yüksek karların elde edildiği spekülasyon yolu ve yılları tükenmiştir. “Yağlı yıllar bitti!” Geriye zahmetli olan üretim yolu kalıyor.
Serbest pazar tanrısına kulluk ederek bugünün dünyasında üretimden yüksek karlar elde edebilmek çok zorlaşmıştır. Mevcut tekniklerle üretkenlik yarışı çoktandır bir durgunluğa girmiştir. Bunun en iyi kanıtı başta Amerika’da olmak üzere tüm dünyada oto sanayilerinin sermaye değeri olarak dev ölülere dönüşmüş olmalarıdır. Değersizleşen sermayelerin bir kenara süpürülmesi ve yenilenmesi gerekiyor. Bu devasa operasyon savaş olmadan bir çırpıda yapılamayacak bir şeydir, yapılmaya kalkışılırsa büyük “sosyal sorunlar”la yüzyüze gelinir. Üretimden yüksek kar elde etmek için bilindiği gibi birkaç koşul gerekiyor. En başta yeni üretim teknikleri, ucuz sermaye (faizler sıfır noktalarına indi, ancak hangi strateji yönünde yatırım yapılacaktır, bunu kimse bilmiyor), ucuz iş gücü ve ucuz enerji kaynakları…
Bütün bunlardan bunalımdan çıkış yıllarının aynı zamanda kapitalist merkezler arasında çok daha sertleşecek rekabet yılları olacağı sonucu çıkar. Kurtarma paketlerinin herkesin kendi başının çaresine bakması yönünde şekillenmekte olduğu dikkate alınırsa, neoliberal ekonominin yıldızının parladığı günlerde ulus devletlerin yok olmakta olduğu tezlerinin de sonuna gelindiği anlaşılır. Üretim için hangi yeni tekniklerin ne kadar süre içinde pazara sunulacağı sorusuna büyük dev tekeller bile kendi başlarına karar veremezler. Bu yeni üretim stratejileri ancak devlet desteği ve yönetiminde mümkündür. Zaten hemen tüm kapitalist merkezlerin tarım üretimi uzun yıllardır devlet subvansiyonu ile yürüdü. Yeni seçilecek stratejik üretim alanları için neoliberallerin sözde nefret ettiği devlet neden devreye girmesin! Bu durum kapitalist merkezler arasındaki rekabetin vites büyütmesi anlamına gelir. Çin tam da dünya araba pazarına girmek üzereyken büyük bunalımın patlaması ne ölçüde raslantıdır?
Üretim alanında sermayenin artan organik bileşimi ve büyük güçler arasındaki rekabet kar oranlarını sürekli aşağıya çekmektedir. Bu beladan kapitalist merkezler para spekülasyonu, sıcak para operasyonları, borsa oyunları ve kolay yatırım anlamına gelen özelleştirmelerle kurtulmaya çalıştı. Artı değer üretimiyle bağı iyice kopan spekülasyonlar sonunda bunalımın duvarına çarparak parçalandı. Sosyalist sistem yıkıldığında özellikle Japonya ve Almanya “barış içinde ekonomik rekabet” istemişlerdi. ABD bu kulvarda sürekli kaybedeceğini bildiği için dünyayı bölgesel işgallerle gerdi. Gerilim ve spekülasyon politikalarıyla batılı rakiplerine mevzi kaybettirdi. Neoliberalizm döneminde büyük ABD tekellerinin karının hemen hemen yüzde sekseni değerli kağıt spekülasyonundan geliyordu. Batılı rakiplerine mevzi kaybettiren ABD’nin karşısına enerji ve üretim politikalarıyla iki başka rakip: Çin ve Rusya çıktı. ABD çöken ekonomik yapısıyla aynı stratejiyi sürdürme gücüne artık sahip değildir. Obama’nın yapmaya çalıştıklarına bakılırsa bir yandan Afganistan üzerinden eski gerilim stratejisini yürütmeye niyetlenirken, öte yandan eskiyen ekonomik alt yapıyı uzun vadede onarmaya hazırlanıyor.
Neoliberalizmin parlak günlerinde ABD, dünya birikmiş sermayesinin yüzde yetmişini kendi ekonomisine çekmeyi başardı. Artık aynı çekiciliğe sahip değil. Bu nedenle dış işleri bakanı Clinton ilk gezisini geleneğin aksine Uzakdoğuya ve Çin’e yaptı. Dünyanın ekonomik ağırlığı Uzakdoğuya kayıyor. Ayrıca bu ülkelerde birikmiş sermaye vardır. Clinton’ın dilenciliğinden bir sonuç çıkar mı bilemeyiz, ancak ABD artık kendi ekonomomisine eskisi kadar rahat sermaye çekemeyecektir.
ABD, mevcut gücüyle dünya ekonomisini kendi yörüngesine istediği kadar çekmeye çalışsın “paradan para kazanma” dönemi büyük ölçüde kapandığına göre üretim temelinde rekabete kendisi de katılmak zorundadır. Bu rekabet başlıca üç alanda yoğunlaşacaktır: Yeni üretim teknikleri; mevcut enerji kaynakları üzerinde egemenlik-yeni enerji çeşitlerinin yaratılması ve işgücü maliyetleri.
Kapitalizm, para oyunlarının yolu tıkanınca kaçtığı zahmetli üretim sürecine ağırlık vermekle yüzyüzedir. Bunun anlamı kar kitlesinde ve kar oranlarında keskin düşüşlerin yaşanmasıdır. Kar kitlesinde finans oyunlarının tıkanmasıyla keskin düşüşler zaten yaşanmaya başlamıştır. Bundan daha kötüsü uzun bir dönem kar oranlarında aşağıya gidişlerin yaşanacak olmasıdır. Bunun bazı nedenlerine değinelim. En önemlisi yeni teknikler için yapılacak ve aslında yapılmakta olan sermaye yatırımlarıdır. Bu yatırımlar sermayenin organik bileşimini arttırdığı için kar oranlarını aşağıya çeker. Bu yatırımların en fazla yoğunlaştığı alanlardan birisi yeni enerji kaynaklarının yaratılması yönündedir. Fakat aynı zamanda “geleceğin sanayileri” olan nano ve gen teknolojisi alanlarındaki araştırmalar da büyük sermaye harcamalarını gerektiriyor. Enerji ve ham madde konusu günümüz kapitalizmi için gittikçe köklü bir sorun haline gelmektedir. Emperyalizmin dünyayı talana çıktığı 19.yüzyılın ortalarında herşey bol ve hatta dokunulmamıştı; bugün enerji kaynaklarının ömrü üzerine stratejiler kurgulanıyor. Mevcut enerji kaynakları üzerinde egemenlik kurma ve yeni kaynaklar yaratma mücadelesini yaşanan bunalım şiddetlendirecektir.
Gerileyen kar oranlarına karşı kapitalizmin vereceği diğer bir tepki işgücü maliyetlerinin düşürülmesi yönünde olacaktır. Bugüne kadar düştüğü yetmedi mi diyenlere, gelecek günlerin bugünleri aratacağını söylemek gerekir. Aslında dünyada ucuz işgücünden daha bol bir şey yoktur. Ancak bu konuda kapitalist merkezler açısından iki sorun vardır. Ucuz işgücüne kapılarını ardına kadar açsa yarattığı yaşam seviyesi hızla üçüncü dünya ülkelerinin seviyesine gerileyecektir. Bu durum devrimlere davetiye çıkartmak olur. Fakat bu konuda başka bir sorun daha vardır. Yeni kapitalist üretim tarzı niteliksiz değil, nitelikli işgücüne ve üstelik niteliğini sürekli yenileyebilecek işgücüne gerek duymaktadır. Dolayısıyla sürekli nitelik kazanma koşulu işgücü maliyetini yükselten bir etken olarak rol oynamaktadır. Kapitalizm açısından sorunun çözümü nitelikli işgücü ücretlerini en alt noktalara kadar çekme yönünde şekillenmektedir. Bu yönelim bir yandan, tüm dünyadaki işsizler denizini sürekli büyütecektir; çünkü bunalım koşullarında eğitim alamayan veya eğitimini yenileyemeyen nüfus giderek artacaktır; öte yandan, nitelikli işgücünün ayrıcalıklı yönlerini zaman içinde törpüleyecektir. Belli ölçülerde zaten yaşanmakta olan karmaşık ve yaygın bir proleterleşme süreci yeni bir ivme kazanacaktır.
Her büyük bunalım üretim ve sermaye birikim tarzında önemli değişimlere yol açar. Zaten büyük bunalımlar kapitalizmin sermaye birikiminde köklü tıkanmalardan çıkıp gelir. Kapitalizmin son çeyrek yüzyılda gittiği gibi yürümeyeceği artık ortaya çıkmıştır. Teknikte, üretim tarzında, enerji kaynaklarında, merkezlerin üçüncü dünya ülkeleri ile ilişkilerinde ve iş gücünün üretimdeki konumunda önemli değişimlerin yaşanacağı bir sürece giriliyor. Bu alanlardaki değişimlerin etkisi dalga dalga yaşanacaktır. Bu değişimlerin detaylarını değilse bile ana özelliklerinin bazılarını bugünden öngörmek mümkündür.
Kapitalizm spekülasyon ağırlıklı yapıdan zorunlu olarak üretim ağırlıklı yapıya dönüşecektir. Bu ise uzun vadeli büyük sermaye yatırımlarını gerekli kılıyor. Bu nedenle kar oranlarındaki yaşanacak keskin düşüşlerle baş edebilmek için devletin ekonomiye yeniden müdahalesi kaçınılmazdır. Ancak bu devlet müdahalesi Keynesyen tarzda çalışanları da dikkate alan tarzda değil, tam tersine sermaye yatırımlarının stratejik yönetimiyle sınırlı olacaktır. İş gücünün üretimdeki konumu ise, birbiriyle çelişen iki baskı arasında şekilleniyor. Sürekli yenilenen bir nitelik artışı, buna karşılık yükselmeyen, hatta azalan ücretler.
Sonuç olarak, üretim zahmetinden kaçan kapitalizm girdiği bunalımla bu kaçtığı yola yeniden zorlanıyor. Böylece dünyanın mevcut koşullarında ve tüketim çılgınlığını körükleyen kar için üretim güdüsüyle kapitalizm, yeni tarihi bir sınava giriyor.
Bu bunalımın kapitalizmin “son” bunalımı olmadığı açıktır. Son bunalım olabilmesi için alternatifinin çok güçlü olarak tarih sahnesinde yerini almış olması gerekirdi. Oysa dünya sosyalist hareketi ve işçi sınıfının mücadele seviyesi yüzyıllık tarihinin en geri noktasındadır. Sadece pratik güç olarak değil, teorik öngörü ve ideolojik üstünlük olarak da dünya sosyalist hareketi oldukça dağınık bir tablo çizmektedir. Bu büyük dezavantaja rağmen önemli bir olumlu gelişme vardır. Kapitalizmin böyle yürümeyeceği üzerine bir sezgi ve bilinçlenme gittikçe yaygınlaşmaktadır. “Başka bir dünya mümkün!” sloganı bu olguyu en çarpıcı şekilde açıklıyor. “Nasıl bir dünya”nın mümkün olduğu üzerine insanlık daha çok tartışacak! Bu tartışmanın ve bu yönde davranışların artacağı bir döneme girdiğimizin işaretleri gün geçtikçe çoğalıyor.
Ortada kapitalizmin tarihinde yaşanmamış “akıl almaz” bir çelişki var. Kapitalizm derin bir kriz yaşıyor, buna karşılık çalışan (ve elbette çalışamayan-işsiz) kitlelerin örgütlülüğü ve mücadelesi inanılmaz ölçüde zayıf! Çelişkinin garipliği aynı zamanda onun bugüne kadar yaşanmış bildik yollardan çözülemeyeceğinin de kanıtıdır.
Kapitalizm, derinleşen çelişkileriyle kendi içinde pek çok yıkıcı güç biriktiriyor. Üstelik dünya ölçüsünde dikkate alındığında bu yıkıcı güçlerin üretimle bağı gittikçe kopmaktadır. Kapitalizm, geldiği bilgi-hizmet kapitalizmi aşamasında, ne ölçüde üretime yönelirse o ölçüde kapitalizmin üretim temellerini imkansız hale getirecek koşullar yaratıyor. Çok küçük yüksek nitelikli işgücü azınlığı; devasa niteliksiz işgücü ve işsiz yığınlar denizi. Yeni Berlin duvarının sınırı buralardan geçiyor, ancak duvarın temellerinde her gün daha fazla patlayıcı madde birikiyor.