Hep O ”Beyaz Renault’lar”
Sebüktay KAAN
30 Aralık 2010
23 Aralık 2010 Perşembe sabahı, kısa bir hazırlıkla, 33 yıl önce faşist terörün karanlık bir pususunda katledilen, Kadıköy Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi’nden okul arkadaşımız Mustafa Sacit Saraçoğlu’nu vurulduğu yerde; Bağlarbaşı Fakülte Durağı’nda andık. Ellerimizde Mustafa’nın resimleri ve kırmızı güller vardı. Mustafa’nın ağabeyi, değerli Toygun Saraçoğlu da bizimle birlikteydi. Aramızda yurtdışından, Ankara’dan, İskenderun’dan, Söke’den gelen arkadaşlarımızla 30 kişi kadardık. Basın aracılığıyla seslendik, o günleri anlattık! ”Polisler, yine coplarla gençliğe saldırıyorlar, yeter, coplarınızı indirin, gençliğe yönelik şiddete derhal son verin!” dedik.
Sonra aramızdan bir 15 kadarımız da, anma törenine katılamayan Mustafa’nın annesi Ülker Teyze’yi evinde ziyaret ettik. Hepimize tek tek sarılıp öptü Ülker teyze. En çok Mustafa’dan konuştuk doğal ki. Mustafa’nın duvarda asılı büyük boy bir portresinin altında.
Sonra sorduk; ”Ne oldu sonra?.. Bir soruşturma, bir dava açıldı mı? Bir gören filan olmamış mı?.. Ne oldu sonra?”
Ağabeyi Toygun Saraçoğlu uzun uzun anlattı. Mustafa, sabah okula gitmek için durakta beklerken üzerine beyaz bir Renault arabadan ateş açılıyor. Araba oradan hızla uzaklaşırken, yere düşen Mustafa’nın yanında, bir sivil polis bitiyor. Sivil polis, yaralı Mustafa’nın yanına kimseyi yaklaştırmıyor. Mustafa epey bir gecikmeyle hastaneye kaldırılıyor. Mustafa’yla ilgilenen iki doktorun Ülkü Ocakları’nda kayıtlı olduğu daha sonra ortaya çıkıyor. Doktorların Mustafa’ya defalarca sorduğu ve Mustafa’nın da belirsiz kaş oynatmalarıyla yanıtlamaya çalıştığı ”Sağcı mısın, solcu musun?” sorusuna, bir hemşire tanıklık ediyor. Soruşturmada ifade veren bir görgü tanığı (açık ki bir tehdit sonucu) ifadesini, daha sonra geri alıyor. Toygun Saraçoğlu diyor ki olayın üzerine samimiyetle gitmek isteyen iki ayrı soruşturma timi belli bir noktaya ulaştıktan sonra başka görevlere atanmışlar ya da görev yerleri değiştirilmiş. ”Biz defalarca yeni bir araştırma birimiyle, soruşturmanın yeniden başlatılmasını sağlayabildik ama her defasında görünmez bir duvar vardı, onu geçemedik. Gizli bir el soruşturmanın sürekliliğini, bir noktaya varıldığında mutlaka durdurdu. Hatta babam Ali Saraçoğlu, bu özel tim üyelerinin anlattıkları olayları ve verdikleri belgeleri, Mustafa Sacit anısına yayımladığı “SEN HİÇ OĞUL EMZİRDİN Mİ KÖR KURŞUN” isimli kitabının 3. baskısının dağıtımına, dönemin Sıkı Yönetim Komutanlığınca izin verilmedi. Ardından, olayın faili meçhul kalışından da son derece etkilenerek enfarktüs geçirmesine neden oldu.”
Mustafa’nın katilleri de binlerce cinayetin katilleri gibi bulunup ortaya çıkartılmadılar, tersine korundular. Bu türden cinayetlerin ve katliamların faillerinin, devletin gizli açık kurumlarıyla nasıl iç içe oldukları ve nasıl korundukları zaman içinde çok daha iyi açığa çıktı. Failler bulunmadığı gibi bir çok suç da artık ”zaman aşımına” uğratılmış durumda. Mustafa’nın fiili katilleri belki artık hiç bulunamayacak. Adli kurumlar, Mustafa davasını ”zaman aşımıyla” hafızasından silecek. Ama bizler, ne Mustafa’yı unutacağız ne de Mustafa’nın katilerini. Ne bizim kuşakların üzerinde oynanan oyunları unutacağız ne de yeni kuşaklar üzerinde oynanan oyunlara göz yumacağız.
Kalkarken dedi ki Ülker Teyze, ”İlk kez bugün Mustafa’nın gözlerinin içine bakabildim. Resmi hep orada asılı durur. Zaman zaman tozunu alır silerim. Ama hiç gözlerine bakamadım… İlk kez bugün… İlk kez bugün bakabildim gözlerinin içine.”