Günde Üç Öğün Beslediğiniz
İÇİNİZDEKİ IRKÇILIK AZARSA
Kuzey KARAHAN
Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan sıfatıyla, Türkiye’deki “kaçak” Ermeni işçilere ilişkin yaptığı açıklama, yoksul göçmenler üzerinden yapılan şantaj, devletin Anadolu halklarına karşı ırkçı politikasının dışa vurumlarından sadece birisidir.
Dökülüverdi ağzından.
Midesini zorlayıp taşan bir kusmuk gibi.
Pis!.. Kokuşmuş!.. İğrenç!..
Şaşrıttı mı? Hayır! Ne beklenebilirdi ki başka!
İçinizde bir bulantı, vicdanınızda bir nefret duyumsuyorsunuz.
Yarattığı başkaca bir duygu yok!
Diyor ki Erdoğan, “Ülkemde, 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama yüz binini biz ülkemizde şu anda idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu yüz binine hadi siz de memleketinize diyeceğim, bunu yapacağım. Niye? Benim vatandaşım değil bunlar. Ülkemde de tutmak zorunda değilim.” Bu kadar! İçinden insanlığı boşaltılmış bir “insan” hali.
Bunu söylerken on yıllardır, iş ve sosyal güvence olanakları yaratılmadığı için başka ülkelerde kaçak çalışmak zorunda kalan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının sayısını bildiğinden şüphe yok. Bunu bir utanç sebebi olarak algılamadığını da biliyoruz. Bu bir yana.
Öncelikle bir veri yanlışlığı var. Bir çok kaynak Türkiye’de kaçak olarak çalışan Ermenistan vatandaşların sayısının yüzbin değil, 10 – 20 bin arasında olduğunu gösteriyor. Çok da önemli değil. Sayı bu kadar dahi olsa tutumu farklı olmayacak ve Başbakan yine aynı şeyi söyleyecekti. Çünkü günde üç öğün beslediğiniz içinizdeki ırkçılık, azar ve böyle; bir sırtlan gibi dışarı fırlayıverir.
Kaçak göçmen işçilik, kapitalizmin uğursuz sonuçlarından birisidir. Geri ülkelerin yoksul işsizleri, ekmek paralarını başka ülkelerde aramak zorunda kalıyorlar. Kapitalist ülkeler yasalarına aykırı bile olsa, kaçak göçmen işçileri Erdoğan gibi “idare ediyorlar.” Çünkü bu “kaçaklar” kapitalizm için daha ucuz işgücüdür. Tıpkı Türkiye’deki söz konusu Ermeniler gibi. Üstelik bu “kaçaklar” genellikle hizmet alanında ve çok kötü şartlarda barınarak yaşamaktadırlar.
“Avrasya Ortaklık Vakfı ve İstanbul Kültür Üniversitesi Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi işbirliğiyle düzenlenen ‘Düzensiz Ermenistan Göçmenlerinin Türkiye’deki Durumu’ araştırması”na göre, elde edilen veriler şöyle:
* Ermenilerin yüzde 48’i Ermenistan’da depremden etkilenen Shirak’tan geliyor.
* Yüzde 96’sı kadın, yüzde 4’ü erkek.
* Kadınların yüzde 72’si ev temizliğinde, yüzde 18’i hastabakıcılık, yüzde 6’sı tezgahtâr olarak çalışıyor.
* Aylık gelirleri 500-1000 dolar arasında.
* Çalıştıkları evlerde kalmayanlar bir evi 3-4 kişi kiralayarak yaşıyor.”
Durum bu! Nerdeyse yarısı, bir deprem felaketinin yol açtığı sosyal ve ekonomik yıkımdan kurtuluşu, eski anayurtları da olan bir komşu ülkede, Türkiye’de aramışlar. Ve neredeyse tamamı kadın! Hepsi yoksul! Çalışırken bile yaşam koşulları zor. Uzun yıllardır memleketlerine, geri dönememe tehlikesi olduğu için gidemiyorlar. Evlenenler evliliklerini resmileştiremiyorlar. Bazı ailelerin çocukları doğmuş, büyümüş ama ne kendi ülkelerinde ne Türkiye’de nüfus kayıtları bile yok. Okul çağına gelenler okula gidemiyorlar. Bu gerçekler vicdanlarda derin yaralar açması gerekirken, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı, bu insanların zorluklarını ve çaresizliklerini çok çirkin bir şekilde ve sadece siyasi çıkarları için bir şantaj malzemesi olarak kullanmaya kalkışıyor. Eğer Diaspora daha fazla baskı yapacak olursa Başbakan da “ülkesindeki” kayıt dışı çalışan ve “şu anda idare ettiği” Ermenileri sınır dışı edecek! Tehdit bu!
Ya o insanların yoksulluğu? Ya o insanların çaresizliği? Ya o insanların Kilise mahzenlerinde bakım ve “eğitim” gören, dünyada kaydı bile bulunmayan çocukları?
Ne gam! Başbakan’a Batı’ya karşı siyasi savunma malzemesi gerek. O insanların zorluk ve çaresizliklerinin Başbakan’ın vicdanında yeri yok!
İyi de hani bizim geleneğimiz cömertti?
Hani geleneğimiz, kültürümüz, dinimiz yoksula, muhtaca sahip çıkar ve kollardı?
Hani komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildi?
Ama biliyor musunuz aslında öyledir de!
Ama sahip çıkanlar, dayanışma gösterenler; servetlerini kabarttıkça insandan uzaklaşan, ona yabancılaşan, onun sırtından vurgunlarla zenginleşenler değildir. Nerede olursa olsun muhtaçlara ve yoksullara yine yoksullar, insanlığını paraya değişmeyenler, her durumda halkların kardeşliği uğruna mücadele edenler sahip çıkacaktır. Dünyanın hangi ülkesinden olursa olsun yoksulların birbirleriyle ne alıp veremedikleri olabilir? Birbirlerini tanımazlar bile. Ama onları ezen, yoksullaştıran dünya kapitalistleri birbirlerini çok iyi tanırlar. Birlikte oturup kalkar, zenginleşme planlarını birlikte yaparlar. Onların arasında din farkı filan da bulunmaz. Müslüman kapitalistlerin, hrıstiyan kapitalistlerle aralarından su sızmaz. Türkiye’nin ekonomisine dün Demireller, Özallar; IMF, Dünya Bankası, ABD ve AB kurmaylarıyla birlikte yön veriyorlardı? Bugün Erdoğanlar. Ortak özellikleri dindar görünmeleri, gösterişli cuma namazlarıdır. Yoksul halka sürekli, bir “Müslümanız” mesajı verirler, oylarını alırlar ama yerleri hep zenginlerin sofrasıdır.
Bugün Erdoğan ve AKP’sinin yaptığı farklı mı? Soygun düzeninde bir avuç azınlık, milyar dolarlarına milyar dolarlar eklerken, milyonlarca insanı işsiz, yoksul; sosyal, sağlık ve eğitim güvencesinden yoksun bırakıyorlar, ama “müslümanlar.”
İslamın kardeşlik ülkülerini yüzlerine maske ederek yoksulları aşağılayanlar, onların çaresizlikleriyle oynayanlar, imkansızlıklarını şantaj malzemesi yapanlar, yoksulların dostu olabilir mi? Yoksulları dinlerine, ırklarına, vatandaşlıklarına göre ayıranlardan insanlığa hayır gelir mi? Dini, yoksul halkı kandırmak için bir referans gibi kullananlardan hayır gelir mi?
“Dini yalanlayanı gördün mü?
İşte o yetimi itip kakar
Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.
Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar
Onlar namazlarıyla gösteriş yaparlar
Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.” (Maun Suresi)