Fırtınalı Günlerde Siyaset
M. Sinan MERT
19 Haziran 2014
Türkiye’de ve Dünya’da politik gelişmelerin giderek hızlanması rastlantı değil. Değişen güç dengeleri, neredeyse istikrar kazanan ekonomik durgunluk ve politik krizler bütün yapıların, ilişkilerin yeniden yapılanmasını koşulluyor. Var olan yapı ve ilişkilerin dönüşümü ise ancak böylesi büyük sarsıntılarla ve toprak kaymalarıyla gerçekleşebiliyor.
ABD’nin merkezinde olduğu tek kutuplu dünya geometrisindeki zayıflama, Suriye Savaşı esnasında Rusya-Çin-İran odaklı güç merkezinin kendisini giderek belirgin bir biçimde göstermesi Irak ekseninde yaşanan gelişmelerin arka planını oluşturuyor. Suudi Arabistan ve Türkiye’nin giderek etkinliğini arttıran Şii bloğuna karşı IŞİD kartını oynamaları 21. Yüzyılda Ortaçağ vahşeti görüntülerinin sergilendiği bir kaosu doğurdu. Bölge devletlerinin kendilerine alan açma çabaları bölgede yaşanan büyük vahşete benzin döküyor. Yaşanan Şii hilalinin merkezine bir Sünni Devleti yerleştirme operasyonudur. IŞİD bu görevin gerektirdiği vahşeti sergilemesi sonrasında belli bir çerçeve içerisine çekilecektir. Fakat özellikle Türkiye, El Kaide ile girdiği bu kanlı ilişkinin bedelini bu vahşeti kendi içine çağırarak ödeme riski ile karşı karşıyadır. Bölgede yaşanan son 3 yılın kan banyosunda Erdoğan-Davutoğlu kliğinin Körfezin Petro-dolar şeyhleriyle birlikte öncelikli payı vardır. Gelecekte yaşanacak istikrarsızlığı ve halklarımızın ödeyeceği bedeli hiç saymıyoruz.
Bu yapısal dönüşüm sancılarının Türkiye’deki yansımaları ise bir yandan cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları ile yaşanmaktadır. CHP-MHP’nin gösterdiği çatı adayın yeni bir hareketlenme yarattığı görülmektedir. CHP kendi solundaki alanı boşaltmaya devam etmektedir. Demirel-Derviş aklıyla ilerleyen CHP’ye sosyalistlerin kızması, yapılanlardan hayal kırıklığı duyması gibi bir gariplik tarafımızca anlaşılmazdır. CHP, kurucusu olduğu Cumhuriyet’in statükosuna sımsıkı sarılmış bir merkez partisidir.
Düzen güçleri arasındaki saflaşma, AKP’nin ve arkasındaki sermaye güçlerinin Erdoğan’ın başkanlığı aracılığı ile talan ve iktidar heveslerinin önündeki hukuki engelleri temizleme sevdası ile CHP-MHP bloğunun bu dönüşümü zorlaştırma, geleneksel güç ilişkilerini tahkim etme mücadelesine denk düşmektedir. Burada halkların umut ve arayışlarına yer yoktur.
Halkların umutlarını temsil etme anlamında HDP’nin önünde tarihsel bir olanak penceresi açıldığı ortadadır. Müzakere sürecinin yeni yüksek gerilimli seyri de bu olanağın kullanılabilme ihtimalini arttırmaktadır. Bizler ilk günden itibaren gösterilecek Cumhurbaşkanı adayının geniş bir direniş bloğunu inşa edebilecek bir isim olması gerektiğini savunduk. Aday HDP içinden çıksa bile doğru bir politik çerçeve ve çalışma da böylesi bir direniş bloğunun inşasına imkan sağlayabilir. Bu önümüzdeki momentte Türkiye ve Kürdistan halklarının birlikte yeni bir ülke, yeni bir dünya umudunu büyüteceği bir mücadele; bu büyük altüst oluşta tutunulacak en önemli halka olacaktır.
HDK/P’nin 21-22 Haziran kongreleri bu açıdan ayrıca önemlidir. EMEP’in HDP’den ayrılma kararı, yürütülen bir tartışma sürecinin sonunda gelmiştir. Üzerinde büyük fırtınaları koparılmasına da gerek yoktur. HDK/P hala kendi içinde sağlıklı bir kolektif karar alma mekanizması yaratamamıştır. Fakat bunun aşılmasının en önemli yolu sosyalist dinamiklerin hem kendi mücadelelerini büyütmeleri, sınıf ve yoksul mücadelelerini HDP’yi besleyecek bir ölçeğe taşımaları, hem de HDK/P içindeki süreçlerde ortak ve etkin tutum almalarıdır. Böylesi bir geleceğin inşası sürecinde mazeretli, tepkisel, subjektif tutumların halklarımızın büyüyen ortak mücadelesine katkısı olamayacağı açıktır.