İran çeşitli nedenlerle hemen hemen 30 yıldır yaptırım altındadır. Yaptırım kelepçesinin en çok sıkıldığı dönem, Ahmedinejad’ın 2004 yılında başlayan başkanlık yıllarıdır. Uzun pazarlıklardan sonra ve Tahran’ın usta diplomasisin de büyük payının olduğu süreç bir uzlaşmayla sonuçlandı. İran’a uygulanan yaptırımlar kaldırıldı.
Amerika hır çıkartmak için yollar arıyor. İran’ın balistik füze geliştirme programı nedeniyle yeni yaptırımlar uygulayacağını açıkladı. Bu bir iç politika manevrası mıdır? İran’la yapılan anlaşmayı bozmaya mı niyetlidir? Yakında göreceğiz. Bunlar bir kenara dünya ve bölge güçler dengesinde İran anlaşmasıyla önemli bir kavşağa gelinmiştir. Bu gelişme dünya güçler dengesinin önümüzdeki yıllarını etkileyecektir.
Berlin Duvarı’nın yıkılmasında sonra dünya güçler dengesi başlıca üç ana dönem yaşamıştır. İlki, duvarın yıkılmasından ikiz kulelerin yıkılmasına -1990-2001- kadar geçen dönemdir. Bu yılların en tipik özelliği elbette neoliberalizmin küreselleşme örtüsüyle tüm dünyaya hızla yayılmasıdır. Ancak bunun kadar önemli başka bir yön daha vardı. Sovyetlerin yıkılmasıyla “silahların dehşet dengesi” de yıkılmıştı. Bunu Avrupa (özellikle Almanya) ve Japonya “barışçı bir ekonomik rekabet” dönemine giriş olarak yorumladılar ve böyle davrandılar. ABD de, bu günlerde dünyayı “dostlarıyla birlikte” yönetmeyi tartışıyordu.
Barışçı ekonomik rekabet uman devletler Japonya, Almanya ve Fransa, öte yandan Çin, hızla İran, Irak ve bazı Merkez Asya ülkeleriyle enerji anlaşmaları imzaladılar. 1991 Körfez Savaşı, vitrinindeki tüm yanıltıcı görüntülere rağmen aslında Washington’un “dostlarının” bu hızlı davranışlarının yolunu kesmek içindi. Körfez savaşının faturası konuşulurken Almanya ve Japonya’nın bir ödeme yapmaya yanaşmamaları Amerikan Temsilciler Meclisi’nde gergin tartışmalara yol açmıştı. Amerika’nın “güvenlik şemsiyesinde” gelişip güçlenen Almanya ve Japonya “hainlikle”, “nankörlükle” itham edildiler.
Barışçı ekonomik rekabet döneminde ABD kaybediyor, Almanya ve Japonya kazanıyordu. Bu nedenle rüya uzun sürmedi, önce Körfez Savaşı ile darbe aldı, ardından 2001 yılında ikiz kulelerin yıkılmasıyla dönem kapandı.
2001 sonrası Amerika’nın dünyayı “tek başına” yönetmeye soyunduğu yıllardır. “Süper güç” havacılık ve silah alanlarında rakipsizdi. 2001’de “uluslararası terörle mücadele” stratejisinin hayata geçirilmesiyle “ekonomik rekabet” ABD’nin kazanacağı hatta girdi. Gerilim, bölgesel savaşlar ve devasa silah ticareti…
Dünya güçler dengesinde 2001 ile başlayan Washington’un dünyayı tek başına yönetmeyi hayal ettiği ikinci dönem, 2007 yılında son buldu. Bu tarih bir yanıyla semboliktir. Münih “Dünya Güvenlik Konferası’nda” Putin, ABD’ye karşı sert eleştiriler yaparak “çok kutuplu bir dünya gerçekliğini” ilan etti. Amerika dünyayı yöneten tek güç değildi! Afganistan ve Irak bataklığı güçler dengesini başka bir noktaya getirmişti. 2001 sonrası yıllarda Çin ve Rusya kendilerini toparlayıp güneşin altındaki yerlerini almışlardı.
Dünya güçler dengesindeki 2007 sonrası son dönem artık “çok kutuplu bir dünya”dır, “süper güç” Ortadoğu bataklığında debelenmekten oldukça yorgun düşmüştür. İran anlaşması bu güçler dengesinin en son ve en güzel kanıtıdır. Yıllardır, özellikle Bush günlerinde İran sürekli savaş tehdidi altındaydı; ancak süper güç yoruldukça dünyada farklı bir güçler dengesi kurulmaya başlamıştı.
Şimdi yeniden “barışçı ekonomik rekabet” dönemine geri mi dönülecektir? Dev uluslararası firmalar şimdiden İran’a çıkartma yapmaya başladılar. Tahran, Avrupa’dan 110 Airbus ısmarladı. Tahran’ın dünya pazarına girmesiyle petrol fiyatları daha aşağıya çekilecek. Büyük güçler arası ekonomik rekabet şiddetlenecektir. Berlin Duvarı’nın yıkılışının hemen ardından umulan “barışçı ekonomik rekabet” dönemi elbette geri gelmeyecektir. Dünyada vesayet savaşları dönemine girildi. Ancak öte yandan, kriz ve savaş yorgunu dünyada İran üzerinden bir ekonomik rekabet dönemi yaşanabilir. Dünya güçler dengesi İran üzerinden bir kez daha sınanacak, yeniden dizayn edilecektir.
Konuya bölgeden bakıldığında İran uzlaşmasından, barıştan çok yeni gerilimlerin yükselmesini beklemek daha doğru olur. Olaya son günlerin güncel gerilimi olan Riyad-Tahran hattından bakmak gerçekliği fazlaca daraltmak olur.
İran, 80 milyona yakın nüfusu, zengin enerji kaynakları sahibi, ayrıca yüksek teknoloji üretme kapasitesine sahip bir ülkedir. Bunların yanında Ortadoğu, Merkez Asya ve Güney Asya arasında geçit noktasındadır. Washington, İran’ı “kendi haline” bırakırsa bölgede hızla önemli bir güç merkezi olacağını çok iyi biliyor. Ortadoğu ve Güney Asya gibi iki kaynayan bölgenin arasında kritik bir konuma sahip olan İran, etki alanını büyütme potansiyeline sahiptir.
Çok kutuplu dünyanın bir önemli özelliği, farklı çekim merkezleri olduğu için bu durum bölgelerde bazı devletlerin-güçlerin manevra alanlarını genişleten fırsatlar yaratabiliyor. İran’ın prangalarının bir kısmının açılması tüm bölgede yeni gerilimleri tetikleyen sonuçlar yaratacaktır. Başta Amerika ve Batı dünyası İran’ın zayıf düşürülmesi için elinden geleni yapmaya devam edecektir; aynı zamanda İran’ı içeriden yeni yatırımlarla kuşatmak için bütün fırsatları değerlendireceklerdir.
Fakat yakın tarihin olaylarının gösterdiği gibi, özellikle Batılı merkezlerin hesapları Kabil’den, İslamabad’tan ve Bağdat’tan döndü; bu kez de neden Tahran’dan dönmesin?
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]