Hareketimizin Tarihindeki ’78 Kopuşmaları”na 30 Yıl Sonrasından Eleştirel Bir Bakış
Anılar, Deneyler, Dersler
Geleneğimizdeki ’78 kopuşmalarına bugünden bir kez daha dönüp bakmak, birçok açıdan önemli. Her şeyden önce yakın dönem kadrolarının, kökleriyle daha sağlam bağlar kurabilmeleri; kuşaklar arası sirkülasyonun gelişkinleşmesi, ayrıca tarihimize eleştirel bir gözle bakabilme becerisini göstererek bugün, bire bir olmasa da benzer dönemeçlerde/yokuşlarda daha yetkin davranabilme kollektif yeteneğini edinebilmek açısından önemli.
Böyle bir eleştirel “tarih anımsaması”na kalkışırken elbette hem o günün dünya ve Türkiye koşullarına ve hem de geleneğimizin öznel zaaflarına ve yetkinliklerine de bakacak, olayları kendi “zaman ve mekan” koşulları içinde değerlendireceğiz. Çıkartacağımız sonuç “Keşke bugün bildiklerimizi o günlerde de bilseymişiz!”, “Keşke o günlerde şunu şöyle yapabilseymişiz!” vb. hayıflanmalar olmamalı! Bu en sonunda mızmızlanmaya varır ki bu, yapının geneline sirayet ettiğinde çürüme yoluna çıkılır. Bunun örneklerini ise 12 Eylül sonrası tasfiye süreçlerinde bol bol gördük. Aslında bu noktada; tarihten ders çıkarma anlamında geleneğimiz, Türkiye solu açısından önemli bir yetkinlik göstermiş, bir örnek oluşturmuş ve haklı bir prestij de edinmiştir. Bugün bize düşen, o gün kafa göz yara yara yaşadığımız olumlu olumsuz deneyimleri, bugünün görevleri açısından devrimci bir enerjiye dönüştürmek olmalıdır.
1978’e Gelirken Hareketimizin Durumu
’78 kopuşmaları hareketimizin Vatan Partisi[1] konağında yaşadığımız; kısmen birbirine bağlı iki ayrı kopuşmadır. Bu kopuşmaların değerlendirilmesine girmeden önce, o güne kadar aldığımız yolu hızlı bir yürüyüşle geçerek tanımaya çalışalım.
1971’in başdöndürücü bir hızla yaşandığı politik ortamında, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın açık bir etkisi de oluşmaya başlamıştır. O günlerde yayınlanan Sosyalist Gazetesi çevresinde değişik kesimlerden; ögrencilerden, aydınlardan, işçilerden, yarı aydın hatta esnaf çevrelerden bile insanlar toparlanmaya başlamıştır. Kıvılcımlı o zamana kadar Demokratik Halk Devrimi programını dövüştürmüş, taktik olarak proletarya partisinin örgütlenmesi momentine varmıştır.
TDH’deki grupların (TİP ve Ak Aydınlık -şimdiki İşçi Partisi- hariç) bir parti çatısı altında örgütlenmesini önermektedir. O çevrelerden Denizlerin ve Mahirlerin hızla başka bir yöne; kır gerillacılığına doğru yönelmesi, Kıvılcımlı’nın ise sıkıyönetimce aranır durumdayken ağırlaşmış kanser hastalığı nedeniyle yurt dışına çıkması (ve ardından kısa bir süre sonra da ölümü) çevresine toplanmış gruplardan organik bir sentez yaratmasına fırsat bırakmamıştı.
12 Mart faşizminin o iki yıllık karanlığı içerisinde “Doktorcu” gruplar, kimi birbirine değmiş kimi değmemiş ama genellikle varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu grupların en önemlilerinden birisi, DÖB/İstanbul Dev-Genç öncelli; Haşmet Atahan, Selahattin Okur, Demir Küçükaydın çevresidir. Bu grup 1974’te Beşiktaş’ta topladığı bir yeraltı kongresiyle Türkiye Komünist Partisi’ni kurar ve legal alanda, sonradan gruba adını verecek olan Kıvılcım Gazetesi’ini çıkartır. İlk davranıyor olmanın da avantajıyla 10 bin tiraja ulaşan gazete önemli bir etki yaratır.
Kıvılcımlı’nın çevresine son zamanlarda gelen, Yalçın Yusufoğlu, Ahmet Kaçmaz, İbrahim Seven’lerin oluşturduğu diğer bir grup önce İlke dergisiyle bir çıkış yapar, sonra TSİP’i kurar.
Bir başka grup, Orhan Aksungur çevresi 1975’te Vatan Partisi’ni kurar.
Bunun dışında yine Ankara ve Konya çevresinde, sonradan Derleniş olarak şekillenecek grup ve yurt dışında “Denizciler” (Deniz subayları) vardır.
Bunlardan Kıvılcım grubu, haftalık olarak yayınlanan gazete henüz 6 sayı çıkabilmişken bir darbe yer. Gazete kapatılır ve D. Küçükaydın’la bir kaç kadro uzun hapis cezalarına çarptırılırlar. Bu operasyon grupta şok etkisi yaratır ve grup varlığını tartışır hale gelir. Tartışmalar sonunda grup, yapısını koruyarak o sıralarda kurulma hazırlıkları başlatılan TSİP ekibine katılma kararı alır.
TSİP ekibiyle zaten baştan bir “kan uyuşmazlığı” vardır. Bu ekip Kıvılcımlıcı hareket içerisinde reformist, burjuva sosyalist eğilimli bir gruptur. Bir süre sonra bu sağ özleri onlara, “kulvar”larına girdikleri; o dönem 12 Mart’ın mağlubiyet zemininde yıldızı parlayan ilerlemeci TKP’nin de bastırmasıyla Kıvılcımlı düşüncesini reddettirir.
TSİP’te yaşanan bu süreç, zaten bir darbe almış hareketin kadrolarına hiç iyi gelmemiş enerjinin önemli bir kısmı, TSİP’lilerin “utangaçlıklarıyla”[2] uğraşmaya gitmiştir. Bir süre sonra da bu yapı terkedilerek yeniden ayrı bir grup olarak davranılmaya başlanmıştır. Ancak yoğunlaşma halen partileşme üzerinedir. Kıvılcım operasyonundan,1977 Ocak ayına değin olan süreç aslında hareketimizin “fetret devri” olarak nitelenebilir. Örgütsel yapıdaki dağınıklık, atılan adımlardaki başarısızlık, bir kısım kadrodaki yorgunluk ve kendine güvensizlik, bulantıyla bunaltının içiçe geçtiği bir dönem!..
O dönemin siyasi ortamımın özelliklerine de değinmek gerekiyor.
12 Mart’tan politik olarak “Karaoğlan” Ecevit’in 14 Haziran seçim zaferiyle çıkılmış, ortam büyük ölçüde rahatlamış; hem devrimci hareket yeni bir yükselişe girmiş hem de ardından gelen kısmi afla önemli sayıda devrimci, deneyimli kadro pratik faaliyete dönme olanağı bulmuştu. Devrimci hareket, tarihinde tanık olmadığı bir ivmeyle ileri atılıyor, yurdun her yerinde, özellikle gençlik içinde her gün yüzlerce binlerce insan saflara katılıyordu. 1975-76’larda, küçük şehir ve kasabalardan liseyi bitirip büyük şehirlere üniversitelere gelen gençler, yeni sosyalist düşüncelerle tanışıp politik tercihlerini yapıyorlar; bir yıl sonra ortalama bir formasyonla memleketlerine dönüp, orada sosyalist düşünceleri yayıyorlardı. Türkiye, İç Anadolu kırsalı hariç kırmızı rengini alıyordu. Yine bu gençlerin önemli bir kısmı bulundukları büyük şehirlerde kalıyor; katıldıkları örgütlerde politik/pratik faaliyetlere girişiyorlardı.
Hareketimiz, kadro devşirmede “hasat mevsimi”nin yaşandığı bu dönemi erken yediği darbe yüzünden kaçırmış, dönemi fetret devri yapısıyla karşılamıştır. Kadrolarımız bir yerde tutunabilmek amacıyla Pahalılık ve İşsizlikle Mücadele Derneği (PİM)’e sıkışıp kalmış, bu aşırı yapkınlığa uygun örgüt tarzıyla, hele gerilimin ve coşkunun özellikle gençlik içinde doruklara tırmandığı bir dönemde yol alınmaya çalışılmıştır. Hayat bir “cilvesiyle” (yada “çelme”siyle), erken davranan hareketimizin geç kalmasına yol açmıştır. Bu geç kalışın eksikliği ve tutukluğunun izleri uzun zaman üzerimizden atılamamıştır.
Her kriz muhafazakarlarıyla birlikte devrimcilerini de yaratıyor! Hareketin o güne kadarki lider kadroları yalpalar hatta kimileri düşerken, yeni liderler toparlanmanın öncüsü olarak ortaya çıkmışlardır. Bu noktada “tarihe bir not” anlamında, Mehmet Özler’in adını anmak gerekiyor.
1977 Reorganizasyon Kongresine Doğru
Kıvılcımlı’nın attığı Büyük Derleniş-Parti taktiği, hedef grupların ayrı yönelişlere girmelerinden dolayı geçerliliğini yitirmişti. Ne THKP-C ne de THKO kökenli gruplarla bir parti çatısı altında bir araya gelmek artık mümkün değildi. Ayrıca hem onlar hem Kıvılcımlıcı gruplar kendi içlerinde siyasi ayrılıklar yaşamış, yeni bölünmelere uğramışlardı.
O günün şartlarında Kıvılcım grubu, Dr. H. Kıvılcımlı geleneğine bağlı grup ve çevrelerin bir araya gelmelerinin mümkün ve gerekli olduğunu, derlenişin bunlarla olabilirliğini düşünerek kongre hazırlıklarına başladı.
Zemin olarak O. Aksungur çevresinin kurduğu Vatan Partisi uygun görüldü. Derlenişe olumlu bakan bir kısım insan zaten orada vardı.
VP ile görüşmeler/toplantılar yapıldı. Ancak onlar bir kısım insanı üye yapıyor, bir kısım –özellikle Kıvılcım grubundan– önder kadronun üyelik başvurusunu onaylamıyorlardı. Amaçları, akıllarınca Kıvılcım grubunun altını oymaktı.[3]
Bir süre sonra Parti MK’sında çoğunluğu sağlayan kongre yanlıları, kapıları gelmek isteyen herkese açtılar.[4] Bundan sonra kongreye kadar ki süreç içinde, o güne kadar ulaşılamamış, mümkün olan bütün çevrelerle görüşüldü ve kongreye çağrıldı.
Ocak 1977’de toplanan kongreye Kıvılcım ve Ankara Derleniş ana gruplarının yanı sıra başka yerel çevreler ve kişiler de katıldı.[5] Gündemin ana maddesini elbette partileşme tartışmaları oluşturdu. Derleniş grubunun bir kısmı Parti’de kaldı, bir kısmı kongre sırasında ayrıldı.
Kongre gruplar dönemini sona erdirmiş, programatik bir birlik sağlayarak herkesin, önünde “boynunun kıldan ince olduğu” tüzük kuralları çerçevesinde; bir Parti olarak siyasi arenada dövüşe atılmıştır.
Kısmen 1975 ve ardından ’76 yılı geleneğimizin, enerjisini Parti’nin yeniden örgütlenmesine harcadığı bir dönem olmuştur. Bu aynı zamanda şu demek de oluyordu. Bütün enerjisini ve perspektifini reorganizasyonda yoğunlaştıran hareketimiz, devrimci mücadelenin genel olarak işçi sınıfı, öğrenci gençlik, öğretmen ve memur hareketi, meslek odaları ve diğer aydın kesimler, mahalleler, küçük şehir ve kasaba gençliği içindeki hızla yükselişinde, somut taktik ve yönelişlerde yetersiz kalıyor; yaygınlaşmada ve kadrolaşmada”atı alan” burjuva ve küçükburjuva sosyalizmleri “Üsküdar’ı geçerken” ne yazık ki biraz “yaya” kalıyordu.
Bu yetmezlik, kongre sonrası da bir süre devam etmiş, Parti olarak dövüşe atıldıktan sonra günlük mücadelenin bizden talep ettikleriyle daha somut yüzyüze gelmişizdir.
Reorganizasyon kongresinde alınan kararlara baktığımızda bu zaafları görmek daha mümkündür. Kongrenin en güçlü olduğu kararı “İttifaklar Sorunu Üzerine” olanıdır ki bunun bile kısa bir süre sonra düzeltilmesi kaçınılmaz olmuş, yeni bir kongre toplanmıştır.
“Olağan I. Kongreden onbeş ay sonra toplanan bu kongrenin amacı;”
“1- bu süre içinde Partimizce yürütülen ’ittifaklar politikası’nı gözden geçirmek, otokritiğini yapmak” olmuştur. (Vatan Partisi Olağanüstü II. Kongre Kararları)
Diğer alanlarda alınan kararlardan “Sendikalar Üzerine” 6 no.lu kararda, işçi sınıfı içinde çalışma ve yönelişin genellikle sendikalar ve özellikle DİSK içinde çalışmayla sınırlandırıldığını; sınıfın sendikasız kesimi ve mahallelerinde çalışma perpektifinin eksikliğini görüyoruz. Ancak karardaki yöneliş doğrultusunda, gerek (ve özellikle) deri ve tekstil işkollarındaki taban çalışmalarında, gerekse Parti üyeleri İlerici Deri-İş sendikası başkanı Kenan Budak ve ve Basın-İş sendikası başkanı Burhan Şahin kanallarından DİSK tepesinde önemli kazanımları da burada anmalıyız.
Yine “Gençlik Üzerine” ve “Kadın” kararlarında sığlıklar, taktik ve yönelim eksiklikleri vardır.
Bunlar dediğimiz gibi bütün perspektifi yeniden örgütlenmede yoğunlaşmış hareketimiz için o günün koşullarında doğal sayılabilecek yetmezliklerdir.
Yapısal/örgütsel olarak tesbit edilebilecek zaaflar da vardır. 1957 VP tüzüğü olduğu gibi kabul edilmiştir. Tüzükteki 21 kişilik MK ve 7 tane Divan (Başkanlık, Organlar, Kültür, Finans, İşçi Teşekkülleri, Aydın Köylü Esnaf Teşekkülleri, Kadın Çocuk Gençlik divanları) alıkonulmuştur. Tüzüğe göre “haftada bir toplanır” olan bu divanların çoğunun politikası, taktik yönelişleri hatta çalışma alanları bile yoktu. Üstelik o zamanki anlayışa göre “Kurmay çadırda!” tutuluyordu ve bu, MK’daki bir kısım arkadaşı işlevsizleştiriyordu da. Çok daha yaygın ve “kurumsallaşmış” bir partiye uyarlanabilecek VP tüzüğü idealize edilirken yapı da bir anlamda bürokratize ediliyordu.
Ancak bütün öznel/nesnel olumsuzluklara rağmen Parti işçi sınıfı ve halk arasında önemli sayılabilecek bir etki yaratmış ve büyüme sancıları da başlamıştı. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa il örgütleri dışında Adana, Mersin ve Zonguldak’ta il örgütleri kurma aşamasına gelinmişti. Bu büyüme Parti’yi yeni, daha üst görevlerle yüz yüze getirerek, sınıfın öncülüğüne doğru sınava çağırıyordu.
1977 – 78’ler Türkiye’sindeki Politik Durumun Partiye Dayattığı Görevler
Kongrede “Türkiye’de Durumun Özellikleri ve Partiye Yüklediği Görevler Hakkında Karar” o zamaki saptamalarımızın ne kadar doğru olduğunu bugün bir kez daha gösteriyor. Kararı buraya buraya aktarmadan o güne kadarki sürece yine kısaca bir bakalım.
12 Mart faşizmi Türkiye finans kapitalinin bunalımdan çıkışını sağlayacak yeterli bir sermaye birikimini sağlayamamıştır. O kısa sürede uygulanan baskı, zulüm, katliam ve ekonomik soygun politikası kısa sürede ters tepmiş, küçük üretmenler ve orta tabakaların partisi CHP bu süreçte kısmen, gelenekçil devletçi yapısından kurtulup halkçılaşarak, Ecevit önderliğinde demokratik güçlere doğru bir kopuş sağlamış ve Haziran ’74 seçimlerindeki başarısıyla da faşizmden çıkışın yolunu açmıştır. Erbakan MSP’si ile kurulan koalisyon hükümeti kısa zamanda (Kıbrıs kriziyle bağlantılı olarak) yıkılmış arkasından (aradaki kısa süreli kriz hükümetini atlıyoruz) Demirel başkanlığında MHP ortaklı Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmuştu. Hükümetin programı, 12 Mart hükümetleri gibi ekonomik krizden, sermaye birikimiyle çıkmak üzerinedir. Bu defa yıpranan resmi Ordu-Polis terörüyle birlikte üniversitelerde, mahallelerde, giderek fabrikalarda, MHP’li sivil faşistlerin terörü azdırılmıştır. MC Hükümetinin soygunu ve terörü güçlü bir halk direnişine çarpmış, grevler yükselmiştir. Polis-sivil faşist-idare işbirliğiyle üniversite dışına itilen gençlik mücadeleyi mahallelere taşımış, hareket bu dönemde yerellerde de kök salmıştır. Çıkılamayan kriz, yeni bir genel seçimi zorunlu kılmıştır.
Ardından gelen ’77 genel seçimlerinden halk destekli CHP daha güçlü çıkmıştır. Ancak milletvekili sayısı hükümet kurmaya gene yetmez ve II. MC hükümeti kurulur. “Düzenlemede” bir değişiklik olmamıştır. İstenilen bu değildir. MC’nin baskı ve terörü ters tepmekte ve devrimci durum yükselmektedir. Bu noktada devreye giren “gizli eller” Adalet Partisi’nden 11 milletvekilini istifa ettirir ve siyasi tarihe “Güneş Motel Operasyonu” olarak geçecek olan olayla, B. Ecevit (bu milletvekillerinin her birine birer bakanlık vererek) CHP hükümetini kurar.
Bu olayla sadece Türkiye’nin değil TDH’nin tarihinde de yeni bir dönem başlar. Finans kapital açısından amaç, yıpranmış yeni bir MC hükümeti yerine “halk dostu” CHP’yi, kendi politikasına kazanarak bunalımdan çıkmaktır.
Kongre kararını şimdi burada anabiliriz.
“Egemen sınıflar ve emperyalist ülkeler sömürü ve egemenliklerini elden kaçırmadan ve bunalımın yükünü emekçi kitlelere yıkarak bunalımı nasıl atlatabileceklerinin hesabı içindedirler.”
“Egemen sınıf MC eliyle bunalımın yükünü halka yıkamayacağını, yıkmaya kalkarsa kendi düzeninin yıkılabileceğini görünce, hem faşist partileri yıpratmadan yedekte tutmak hem de halkın muhtemel tepkisini amortize edebilmek için kestaneleri ateşten çıkarması amacıyla CHP’li iktidarı çıkarına uygun bulmuştur.” (Vatan Partisi Oalağanüstü 2. Kongre Kararları)
Kararda orta tabakaların partisi CHP’in durumuysa şöyle değerlendirilir.
“CHP; finans kapital, tefeci bezirgan tahakkümüne karşı en geniş ama en az bilinçli kitlelerin tuttuğu burjuva reformist bir partidir. Bu parti sınıf tabiatı gereği kendini destekleyen emekçi kitlelerin gücünden korkmuştur ve bu güce güvenmediği için, finans kapitale yaranma politikasını uzun süredir benimsemiştir. Kitlelere güvenmediği için, finans kapitalin açık dikta girişimlerine karşı halkın gücüne dayanma politikasını benimsememiş, buna karşılık finans kapitalle bir uzlaşmayla faşist diktatörlüğe gidişi engelleyebileceği hesabını yapmıştır.” (a.g.e.)
Azınlık kopuşmasının Maddi Temelleri
CHP hükümet programı”Toplumsal Anlaşma” adı verilen; işçi sendikalarının işveren sendikalarıyla, ücretlerin dondurulması kapsamında uzlaşmasını sağlamak üzerine inşa edilmişti. Böyle bir “toplumsal anlaşma”yla, enflasyonun % 100’lere vardığı bir dönemde işçiler, neredeyse “yarı paraya” çalıtırılacak; finans kapital MC’ye zorla yaptırtamadığı soygunu, CHP’ye güzellikle yaptırtacaktı. Bu uzlaşmayla CHP, işçi sınıfı ve emekçi yığınlara karşı fınans kapital yanında saf tutmuş oluyordu. Bu durum hem Türkiye’nin hem CHP’nin hem de solun tarihinde önemli bir kırılma noktasıdır.
Bu gelişmenin etkisi halk saflarında çabuk görülmüştür. O günlere kadar sınıf ve halk içinde güçlü etkileri olan CHP meclisteki tutum ve davranışlarıyla; (Meclis’te sıkıyönetimin kaldırılması, DGM yasasının engellenmesi vb. mücadeleleri ile) halkçı saflarda durabiliyordu. Hele kırsal alanlarda CHP’lilikle devrimcilik iç içe geçmiş gibiydi. CHP’lilerle Devrimcilerin omuz omuza faşistlerle mücadeleye girişmeleri günlük olaylardandı.
Bu durum CHP hükümetinin, halk lehine çalışacağı gibi bir umut yarattı ki zaten finans kapital açısından istenilen de buydu. Bu umut sosyalist saflarda, özellikle burjuva sosyalist eğilimler TİP, TSİP, TKP arasında da önemli bir yankı buldu ve bu siyasetler CHP’nin dolayısıyla düzenin politik etkisi altında kaldılar. Bu aynı zamanda diğer devrimci eğilimlerden uzaklaşmaları anlamına geliyordu. CHP’nin teslimiyet politikasını halka teşhir yada devletin kolluk güçlerine karşı direnme eylemleri şöyle dursun, sivil faşistlerin saldırılarına karşı aktif savunma eylemleri bile bu çevrelerce “goşizm”le suçlanıyordu.
CHP’nin hükümet olması doğrudan sınıf içinde de etkisini gösterdi. DİSK ve ona bağlı sendikaların (sınıfın canlı kesimleri burada örgütlüydü) başlarının CHP ve TKP’li sendikacılarla tutulmuş olmasının bunda payı büyük olmuş olsa da sınıf hareketinde açık bir gerileme görüldü. Grevdeki işçi sayısında büyük bir düşme oldu. Düzen Ecevit/CHP eliyle, sınıfın gardını düşürmüşü.
Bu “umut” oralarla da sınırlı kalmadı, VP içinde de yankı buldu. Parti MK’sında, sonradan Azınlık olarak adlandırılacak; başını Selahattin Okur’un çektiği bir grup, Ecevit’in bunalımı aşabileceğini iddia ederek aslında finans kapitalin, “bunalımdan Ecevit eliyle çıkma” politikasının etkisine girmiş olduğunu ilan etmiş oluyordu. Bu tutum onların derhal, “Reorganizasyon başlamıştır ama tamamlanmamıştır, sürmektedir.” diyerek Parti’yi tartışma konusu eden örgüt ve “Cephe siyasetinden vazgeçmeli, Parti’yi güçlendirmeye çalışmalıyız.” diyerek taktik anlayışlarına sıçradı.
Ancak Parti’nin duruşu sağlamdı.
“Faşist MC’ninkinden özünde farklı olmayan burjuva reformist CHP’nin ekonomik tedbirleri, bunalımın reformist çözümleri dışladığının en esaslı kanıtlarından biridir.”
…
“Bütün bu ekonomi politika, buhranı derinleştirmek ve halk kitlelerinin düzene karşı tepkisini yükseltmekten başka bir sonuca varmayacaktır.”
“Bu durum, bunalımdan çıkışın tek yolunun işçi sınıfının asgari programı olan Vatan Partisi Programı’nın an geçirilmeksizin uygulanılması olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.” (a.g.e.)
Hayat Partiyi doğrulamıştır! Yığınların CHP’den kopuşmaları çok uzun sürmemiştir. Ancak kopuşmayı devrimci saflara doğru örgütleyemeyen TDH, sağlam bir ittifak da yaratamayınca gidiş, açık faşist bir darbeye doğru olmuştur.[6]
Elbette finans kapitalin bunalımdan CHP eliyle çıkma politikasına Parti içinden ses verenler, Parti’nin en yorgun kadrolarıydı. “78 Nisan Kongresinde Parti çoğunluğunun karşı tepkisini alan Azınlık eğilimi, Ağustos 1978’de ise Parti’den kopuştu. Azınlıkla birlikte Parti’den kopan üyeler Parti’nin en çürük en yorgun yanını temsil ediyorlardı.” (Vatan Partisinde Yol Ayrımı, Mayıs 1979) Peki (bunca yıl sonra soralım!) böyle miydi? Evet! Çünkü Partiden Grup olarak istifa eden Azınlık ayrıldıktan sonra hiçbir varlık göstermedi. İki satır yazı yazmadılar. Ne başı çekenler ne daha alttakiler -başka bir harekette olsun- gidip de bir işin ucundan tutalım demediler. O yüzden kopuşma sırasında yaptığımız “Binbir teorik gerekçeyle üstü örtülmek istense de bu bir kaçıştır.” tesbiti daha birkaç ay geçer geçmez doğrulanmıştı.
Kopuşmaya rağmen Parti, kongre kararları doğrultusunda çalışmalarına hız vermiş, mücadeleyi yükseltme sürecine girmiştir. Bu süreçte Parti’nin “Toplumsal Anlaşmaya Hayır!” kampanyalarını Kurtuluş, Kitle, Emeğin Birliği siyasetlerini de katarak düzenlediği “Ücretlerin Dondurulmasına Karşı” kampanyalarını o dönemin “başarılar hanesi”ne yazılması gereken eylemlilikler olarak değerlendirmek gerekir.
Vatan Partisi’nin bu (ve daha sonraki) dönemdeki güçlü yanlarından birisi de doğru bir İttifaklar Politikası kurabilmiş olmasıdır. Parti taktik olarak öncelikle sol siyasetlerin içinde yer alacağı bir Sosyalist Blok önermiş, ve bu blokun mücadele içerisinde orta tabakaları ve kısmen CHP’yi de kazanabileceği düşünmüştür. Sol içi birlik çalışmalarında önemli insiyatifler alınmış, Sosyalist Forum örgütlenmiş ve sol çevrelerle önemli eylem birlikleri yaratılmıştır. Bu önemli insiyatife “derin devlet”in tepkisi gecikmemiş Vatan Partisi Genel Merkez binası Sosyalist Forum’dan tam bir hafta sonra bombalanarak tahrip edilmiştir.
İkinci Kopuşma: Anarşizm
’78 kopuşmalarının ikincisi ise Azınlık çatlağında üremeye başlayan ve daha sonra Anarşizm adı verilen eğilimdir. Demir Küçükaydın, Feridun Şakar ve Ergun Aydınoğlu’nun başını çektiği bu ekip ilk zayıflıklarını daha Azınlık’ın kopuşunda ele verdiler. Kopuşmanın siyasi özünü kavrama yeteneğinde olmadıklarını, ayrılığı “güya fikir tartışması” görerek basitleştirdiler. Parti merkez hattını “arkadaşlara mesele iyi anlatılsaydı gitmezlerdi” yollu eleştirerek paniklediklerini gösterdiler. Bunun o günkü siyasetteki anlamı “Biz mücadelenin dayattığı görevlere talip olamıyoruz.” demekti. Bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalar, mücadeleden kaçışlarının sığınağı oldu.
Anarşizm Partiyi çok daha fazla yordu. Aylarca süren “Teşkilat Toplantıları”nda , sürekli bir öncesini inkar eden “tezler”le reorganizasyona, Parti’nin örgütsel varlığına, tüzüğüne, seçilmiş MK’sına, kongre kararlarına ve hatta en sıradan değerlerine saldırarak önemli sayıda partilinin enerjilerini tükettiler, ruhlarını çökerttiler.
Partiyi burjuva sosyalisti olarak niteleyip, “bu hastalığın bize nerede, ne zaman bulaştığını” bulmak için gide gide ’74 Kıvılcım Gazetesine yani neredeyse Kıvılcımlı’nın ölümüne kadar vardılar. İlerlemeci TKP’nin sınıf içinde kazandığımız mevzilere silahla saldırdıkları bir dönemde Parti’yi, TİP, TSİP, TKP ile aynı yere koymaya kalktılar.[7]
Örgütsel olarak organlı, hücre/ekip çalışmasını reddedip bütün partililerin “hep birlikte” yaptığı toplantılarda “hep birlikte” aldıkları kararlarla “hep birlikte” yönetmeyi önermeleriyle nasıl 1 numara liberal olduklarını gösterdiler.
Pratik çalışmanın önüne de Parti programını koyarak, sınıfa günlük mücadelesinde yol gösterecek taktik açılımları “reformizm” sayarak mücadeleyi donuklaştırıp cansızlaştırmaya kalktılar.
“Böylece Anarşizm, Parti’nin ’burjuva sosyalisti’ olduğunu ispatlayacağım derken kendini burjuvazinin çıkarlarını işçi sınıfı içinde yaymaya çalışan küçük burjuva çizgi olarak netleşti ve önüne baş hedef olarak işçi sınıfı partisinin tasfiyesini koydu.
…
“Sonuçta Anarşizm 3. Kongrede[8] geçici bir oy çoğunluğu sağladı. Kongre Parti’nin iki yıllık hattının ’burjuva sosyalist’ olduğunu ve tasfiye ettiğini belirten bir kararı kabul etti. Böylece kongre Parti’den kopuşunu resmen ilan etmiş oldu.” (Vatan Partisi’nde Yol Ayrımı)
Bu süreçte akıl almaz mizansenlerin yanı sıra (Gerçek daha sonra anlaşılacaktı.) bütün parti militanlarının sonsuz sevgi ve saygısına sahip, o sıralarda gırtlak kanserinden konuşamaz halde ölüm döşeğinde yatmakta olan İsmet Demir Ağabey imzalı “Burjuva sosyalizmini tasfiye edin!” sahte mektupları kongrede okunarak, delegelerin duygularını istismar etme alçaklıklarını da o zaman “kar hanelerine” yazmıştık. Delege çoğunluğu tasfiye karar tasarısını onaylayınca Parti’yi ve onun devrimci hattını savunanlar, Parti Başkanı Mehmet Özler’in okuduğu bir deklarasyonla kongreyi terk ettiler.
“Kongre bu kararıyla, Parti’nin bu güne kadarki politik hattını ’burjuva sosyalist’ görerek, gerçekte Vatan Partisi’ni tasfiye ettiğini resmen ilan etmiştir.
“Böylece kongre aslında Vatan Partisi’nden ayrıldığını, Anarşizmin yeni politik hattına yöneldiğini de ilan etmiş oluyor.
“Bu durumda gerçekten Vatan Partisi’ini savunanlara, kongreyi tanımamak ve onu Parti’den bir ayrılık kongresi olarak tanımak düşer.
“Şimdi Parti’nin gerçek savunucuları, Anarşizmin yeni, meçhul politik hattının takipçisi olmayanlar Kongre’yi sürdürmeli, bu ayrılığın bütün gerçek yanlarını tesbit etmeli ve Türkiye proletaryasına ilan etmelidir.”
Anarşizm de tıpkı ilk kopuşan Azınlık gibi CHP’nin “yatıştırma” politikasının Parti içindeki etkisiydi. Azınlık liberal bir tarzda usulca geri çekilirken, Anarşizm de görevler karşısındaki cesaretsizliğiyle histerik bir şekilde sağa sola saldırmış, Parti’nin her şeyiyle; örgüt yapısıyla, politik taktikleriyle, kongre kararlarıyla çatışarak Parti adını resmi olarak elinde tutsa bile özünde o yapının dışına düşmüştür.
Onlarla ilgili de şöyle demişiz: “Bu dönekler çoğu kere olduğu gibi ’Bizden bu kadar!’ deyip çekip gitmiyorlar, tersine dönüşlerini yüksek perdeden ahkam kesmelerle, ’kendi bozgunlarını Parti bozgunu gibi görmeye ve göstermeye’ çalışıyorlar.”
Yanılmış mıyız? Gene hayır. Demir, Feridun, Ergun üçlüsü harekete yararlı olabilecek birçok kadroyu heder ederek çekip gittiler. Önce MK dışında bütün Parti üyelerini istifa ettirdiler. Çünkü hiçbiri Demir’in kafasındaki “Partili kalitesinde” değildi. (Tartışmaların henüz başında MK üyelerine saldırırken de “Teğmenleri general yaptık!” diye bağırıyordu.) Sonra 5 MK üyesi bırakılıp gerisi, daha sonra da ’Genel Başkan’ Feridun dışında tüm MK üyeleri istifa ettirildi. En sonunda ne mi oldu? Parti evraklarını kirasını ödemedikleri bir odacığa kilitleyip gittiler. Ödenmeyen kira yüzünden Parti evrakları 12 Eylül’den az sonra polisin eline geçince MK üyesi “proleter devrimcilerden” kimileri başka MK üyelerinin polis olduğuna, “kamuoyu”nu ikna turlarına çıktı.
Ama bir noktada bunlarla ilgili yanılmışlığımızı itiraf edelim! “Onların yaldızlı, makyajlı yüzlerinin boyalarını akıtıp işçi sınıfına gerçek yüzlerini göstermeliyiz.” diye biraz abartmışız. O işi bize bırakmadan kendileri yaptılar.
Buraya bilgi anlamında Parti Gençlik Örgütü GENÇ-GÜÇ’ün durumuna da kısaca değinelim. GENÇ-GÜÇ henüz kurulmuş, il komitelerini yeni oluşturmuş ancak henüz bir kongre yapmış değildi. Yasal olarak, kurucu merkez yetkiliydi. Bir üye kararsız kalınca merkezde iki eğilim de çoğunluk sağlayamadı ve merkez, örgütün demokratik bir zeminde politik tavır alabilmesi amacıyla bölge toplantıları düzenleme kararı aldı. Yapılan ilk toplantıdan sonra Anarşist hat yanlıları azınlıkta kalacağını anlayınca (biraz da ruhları tükenmişti), toplantılara gelmeyerek süreci engellemeye kalktılar. Ancak zaten legal örgütlerin yarı illegal, illegal örgütlerin de yarı legalleştiği bir süreçten geçiyorduk. Dolayısıyla artık merkezde yasal çoğunluk kimde bürokratizmine düşmeden, fiili bir durum yaratılarak GENÇ-GÜÇ, Parti çizgisi yanlısı gençlerce sahiplenildi.
Yeni Bir Devrimci Ruhla İleri!
O gün yanı başımızdaki yoldaşlarımızla kopuşmak tabi ki sonsuz sancılar veriyordu. Ama onlardan kesin kopuşmalar sağlayamadıkça da yol alamayacağımızı biliyorduk. Aslında her iki kopuşmada da Parti yorgun kadrolarını kaybederek arınma gibi bir avantaj sağlamıştır. Geriye legal parti çatısını kaybetmiş bile olsa, inançlı bir avuç kadro kalmıştır. Kopuşmalar o günün koşullarında “karizması” olan önemli sayıda birçok lideri götürmüş ama yeni liderlerini de yaratmıştır. Çok sayıda kadro eriyip gitmiş ama Parti’ye sahip çıkan hırslı, inançlı birçok kadro da öne fırlamıştır.
O günlerin çok önemli bir tutumu şudur. Çokça yapıldığı gibi kopuşan eski kadroların etrafında dolanıp onları yeniden “kazanmaya” çalışmak yerine “Yeni, taze güçlere!” parolasıyla hız alınmıştır. Ve Parti İstanbul’da açıldığı yeni alanlarda, İzmir ve Bursa’da yeni genç militanlarla ve hele bölünme kongresinde bir tek üyesinin bile bulunmadığı Adana’da yarattığı yeni rüzgarlarla ayağa kalkma becerisini göstermiştir. Bu, Sosyalist Vatan Partisi’nin kuruluş zemini ve süreci olmuştur.
Bugün şunu söyleyebiliriz. Bir fetret devrinden sonra reorganizasyonu başaran ama sınıf savaşında henüz deneyimsiz Parti’yi, hayat fena hırpalamıştır. Örgütsel yapısını, kadrolarını, taktiklerini iyi bir sınavdan geçirmiş ve/fakat eğitmiştir.
VP ile kıyaslandığında SVP’nin taktik yönelişleri daha belirgindir. Bunu kongre kararlarında görebiliriz. Kararlar, önceki “yuvarlaklıklar”dan farklı olarak daha somut, alt başlıklarla detaylandırılan ve her militana yol gösterici açıklıktadır. Daha önceki kongrelerde olmayan örneğin “Örgütlenme Yönelişi Alanında”, “Örgütlenme Tarzında”, “Günlük Çalışmalarda Nasıl Yapmalıyız?” alt başlıklarıyla açımlandırılan bir “Örgütlenme” kararı vardır.
“Kadro Eğitimi”ni detaylandıran, “Araç” öneren bir “Ajitasyon Propaganda” kararı vardır. Hem “gençliğin partizan örgütlenmesi” hem de “demokratik kitle örgütleri içinde örgütlenmesi” konusunda net bir “Gençlik” kararı vardır.
Parti, kongre kararlarıyla VP döneminden farklı olarak kadrolarını bilinçlice, mücadelenin gerilim noktalarında; gençlikte, gecekondu mahallelerinde de konuşlandırabilmiştir. Merkez kadro sayısı azaltılmış ve “kurmay” artık “çadır”dan çıkarak pratiğin içine girmiş, o bürokratize yapı kırılmıştır. SVP, VP’ye göre daha dakik yapısıyla daha gerilim hatlarında ve daha “ihtiyatsız”dır.
Aslında halkımızın her işte bir hayır vardır dediği gibi o yaşananlarda da bir “hayır” oldu. Eğer Parti 12 Eylül’e o yapısıyla yakalansaydı, tarumar olması kaçınılmazdı. Oysa ’78 kopuşmalarıyla yapı, tarihinde hiçbir zaman yaşamadığı bir parti birliğini ve yoldaşlığını yakalamıştır. Önündeki Eylül’e dek olan zamanı, yaralarını sarma, yeniden güç toparlama anlamında iyi değerlendirmiştir. Politik ve taktik yönelişlerdeki birliğiyle mücadeleye ikircimsiz, bütün gövdesiyle yüklenebilmiştir. Faşist darbeyi böyle bir örgütsel birlikle karşılayabilmesi asıl gücü olmuştur. Ve o birlik ve bütünlük gücüdür ki darbenin devrimci örgütleri kitlelerden tecrit etme saldırısına karşın “Parti çevresini yüz kat, bin kat genişletelim!” şiarını atmış ve bunu başarmıştır. 1983 – 84’lerde Parti yüzlerce kat genişlettiği ilişki ağına ulaşmış ve sınıf içinde önemli bir etki ve prestij kazanmıştır.
Yine bir halk deyişiyle “Ölenin arkasından kötü konuşulmaz!” Bugün ’78 kopuşmalarını anarken içimizin derinliklerinde duyumsadığımız; insanı zaman zaman bayan tartışmaların, üzerimize balçık gibi sıvaşan karamsar havası değil! Çünkü onu daha o zaman, kopuşmaların hemen ertesinde hızla üzerimizden sıyırıp atmayı başarabilmiştik.
Bugün duyumsadığımız bir avuç kadronun hırsla, inançla ve sonsuz fedakarlıkla ileri atılışındaki kararlılık ve yoldaşlık ruhudur! O coşkuyu bugün anımsarken “Ne güzeldi!” diyebiliyoruz. Aslolan budur!