“Hakların güvence altına alınmadığı ve kuvvetler ayrılığının olmadığı bir toplumda Anayasa yoktur”. 16 Ağustos 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesi. Tarihin en keskin burjuva devriminin daha birinci ayında oluşturduğu belgede böyle yazıyor. Bu çerçeveyi doğru kabul edersek Anayasa Komisyonu’ndan geçen taslak aslında Anayasa değişikliği değil Anayasayı lağvetme teşebbüsü olarak da değerlendirilebilir. Yasmayı ve yargıyı doğrudan yürütmenin, o da değil basbayağı Erdoğan’ın hakimiyeti altına veren ve bunun en az 12 yıl sürmesini garanti altına alan bir düzenlemeyi Anayasal bir düzenleme olarak kabul edemeyiz. Referandum da oylanacak olan Anayasanın varlığı ya da yokluğu olacaktır. Hanefi Avcı’nın kitabını yazdığı gerekçesiyle Fethullahçılar tarafından tutuklanan ve aslında o zamana kadar yürütülen davalara karşı kayıtsızlığın sona ermesine yol açan Ahmet Şık’ın bugün de FETÖ destekçiliğinden tutuklanması hiç kimsenin hiçbir hakkının güvence altında olmadığı bir ülkede yaşıyor olduğumuz gerçeğini de bir kez daha yüzümüze vurduysa Anayasa’nın olmama durumu daha da netleşmiş demektir.
Bu ülkenin aklı başında bütün insanları Kürt düşmanlığının ve şuursuz dış politikanın ülkeyi yönetilemez hale getireceğini tane tane anlattı. Fakat başkanlık hayallerini Fetihçi ve yeniden doğuşçu bir hikaye ile taçlandırmak isteyen Erdoğan, 15 Temmuz sonrasında askerin komuta kademesini de tamamen denetim altına alarak Suriye’ye girdi. El Bab’a saldırma ve arkasından Halep konusunda Rusya ile işbirliği devlet ile cihatçılar arasındaki ilişkiyi de çığırından çıkardı. Bu çığırından çıkma aynı zamanda içeride köpürtülmüş bir militan dincilikle de birleşince cihatçıların içerideki av sahası da giderek yayılmış oldu. IŞİD’in yılbaşı gecesi gerçekleştirdiği katliam Paris’teki katliamı hatırlatan bir seviye sıçraması ortaya çıkardı. IŞİD’in içerideki dincileşme ile rezonansa gelebilme kapasitesi, sınıfsal gerilimleri dincilikle eklemleyebilme yeteneği ürkütücü sonuçlar yaratabilir. Pakistanlaşma denen olgunun ne anlama gelebileceğini İdlip operasyonlarından sonra daha iyi anlayacağız. Putin yaptığı hamlelerle hem bir NATO üyesi olan Türkiye’yi yanına çekerek ABD’yi çıldırtma şansını değerlendiriyor (Obama’nın giderayak Rus diplomatları kapı dışarı etme kararının Suriye ateşkesinde devre dışı kalmasına bir yanıt olduğunu görmek zor değil) hem de Erdoğan’ı sevgili cihatçıları ile helalleşmeye itiyor. Erdoğan Başkanlık telaşıyla denize düşmüş vaziyette yılana sarılırken İslamcı entelijansiya denen zırdeli grup neredeyse ABD’nin kendilerine nasıl da Komünizmle Mücadele Dernekleri kurdurttuğuna dizlerine vura vura hayıflanıyorlar. İslamcılık kendisi büyük bir girdapta boğulurken tüm ülkeyi tımarhaneye çevirmeye azmetmiş görünüyor. AKP’nin giderek daha fazla MHP’leşmesi, İslamcı tabanın giderek IŞİD’leşmesi, manasız bir “Kurtuluş Savaşı” jargonunun dillere pelesenk olması hayırlara vesile olmasa gerek.
Elektrik şirketlerini zengin etmek için hayata geçirilen saat düzenlemesinin yol açtığı elektrik kesintileri bu hafta sanayinin durmasına ve birkaç milyon dolarlık zarara yol açtı. Artan elektrik talebini karşılamaya yetecek kadar üretim yapılamadığı için elektrikler planlı olarak kesiliyor. Boğaz Köprüsü’nden geçiş 7 lira yapılarak diğer Deli Dumrul köprülerinden kaynaklanan zararlar finanse edilmeye çalışılıyor. THY, işçilerin zam hakkını ellerinden alıyor. Asgari ücret komik bir artışla geçiştiriliyor. Güven Endeksi son yılların en düşük seviyesine geriliyor. AKP cephesi kendisini ve herkesi Trump’un gelmesi her şeyi düzeltecek hikayesine inandırmaya çalışıyor.
Şu anda en büyük meselemiz ülkenin her açıdan canına okuyan ve yaşanmaz hale getiren bir kliğin padişahlıktan beter bir iktidar gaspını gerçekleştirmesinin önüne geçebilecek ne yapılabilir sorusunu cevaplayabilmek. Devlet tüm kanatlarıyla böylesi bir değişime ikna olmuş mudur? Devletin Rojava’nın statü kazanmasının engellenmesi yönünde bir konsensusu odluğu açıktır fakat bunun Erdoğan’ın başkanlığı konusunda ne seviyede olduğu belli değildir. Erdoğan karşısında bağımsız hareket etme kapasitesi olan devlet kanatlarının kalıp kalmadığı da belli değildir. Hazırlanan taslağın da bu gerçeğe uygun bir şekilde, iktidarı hiç kimse ile paylaşmama esasına göre hazırlandığı açıktır. Trump ile Putin anlaşır da Suriye’nin tüm vebalini Erdoğan’ın sırtına yıkmaya kalkarlarsa tablo farklılaşabilir ancak şu anda devlet içinden bir karşı duruş pek olası görünmemektedir.
Normal koşullarda gerçekleştirilen hiçbir referandumda böylesi bir taslak hele bu performans seviyesinde, ülkenin başı bu kadar belaya sokulmuşken yeterli oyu alamaz. Bu durum içleri ferahlatmamalı, bu durum sadece baskının daha da artacağı, Erdoğan tarafından tüm çatlak seslerin daha da şiddetli biçimde susturulmaya çalışılacağı anlamına gelir. Bu yüzden Cumhuriyet’in demokratikleşmeden savunulamayacağını düşünenlerin, politik atmosferdeki keskin dönüşü hesaba katan, referandum sürecinin olağanüstü koşullarına yanıt üretebilecek bir direnç yaratabilmesi hayati önemdedir. Ancak böylesi bir tutum Cumhuriyeti savunan daha geniş kitleleri de demokrasi mücadelesine ikna edebilir. Durumun CHP milletvekillerinin koro halinde bildiri okuması ile aşılamayacağını en iyi CHP tabanı anlamaktadır. Ana muhalefet partisi başkanının içerideki gazetecilere “üzülmesinler dışarısı da içerisi gibi açık hapishane” demesi bütün bu deli saçması duruma katkı olarak değerlendirilmeli.
Toplumun geniş kesimlerinin iyi bildiklerini sokaktan duymaya, bu sayede inançlarını büyütmeye ihtiyaçları var. Örgütlü kesimler bu yükün altından kalkabilecekler yolu açabilirler mi? Çözümünün bulunması en hayati sonuçları yaratacak sorunumuz budur.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]