Gerilim, Gaf ve Boykot
M. Sinan MERT
25 Ağustos 2010
İktidar savaşları bütün hızıyla devam ediyor. Hâkim ve savcıların atamaları ile ilgili süreç bir kez daha tıkandı. Hükümet atamaların referandum sonrasında yapılmasını istediği için süreci kilitledi. TÜSİAD ve TOBB’a dönük top atışları Erdoğan’ın referandumu ne kadar önemsediğinin bir göstergesi. AKP bu örgütlerin aslında önemli bir desteğine sahip olduğunu bilerek, bunun görünür kılınmasını istiyor. Fakat bu zorlaması muhtemelen ters teper ve kararsızların bir kısmı HAYIR oyuna yönelir. Erdoğan YAŞ performansı sonrasında özgüvenini olağanüstü arttırdı. Kendisine en büyük baş ağrısını yaratan PKK saldırılarının da şimdilik durması -bunun için Başbakanlık’ın devreye girip İmralı’ya avukatların gidebilmesi için devreye girmesi AKP’nin ateşkesi, en azından bu momentte ne kadar çok istediğinin açık işareti- ayrı bir rahatlık sağladı. Bu durum Erdoğan’ın aklı ile dili arasındaki mesafeyi daha da kısalttı. Önümüzdeki günlerde Erdoğan, düşmanlarının diline pelesenk edeceği yeni inciler mutlaka yumurtlayacaktır.
Memurlarla yürütülen toplu görüşmelerde ise bizim KESK başkanı Sami Evren’in kırdığı tarihi pot dudak uçuklattı. Sözüm ona karşı çıktığımız grevsiz toplu sözleşme maddesinin uygulanabilmesi için görüşmelerin ertelenmesi teklifi oportünizmin ulaşabileceği doruk noktası olarak tarihe geçti. Tabii hükümet tarafı fırsatı kaçırmadı ve KESK’i epeyce maskaraya çevirdi. Grevli toplu sözleşme hakkı için yürüttüğümüz bütün mücadeleler bence bu kendini bilmez, şuursuz açılım ile büyük oranda değersizleştirildi. Büyük siyaset yapıyorum diye kendini rezil rüsva etmenin tarihsel bir örneğidir yaşanan. Kendi gücüne güvenmeden büyük siyasete kalkışmanın faturasının ne kadar ağır olacağının ibretlik bir göstergesidir. Sami Evren’in EDP’lilik ile KESK’lilik sınırında gerçekleştirmeye çalıştığı bu ince operasyon KESK’in kongreye kadarki gündeminin en önemli bileşeni olacaktır. Şimdiye kadar öyle veya böyle idare eden KESK yönetimi bu çıkışıyla bütünüyle güvenilmez bir duruma düşmüştür.
Susurluk döneminin ünlü polis şefi Hanefi Avcı’nın Fetullahçıların devlet içindeki örgütlenmesini ve etki seviyesini deşifre etmeyi amaçlayan kitabı ise yine şaşırtıcı bir zamanlama ile ortaya çıkmıştır. AKP ve Gülen çevresi arasındaki ilişkinin çok da sımsıcak olmadığı, iki tarafın zaman zaman birbirine elense çektiğini iyi biliyoruz. ABD’nin İsrail ile yaşanan gerilim sonrasında tepkisini kısmen Gülen’in demeci ile verdiğini hatırlıyoruz. Gülen’in mezarda yatanları bile Evet oyu vermeye davet etmesi sonrasında Avcı’nın devreye girmesinin gerçekten ilginç saflaşmaların önünü açabileceğini kestirmek gerekiyor.
AKP’nin ABD’li neo-conlar aracılığı ile makasa alınması, arkasında Siyonistlerin olduğu bir plan. Fakat bu zorlamanın doğrudan ABD politikasına yansıyacağına dair işaretler henüz oldukça sınırlı. ABD, toplumunun %20’sinin Obama’nın Müslüman olduğunu düşündüğü, şu anda da New York’a yapılması planlanan bir cami meselesi nedeniyle derin bir tartışmaya sürüklenmiş bir ülke. Ancak AKP’nin iç siyasette ciddi bir güç kaybına uğraması ve alternatiflerinin ortaya çıkması neo-con planlarını ABD devletinin ortak planları haline getirebilir.
Bütün bu karmaşa içerisinde HAYIR oyu vermenin cazibesi artmış gibi gözükse de sınıfın tarafını inşa etme görevinin ciddiyeti bütün bu gerilimler sonrasında daha da artıyor. Sınıfın tarafını inşa edebilmenin yegâne yolu BOYKOTu büyütmektir. İktidar bloğunun çekirdeğinin en güçsüzleştiği bir momentten geçiyoruz. ABD’nin krizin ikinci dibini görme ihtimalinin arttığı, Yunanistan’dan Pakistan’a kadar olan bir hatta her an her şeyin olabileceği bir dönemde sürecin etkin bir öznesi olabilmek için mutlaka 3.CEPHE ekseninde bir toparlanmaya ve zengin-yoksul gerilimini açığa çıkartan bir siyasi mücadeleyi yükseltebilmeye ihtiyaç var. HAYIR, solun geleneksel tabanı ile daha rahat ilişkilenebilmeyi sağlar ama onu CHP eksenine daha sıkı bağlar. Oysa bugün bizim kendi yerimizi yapma ihtiyacımız var. BDP’nin BOYKOT tercihini tartışmaya açtırmış olması bu gerçeği değiştirmez. Zaten devletin BDP’yi EVET çizgisine çekebilecek bir adım atamayacağı –kısa bir vadede-MGK toplantısı ile ortaya çıkmış gibi oldu.
Zor işleri başarınca ancak mesafe kat etmek mümkün olabiliyor.