Geri Dönüşü Olmayan Yol
Mehmet YILMAZER
1 Nisan 2012
Erdoğan’ın Tahran ziyareti Seul’de Obama ile yaptığı görüşmeden daha önemliydi. Erdoğan’ın Tahran görüşmeleri “komşularla sıfır sorun” stratejisinin çöken son halkası oldu. Görüşme sonrası basın açıklaması yapılmadı, fakat İran’dan alınacak petrolün yüzde yirmi azaltılacağı açıklandı. Böylece Türkiye, bölgede Amerikan stratejisine daha fazla kenetlenmiş oldu. Artık bu yoldan bir geriye dönüş olamaz.
Türk dış politikası “Arap Baharı”ndan beri önemli bir değişim yaşıyor. Bu yolda belki de en önemli adımlardan birisi Tahran’da atıldı. Bugüne kadar Türk devletinin sürdürmeye çalıştığı İran’la karşı karşıya gelmeme tavrının artık geçerliliği yoktur. Füze kalkanı ile büyük yara alan ilişki, son gelişmelerle kopma noktasına doğru ilerliyor. Geçen yazdan beri yaşanan süreç her bakımdan AKP iktidarının ilk iki döneminden ayrılıyor.
Başlıca üç önemli konuda AKP, “yeni strateji”ye yöneliyor. Dış politika bunlardan en önemlisidir. Irak savaşı günlerinden beri ABD ile mesafeli duran ilişkiler tümüyle değişmiş, Türkiye artık bölgede Washington’un “stratejik derinliğine” dâhil olmuştur. Bu süreç özellikle ABD başkanlık seçimleri sonrası yeni bir hız kazanacaktır. Bölgede güç dengeleri yeniden kuruluyor. Artık süreç en zorlu noktaya gelip dayandı: Suriye ve İran’ın düşürülmesi! Fakat bu konu kendi boyutunun ötesinde bir etkiye sahiptir. Bölgedeki yeni güçler dengesi aynı zamanda dünya güçler dengesinin yeniden inşası anlamına geliyor. Bu anlamda dünyayı ve bölgeyi çok sıcak günler bekliyor. Türkiye’yi ve AKP iktidarını bu fırtınalı süreçte büyük savrulmalar ve sorunlar bekliyor.
İkinci önemli konu Kürt sorunudur. Seçim öncesi sertleşen politikalar en son “yeni strateji” ile neredeyse tamamıyla savaş konseptine evrimleşmiştir. Bu konuda söylenti ve çelişik haberler devam ediyor. İktidarın veya “iktidar koalisyonunun” bu konuda kafası oldukça karışıktır. Fakat bir nokta yeterince aydınlıktır. AKP, Kürt sorununun çözümünü PKK’nin tasfiyesinde görmektedir. “Açılım”ın tümüyle içi boş olduğu görüldü. Bölgedeki yeni gelişmelerle Türk devleti açısından Kürt sorunu büyüyor. Sözde yeni stratejide PKK’nin tasfiyesi için hiçbir sağlam dayanak noktası görünmüyor. Türkiye, ABD’nin bölge stratejisine dâhil oldukça Kürt sorunu için kendi lehinde tavizler elde edebileceğini düşünüyor. Bu beklenti AKP’nin en büyük siyasal hatası olmaya adaydır. Çünkü Türkiye, çaresiz bir şekilde hem Irak’a hem de Suriye’ye kendi Kürt çözümünü dayatmaktadır. Oysa buna ne gücü yeter, ne de böyle yaklaşarak bölgedeki gelişmeleri gerçek zemininde okuyabilir. AKP iktidarı Irak savaşı öncesinde tezkere kazasıyla uğradığı kaybı şimdi telafi etmeyi umuyor. Ancak bataklıkta yüzülmez, batılır.
Üçüncü önemli değişim, anayasa değişikliği veya “ileri demokrasi” vaatlerindedir. Referandumda yüzde 58 oy alarak büyük beklentiler yaratan AKP, aradan geçen zaman içinde her gün yeni düş kırıklıkları yaratmaya devam ediyor. AKP iktidarı operasyonlarla Türkiye’yi büyük bir cezaevine dönüştürüyor. Bu konuda o kadar ileri gittiler ki, en son olarak iki gazetecinin tahliyesi ve Özgür Gündem gazetesinin kapatılmasını “durdurarak” denge kurmaya çalışıyorlar. “İleri demokrasi”nin büyük bir yalan olduğunun en önemli kanıtı altı bin beş yüz kişinin tutuklu olduğu KCK davasıdır. AKP iktidarı Türk burjuvazisinin bugüne kadarki geleneksel reflekslerinden öteye bir gelişme gösteremedi.
Düzen politikaları her yönden bir tıkanma ve dönüm noktasına gelip dayanmıştır. Bu üç önemli tıkanma noktasında zinciri sürükleyen halka Kürt sorunudur. Türk devletinin bölge politikalarında yaptığı dönüş de, içeride anayasa sürecinin bir balona dönüşmesi de esas olarak Kürt sorununa bağlıdır. PKK’yi yok sayma stratejisi çok kabadayıca görünmesine rağmen aslında AKP iktidarının kırılma noktasıdır. Bu konuda ne kadar sertleşirse kendi içinde o kadar kırılmalar artacaktır. AKP dış politikada, Kürt sorununda ve demokrasi konusunda ne kadar geleneksel devlet politikalarına yaklaşırsa, o kadar siyasal sonuna yaklaşacaktır. AKP’yi bu ölçüde güçlü ve popüler yapan onun bugüne kadar ki “farklı” politikalarıydı. Görünen köy kılavuz istemez. Artık ortada bir fark yoktur. Bu gerçeği örtmek için Erdoğan -tıpkı Çiller gibi-, sıkıştıkça daha fazla bağırıyor.