IMF Tartışmaları, Kriz ve Türkiye
Mehmet YILMAZER
1 Kasım 2008
Dünya ekonomik krizinin Türkiye’yi etkileyip etkilemeyeceği tartışmaları birdenbire yön değiştirdi ve IMF ile anlaşma yapılıp yapılmamasına dönüştü. Bu krizin kapıdan girdiği anlamına gelir.
Epeydir uyuyan canavar dünya ekonomik krizinin bir noktasında yeniden uyandı. 1990 – 2000 yılları arasında dünyanın çeşitli ülkelerinde yürüttüğü mali operasyonlarla ipliği iyice pazara çıkan IMF uzun süredir “müşterisiz” kalmış, hatta krize girmişti. Personel maaşlarını ödemekte zorluk çekiyordu. Dünya ekonomik kriziyle birlikte ilk kurban Ukrayna kendini IMF’nin kucağına attı. Sırada Macaristan var. Daha sonra Baltık Ülkeleri, Güney Afrika, Pakistan ve elbette Türkiye’nin adı geçiyor. IMF’nin önüne ABD oturması gerekirken yine kurban olarak üçüncü dünya ülkeleri seçiliyor. Sayılan kurbanların arasında en büyük ekonomi Türkiye’dir. Ve üzerinde yürütülecek bir mali operasyon için düğmeye basılmıştır. Deutsche Bank Türkiye’nin 90 milyar dolara ihtiyacı olduğunu açıkladı. Fransa adına Le Monde, Türkiye onuru bir yana bırakıp IMF ile anlaşma yapmalıdır, diyor. İngiltere adına Financial Times da Türkiye’nin koşarak bir büyük ekonomik krize gittiğini söylüyor. Böylece dünya finans kapitali Türkiye için alarm zillerini çalarak onu IMF’nin önünde bir kez daha diz çökmeye zorluyor.
Bu olanları nasıl yorumlamalı? Büyük krizin bedelinin hiç değilse bir bölümü üçüncü dünya ülkelerine yıkılmaya çalışılıyor. Devasa kurtarma paketleri şu ana kadar bir işe yaramadı. Dünya finans kapitaline yeni kaynaklar gereklidir. IMF elini bir kez daha yoksul dünya halklarının cebine atıyor. Demek ki, bu büyük krizden finans merkezleri hiçbir ders çıkartmamışlar. Bu güne kadar yapılanları tekrar etmekten başka bir yol bulamayan kapitalizm, böylece krizi dünya ölçüsünde çok daha dayanılmaz noktalara kadar derinleştirecektir.
Öte yandan kapitalist merkezlerde patlak veren krize karşı üçüncü dünya ülkelerinden öfkeli tepkiler yükselmeye başlamıştır. Latin Amerika ülkeleri kendi çözümlerini bulmak için tartışıyorlar. Çözüm olarak IMF’nin adı geçmiyor. Birleşmiş Milletlerde yapılan bir toplantıda da benzer bir tepki ortaya çıkmıştır. Paranın Kâbelerinden Dünya Bankasından kovulan Clinton’ın Nobel ödüllü ekonomisti Joseph Stiglitz bu toplantıda “yeni bir mali fon”un kurulmasını ve bunun Çin, Japonya, Hindistan ve petrol ihraç eden ülkelerden oluşmasını öneriyor. (W. Kerler, Revolt Against “Elite Clup” Grows at U.N) Epeydir dünyanın tek mali havuzunun artık IMF olmadığı ortaya çıkmıştı. Stiglitz’in saydığı ülkelerin mali fonları bugün artık IMF’den daha büyüktür. Ancak “yeni bir mali fon” önerisi bugün hayalden öteye bir anlama sahip değildir. Böyle bir girişim Amerika’ya karşı bir mali savaş açmak anlamına gelir. Fakat bu öneri artık aynı zamanda dünyanın mali egemenlerinin tablosunda köklü değişimlerin yaşanacağının güçlü bir işaretidir. IMF fırsat bu fırsat diyerek elli yıldır yaptığının bir tekrarını yapmaya soyunuyor. Ancak artık farklı bir dünyada yaşıyoruz. Bakalım IMF bu krizde kaç ülke avlayacak? Ve avlarını ağız tadıyla yiyebilecek mi?
Türkiye’ye gelirsek! 250 milyarı aşkın borçla Türkiye Amerika’ya benzer bir ekonomik yapıya sahiptir. Her yıl 50 milyar dolar sermaye girişine gerek duyan Türkiye kredi piyasalarının donduğu dünyadan nasıl kredi almaya devam edecektir? Sıcak para bütün üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi çoktan ülkeyi terk etti. Başbakan, medyanın söylediklerine inanırsak her konuşmasında “IMF’e rest çekiyor”. Öte yandan vatandaşlarının yurtdışındaki birikimlerini çekebilmek için yeni kanunlar çıkartarak güvence vermeye çalışıyor. Demek ki, sermaye girişine ekmek su kadar ihtiyacı var. Başbakan, IMF ile anlaşma yapmazsa Körfez sermayesinin yapacağı yatırımlara mı güveniyor? Ancak Körfez’de (Kuveyt’te) dünyanın en büyük Amerikan üssünün olduğunu unutuyor olmalıdır. Körfezdeki dolarlar hala Amerikan silah gücünün gösterdiği yöne akmaya devam ediyor. Bir diğer çok önemli konu, dış borçların büyük çoğunluğu şirketlerin uluslar arası bankalardan aldıklarıdır. Borç çevrimini yapamazlarsa bu şirketler yabancı sermayenin doğrudan ağına düşecektir. Türkiye dünya ekonomik krizinden üç yönlü etkileniyor. Sıcak para ilk elden tasını tarağını toplayıp gitmiştir. Diğer yandan, Türkiye’nin ihracat pazarı durgunlaşan dünya ekonomisi nedeniyle daralıyor. Aynı zamanda dünya kredi piyasası donduğu için Türkiye’ye kredi akışı zayıflamaktadır. IMF ile anlaşma yabancı sermayeye kısmi bir güvence anlamına gelecektir. Eğer heveslisi çıkarsa Türkiye’ye sermaye yatırmaya devam edecektir. Fakat dünyadaki ekonomik krizin boyutu dikkate alınırsa bu “güvence” hiçbir işe yaramayabilir.
Ancak Başbakan haksız da sayılmaz, bugünkü koşullarda IMF ile bir anlaşma yapmak Türkiye’nin orta ve uzun vadeli geleceğini uluslar arası finans kapitale ipotek etmek anlamına geliyor. Hemen bütün yatırım harcamaları duracak, dış borç ödemelerine göre her şeyden “tasarruf” yapılacaktır. Neoliberal politikalar yolundan giderken özelleştirmelerle zaten her şey satıldı. Geriye ne kaldı?
Buradan politikaya geliriz. Türkiye uzun zamandır ABD’nin bölgede kendine biçmeye çalıştığı role ayak sürçtü. Daha da öteye İran Cumhurbaşkanını ağırladı. İran’a bir Amerikan saldırısına soğuk baktı. Son yaşanan Gürcistan provakasyonuna karşı Rusya ile ilişkilerini bozmadan cevap vermeye çalıştı. Bölgede kendi hareket alanını yaratmak gibi çabalara girdi. Fakat bu “güzel” günlerin dünya ekonomik kriziyle sonuna gelindi. Şimdi uluslar arası finans kapital Türkiye’den bunların bedelini sormaya hazırlanıyor. IMF’nin önüne oturacak bir Türkiye kısmi olarak elde ettiği hareket imkânını tümüyle yitirecektir.
Dünya ekonomik krizinde aynı zamanda dünya güç dengeleri de yeniden kurulacaktır. Türkiye neoliberal politikalara uzun bir savaş molasından sonra 2001’de henüz yeni katılmıştı ki, neoliberal politikalar dünyada çöküşe girdi. Batılı merkezler can havliyle kendilerini kurtarmaya çalışırken, bu krizin bedelini hem kendi haklarına hem de üçüncü dünya ülkelerine ödetmeye çalışıyorlar. Türkiye neoliberal politikalarla uluslar arası ekonomiye “entegre olmanın” keyfini çıkartamadan kara delik gibi dünyayı etkisine alan büyük krizin kenarından içine yuvarlanma sancılarını yaşıyor. IMF’ye “rest” çekip “kendi yağımızla kavrulmak” için çok geç! Krizin ateşinde kavrulma zamanı geldi.