AKP’nin rejim değişikliği konusunda ne kadar ciddi bir mesafe kat etmiş olduğunu 7 Haziran sonrası süreçte gördük. Seçim hükümeti de bu görüntüyü pekiştirdi. Ortada iktidarını kaybetmiş olması gereken AKP’nin bir iki makyajla süslediği yeni bir AKP hükümeti var. Demokrasi güçleri yarattıkları zafere bu anlamıyla sahip çıkamadı. Kazanılan başarı kadük hale getirildi. Bunu AKP’nin ve Erdoğan’ın iktidarını asla ve asla paylaşmak istememesine dair bir irade beyanı olarak da okuyabiliriz. Bu irade beyanının yansımalarını önümüzdeki günlerde daha belirgin bir biçimde göreceğiz.
İslamcı basın AKP’nin iktidar mücadelesini İslam medeniyetinin ve Osmanlı’nın dirilişi olarak sunmak konusunda yoğun bir çaba harcıyor. Özellikle İbrahim Karagül Yeni Şafak’ta dış ve iç düşmanlar icat etmek, hırsızlıkları ve iktidarla ilgili ihtirasları örtmek için AKP’nin mücadelesine ulvi anlamlar katmaya çalışan menkıbeleri, demokrasi ve özgürlük mücadelesi verenlerin hain ilan edilme biçimlerinin akla hayale gelmeyecek biçimlerini üretmek adına aklın sınırlarını zorlayan hikayeler uyduruyor. Diriliş hikayeleri faşist ideolojinin alameti farikalarından biridir. Mussolini ve Hitler’de eski medeniyetlerini yeniden ayağa kaldırmak teması ön plandadır. 20. yüzyıl sonu faşizm çalışmalarının önemli ismi Roger Griffin faşizmi “farklı çeşitlerinin ortak efsanevi temeli popülist ultra-milliyetçiliğin yeniden doğuşçu bir biçimi olan siyasal bir ideoloji cinsi” olarak tanımlamaktadır. “Faşist ideoloji kesinlikle ‘yeniden doğuş’çuydu yani her şeyden önce milli ruh, kültür ve toplumun yeniden doğuşunu vurgulamaktaydı”. Erdoğan’ın bu dirilişin öncüsü olarak resmedilmesi ve Osmanlı’nın dağılmasını demir yumrukla ve parlamentoyu feshederek engelleyen Abdülhamid’in çağdaş modeli olarak sunulması AKP’yi Griffin’in tanımına giderek daha fazla yakınlaştırıyor.
Tabii mesele milyonlarcamız için akademik bir soğukkanlılıkla tartışılıp anlaşılmaya çalışılacak bir olgu değil. Kürdistan’da özerklik ilan eden kentler ve mahallelerde Suriye görüntüleri giderek yaygınlaşıyor. Erdoğan’ın özel harekat timleri direnişi kırmak için çoluk çocuk demeden katliamlar gerçekleştiriyor. HDP’ye en çok oyu veren ilçelerde yoğun bir göç baskısı söz konusu. Halk evlerini terk ederek yollara dökülüyor. Seçilmişlerin tutuklanması, gözaltındaki kadınlara dönük çok yönlü tacizler Kürt halkının ayağa kalkışını boğmak için devreye sokulan araçlar.
Şu son 2 ay gösterdi ki Kürt halkının direniş hamleleri sertleştikçe Batı’daki mücadele birkaç basamak geriliyor. Müzakere sürecinin bitmesi ile beraber Batı’da yaygın bir Barış Mücadelesi hala örgütlenemedi. Asker cenazelerinde ailelerin verdikleri tepkiler şu anda muhalefetin öncülüğünü üstlenmiş durumda. Kürtlerin başkanlık hayallerine engel olması ile çıldıran Saraylı en büyük desteği Batı’nın bir türlü kendisini toparlayamayan ruh halinden alıyor. 7 yaşında çocuklarının öldürülmesi, ormanlarının yakılması, evlerinden atılmaları insanların canını Batı’daki duyarsızlık ve hatta neredeyse ölümlerden duyulan sevinç kadar yakmıyor. Halklarımız arasındaki son bağlar da böylece giderek zayıflıyor.
Egemenlerin en önemli becerisi karşılarındaki halk direnişini bölüp parçalamayı başarmaktır. Bu yalın gerçeği herkes bilir. Fakat onlarca yıldır siyasetle uğraşan örneğin kimi Dev-Yol kökenliler HDP’nin seçim hükümetine girme hamlesini, kendi dayanışma noksanlıklarının gerekçesi yapmak için zevkle çarpıtabiliyorlar. Emin olun bunlar şimdiden “nasıl koalisyona girdiler AKP ile” sohbetlerine çoktan başlamışlardır. Ya da Davutoğlu’nun kendilerini teklif yöneltmek için neden seçtiğini bile anlayamadan ya da anlamazlıktan gelerek EMEP’in ve L.Tüzel’in “savaş hükümetinde yer alamayız” diyen “devrimci” çıkışı! Faşizm tüm azgınlığı ile saldırırken yine bir ortak tutum geliştiremeyişin açıklaması olabilir mi? Bu tutumlar aslında yaşanan durumun vehametini kavrayamamaktan, ateşin yeterince ocaklarına düşmemiş olmasından mı kaynaklanıyor?
Türkiye sosyalist-devrimci hareketinin güç birikimi AKP’nin rejim değişikliğini püskürtecek birikime sahip mi? Maalesef hayır. Kürt Özgürlük Hareketi ile yaratılan ortak mücadele bu açıdan büyük olanaklar sunuyor mu? Evet. Peki Kürdistan’da savaşı yükselten AKP, Batı’da Barış Mücadelesini boğarak aslında bu cephenin ortak bir duyguda buluşmasını mı engelliyor? Çok açık evet. Peki bizim buna karşı taktiğimiz, bu oyunu boşa çıkarmaya dönük hamlemiz ne olacak? Her ne pahasına olursa olsun dayanışmayı büyütmek. Denklem bu kadar basit. Fakat şartlar her zorlaştığında solda/sosyalistlerde artan hassasiyetler dayanışmanın büyüme olanaklarını da boğuyor.
Bu tuzağa bu sefer düşmemeliyiz. Bugün HDP’yi hala dışlamak, siyasi rakip olarak görmek, ortak bir taktik disiplin geliştirememek Erdoğan’a teslimiyet belgesini kendi elleri ile imzalamak anlamına geliyor. HDP 7 Haziran’da ülkenin içindeki iki farklı toplumsal gerçeği tek bir hedefte birleştirmeyi çok iyi başardı. Bugün aradaki açının daha fazla arttığı günlerde özgürlük talebi katliamlarla ezilmeye çalışılan kardeşlerimize duyarsız kalmanın vebalini sadece ahlaken değil aynı zamanda gerçek bir diktatörleşme ile ödemek riski ile karşı karşıya olan Batı daha en kadar kendini milliyetçi hikayelerle avutacak?
Unutmayalım:
Baran Çağlı (7), Emin Yaşar (10), Adem İrtegün (16), Mazlum Turan (16)
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]