Hükümetin %4,5 GSYİH büyümesi ve 15 milyar dolar yabancı doğrudan sermaye girişi, TCMB’nin ise %7,5 enflasyon “ümit” ettiği 2016 yılında bunların hayal olduğu daha ilk ayda ortaya çıktı. Her ne kadar ülkesinde binlerce kilometre uzakta Cumhurun başkanı “en fazla uluslararası yatırım çeken 12. ülke konumunda olunduğunu” söylese ve IMF 2015 Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’na göre Türkiye’nin 2020 yılına kadar büyüme gösterecek ülkeler arasında olduğunu belirttiyse de gerçekler farklı.
Erdoğan söylediklerine IMF’yi referans olarak gösterme gafını ise bir sonraki cümlesi ile düzeltmeye çalıştı, “Biz bu rakamın çok daha yüksek gerçekleşeceğine inanıyoruz. IMF bizimle ilgili tahminlerini tutturamadı. Onun üzerinde çıktık. Yine tutturamayacak.” Ve kendini tutamadan devam etti, “IMF size borç veriyor, verdikten sonra sizi siyaseten de idare etmeye çalışıyor. Bunu IMF Başkanı’na söylemiştim bir ara. Bizi siyaseten idare edecekseniz kusura bakmayın. Ben öyle bir başbakan değilim.”
Oysa o daha seyahate çıkmadan IMF heyeti yılın ilk ziyaretini yapmış ve incemeler sonucu yaptıkları açıklama bunların tersi yönde olmuştu. Buna göre azalan cari açığa karşın iç tüketim kaynaklı ekonomik büyüme dış borç tehlikesini patlama noktasına getirmiş durumda. Türkiye sadece 2016 yılında, cari açıkla birlikte 200 milyar doların üzerinde döviz finansmanı bulmak zorunda. Merkez Bankası’nın rezervleri de 93 milyar dolar civarında. Döviz maliyetlerin yüksekliği ve artan kırılganlık TL’yi sürekli devalüasyon baskısı altında tutmakta. Ayrıca hükümetin fazlasıyla genişlemeci para ve maliye politikaları nedeniyle yükselen enflasyon beklentileri söz konusu.
Dış ticaretteki dengesizliklere IMF tarafından önerilen çözüm tasarrufun arttırılması ve bu nedenle kıdem tazminatının tekrar gündeme gelmesi tesadüf değil. 2015’te cari açığın GSMH’ye oranının %4,4 olacağını tahmin ediyor. IMF büyümenin iç talep kaynaklı olmasının, Türkiye’nin tasarruf açığı sorununda çözüme giden bir yol olmadığını hatta dış dengesizliklerindeki bozulmayı körükleyeceğini düşünüyor. Fon’un, riskler konusunda önemli vurgusu; dış finansman ihtiyacının kısmen de olsa Merkez Bankası’nın rezervlerinden karşılanmakta oluşu ve ödemeler dengesinde kaynağı belli olmayan sermaye girişlerinin artan ağırlığının dikkat çekmekte olduğu.
Türkiye her ne kadar şu ana dek TL’deki devalüasyona karşı dayanıklı durmuş olsa da, Fon’a göre eldeki “tampon güçlerin” azalması, Fed’in faiz artışlarını derinleştireceği önümüzdeki dönemlerde Türkiye’yi daha sert sermaye çıkışlarına karşı daha da kırılgan hale getiriyor.
Dış kırılganlıkları azaltmanın formülünü iç talebi yavaşlatmak ve tasarruf oranını artırmak olarak veriyor. Bu önerme de zaten akla hemen faiz artışını getiriyor. IMF ekonomik dengeleme için gerekli reformlar arasında önceliği özel emeklilik sistemindeki fonların artmasını sağlayacak önlemlere veriyor. Fon ayrıca emek piyasasında esnekliği artıracak değişiklikleri de rekabet gücü açısından vurguluyor. IMF’nin önemli bir cümlesi ise, çoktandır geciken bu reformların “artık hızla” uygulamaya sokulmasını gerektiği.
Başbakan Yardımcısı Elvan’ın açıklamasına bakalım: “Kıdem tazminatına ilişkin düzenlemeyi önümüzdeki günlerde TBMM’ye sevk edeceğiz. Bu hafta sonu itibarıyla esneklikle ve özel istihdam bürolarıyla ilgili yasa tasarılarını TBMM’ye sunacağız”. Kıdem tazminatının amacı açık, iç tasarrufu arttırmak, yani IMF’nin “tavsiyesini” yerine getirmek, esneklik ve özel istihdamda aynı amaçlı. Yani IMF ülkeyi “siyaseten idare ediyor”.
Başbakan olarak buna izin vermeyen zat Beştepe’ye taşındıktan sonra bu işlerden elini eteğini çekmiş olsa gerek diye düşünenler olabilir. Böyle olmadığını biliyoruz. Hesap başka türlü yapılıyor, toplum önünde kükreyen kapalı kapılar ardında süt dökmüş kediye dönüşüyor, emirler veriliyor, gereken yapılıyor.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-akyol-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]