“İtalyan seçim sonuçlarından sonra konu haklı olarak bir kez daha gündemin ilk sıralarına tırmandı. İtalya’da son on beş yılda “popülist” veya aşırı sağın yükselişi %4,4’den %27,2’ye çıkmıştır. Hemen tüm kapitalist merkezlerde benzer bir eğilim yaşanıyor. Kuzeyin yumuşak ülkesi İsveç’te bile aynı yıllar arasında aşırı sağ %0,34’den %12,93’e çıkmıştır. Avrupa’nın en büyük iki ülkesinde yükseliş istikrarlı ve güçlüdür. Almanya’da %0,1’den %12,6’ya, Fransa’da %3,6’dan %21,3’e yükselen “popülizm”in AB ülkelerindeki yükseliş ortalaması %6’dan %15’e çıkmıştır.” (Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet)
Bu yükselişin görünürdeki nedeni “yabancılar”dır. Aşırı sağ, yabancı düşmanlığını basamak yaparak tırmanıyor. Konuya biraz daha derinden bakan herkes esas nedenin kapitalizmin yaşadığı kriz olduğunu görebilir. Kapitalizm 2008’de girdiği büyük bunalımdan hala çıkamamıştır.
Bu yükseliş doğal olarak 1920’ler sonrası Avrupa’da yaşanan faşizm deneyini hatırlatıyor. O zaman da görünürdeki neden bu ülkelerde ekonomiyi “ele geçirmiş” olan Yahudilerdi. Sonuç muazzam bir soykırım oldu. Fakat tarihe dikkatli bakınca kapitalizmin ilk büyük paylaşım savaşının yıkıcı sonuçları ve devrimci bir dalganın Avrupa’yı sarması; ardından 1929 büyük bunalımı çılgınca yükselen faşizmin gerçek nedenleridir.
Kim bugün aşırı sağın yükselişini “yabancılar” üzerinden okumakla yetinirse, 1930’larda yaşanan bir cehennemin benzerine yuvarlanmaktan kendini kurtaramayacaktır. Günümüzde bazı kavramlar değişti. Emperyalizmin üçüncü soygun dalgasının adı “küreselleşme” oldu. Klasik sömürgecilik döneminde kapitalizm “geri” dünyaya “uygarlık” götürdüğü iddiasındaydı. Bu soygun dönemi devrimlerle çökünce, ortaya sosyalist ülkeler çıkınca emperyalizmin lideri ABD eline “hür dünyanın savunucusu” bayrağını aldı ve “yeni sömürgecilik” dönemi başladı. Bu dönemde 1980’lerdeki “üçüncü dünya borç krizi” ile sona erdi. 1990’lı yıllarda başlayan neoliberal soygunun adı “küreselleşme” oldu.
Bu kavram değişikliği sadece emperyalist sömürü dalgalarının adıyla sınırlı değildir, yükselen faşizm dalgasının adı da “popülizm” oldu. Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra kapitalist merkezler artık sosyalizm korkusu olmadan dünyayı yeniden yağmalamaya başladıklarında bunun adını nasıl estetik düzeltmeye uğratıp “küreselleşme” yaptılarsa; kapitalizm on yıldır yaşadığı büyük bunalımından çıkamayınca yükselen faşizmin adını da estetize edip “popülizm” koydular.
1930’lardaki faşizm yıllarıyla bugünkü arasındaki fark elbette sadece adlandırmalarda değildir. Olgunun özünde de önemli bir fark vardır. Kapitalizmin yaşadığı ilk büyük faşizm dalgasının temelinde sadece sistemin ekonomik krizi değil, varoluş bunalımı da yatar. Yükselen devrimci dalgalardan bir tanesi Rusya’dan insanlığa büyük bir çağrı yapmıştı. Aynı dönemde hemen tüm Kıta Avrupası devrimci bir dalga yaşamış, bazı ülkeler, özellikle İtalya ve Almanya devrimlerin eşiğinden dönmüştü. Başarısız devrimlerin insanlığa bedeli korkunç faşizm oldu.
Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra dünyada neoliberal soyguna karşı güçlü hareketler, halk ayaklanmaları ve isyanlar oldu. Bunlardan Latin Amerika’dakiler büyük bir dalga olarak geliştiler ve Venezüella, Bolivya ve Ekvator’da, hatta Uruguay’da iktidar oldular. Bu yükselişin adı “21. yüzyıl sosyalizmi” oldu. Bu dalga Avrupa’da Syriza ve Podemos’u tetikledi. “Occupy Wallstreet” yaşandı; Arap isyanları Ortadoğu’nun köhnemiş diktatörlükleri üzerinde büyük bir korku yarattı. Dünya ezilenlerine büyük umut veren bu dalga son beş yıldır durakladı; hatta yer yer geriliyor.
Kapitalist sistem günümüzde iki dünya savaşı arasında yaşadığı ölçüde devrimlerden kaynaklanan somut varoluş tehdidiyle yüz yüze değildir. Ancak kurtulduğunu sandığı sosyalizm tehdidinin yeniden yükselebileceğini gördü. Bu dalga geri çekiliyor olsa da kapitalizm on yıldır debelendiği bunalımdan hala çıkamadı. Kapitalist ülkelerde karamsarlık artıyor. “Fırsatlar ülkesi” ABD’de de bile insanlar ünlü “Amerikan iyimserliğini” kaybetti. Öte yandan üç yüz yıldır dünyayı yöneten “Batı kapitalizmi” artık tahtından edilme tehlikesiyle karşı karşıya… Doğudan güçlü rakipler yükseliyor. Daha da ötesi AB ve ABD arasında “ticaret savaşı” başladı. Tıpkı 1929 bunalımında yaşandığı gibi “gümrük duvarları” yükseltiliyor. Kapitalizmin çok övündüğü serbest pazar parçalanıyor. Kapitalist merkezler kendi sınırları arkasında mevzilenip yeni bir büyük paylaşım savaşına mı hazırlanıyor? Günümüzde bu soru yersiz değildir.
Günümüzde faşizmin “popülizm” postu içinde dolaştığı açıktır. Henüz son sözler söylenmedi. Kapitalizmi tehdit eden ölçüde güçlü bir devrimci dalga görünmüyor. Ancak kapitalist sistemin pek çok yönden kuşatıldığı, varoluş bunalımına doğru sürüklendiğinin güçlü alametleri var. Kapitalizm kendi içinde zorlu bir hesaplaşmaya doğru yol alırken, devrimcilere düşen faşizmi daha popülizm postu içinde yakalayıp, dünya devrimci sürecinin yolunu açmaktır. Hesaplaşma bitmedi, 21. yüzyılın başında yükselen devrimci öfke, yeniden hız alabileceği koşulların çoğuna sahiptir.
[button link=”https://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]