Erdoğan’ın üzerinde yükseldiği siyasal yapının büyük bir toplumsal çürümeden beslendiği kuşku götürmez bir gerçek. Erdoğan’ın şirret siyaset çizgisi bu sınır tanımaz yozlaşmanın politik ifadesi olarak da okunabilir.
Bu yozlaşmanın ortaya çıkmasında 12 Eylül’ün inşa ettiği korku imparatorluğunun etkisi büyük. Toplumsal bilinçaltında güçlünün karşısında durulamayacağı, dolayısıyla onunla benzeşerek hayatta kalmayı esas alan bir davranış gelişiyor. Kendisinden güçlü gördüğü ile hesaplaşmayı göze alamayan, kendinden güçsüz gördüğünü ise şiddetle ezmeyi destekleyen bir bilinç dünyası aslında muazzam çürümenin başlangıç noktasını oluşturuyor. Kürdistan’da 12 Eylül’e karşı direnişin mirası devasa bir örgütlü güç ve halk hareketi olurken Batı’nın silkinişleriyle yarattığı momentler bir örgütlülüğe dönüşemediği için baskı dönemlerinde etkisizleşiyor. Erdoğan’ın Yeni Osmanlılık vurgusu ve bir padişahın sınırsız iktidarını özlemesi aslında böylesi bir toplumsal bilinç tarafından destekleniyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın Obama ile görüşmek için kırk takla atması da bu resme aykırı düşmüyor. Bütün sözüm ona anti emperyalist söyleme rağmen ABD’den ilgi ve alaka bekleme hali, Erdoğan’ı neredeyse kültleştirme gayretini açıkça ortaya koyan Saray entelijansiyası tarafından resmin doğal bir parçası haline getiriliyor. Karşılarındaki her türlü muhalefeti Batı kumpası olarak itibarsızlaştırmaya çalışanlar kendilerinin aslında nasıl bir Batı kumpası ile iktidara geldiklerini çok iyi bildiklerinden Beyaz Saray’ın ilgisine mazhar olabilmek beyler için çok önemli, ama hala dünyanın oyun kurucu gücü görüntüsü vermeye de devam etmeye çalışıyorlar. ABD şehirlerinde kamyon kiralayıp “We love Erdoğan” propagandası yaptırtan aşağılık duygusu ile narsizmin bu acayip karışımı, Hitler ve Mussolini’nin ne oldum delisi hallerini fazlasıyla anımsatıyor. Toplumun direnme kapasitesi diktatörlerin diktatörleşme yetenekleri ile ters orantılı. 12 Eylül’ün inşa ettiği örgütsüz toplum aslında Erdoğan gibi bir diktatörü çağırıyor. Erdoğan bunu bildiği için tüm iktidarı boyunca sınıfın en örgütlü kesimlerini çözmeye, mümkünse onun örgütleri yerine kendi yandaş örgütlenmelerini ikame etmeye çalıştı. İşçi sınıfı içerisindeki güvenceli güvencesiz kesimler arasındaki ayrımları kalınlaştırmaya, sınıfın örgütlü kesimlerinin prekarya üzerinde hegemonya kurmasını engellemeye çalıştı, prekaryayı ve varoşlardaki emekçileri “sosyal yardımlar” ve din mekanizmasıyla kendisine bağladı. Prekarya Erdoğan’ın diktatörleşme projesini destekleyerek içine düştüğü çürümeyi kesifleştiriyor, kendisini daha da kötürümleştiriyor. Bizler varoşları bir şahsiyet kazanmaya ve kapitalizm ile hesaplaşmaya davet etmekteyken varoşlar şimdilik Erdoğan’ın peşinde ülkeyi içinden çıkılamaz bir tükenişin yakıtı olmayı tercih ediyor. Varoşlar ile Erdoğan arasındaki bu bağı koparamadan toplumsal çürümemize çare bulabilmek mümkün değil.
Birikim’in lafazanı Ömer Laçiner zamanında AKP’yi yere göğe koyamazken otantik burjuvazi analizleri yapmakta, gerçek burjuva demokrasisinin eşiğinde olduğumuz müjdeleri veriyordu. Kendisinin şimdi de Cumhuriyet’in manşetinden “diktatörlük” analizleri parlatması da içinde bulunduğumuz çürümenin bir başka tezahürü. Sosyalist solun kendisini ulusalcılık ve liberalizm zaaflarından arındırarak hegemonik bir dil yaratamamış olması bu tiplerin hala ortalıkta rahatlıkla bilge pozu verebilmesini mümkün kılıyor. Türkiye burjuvazisinin finans kapital ve tefeci bezirgan kanatları ile oldukça otantik oldukları devlet ile kurmuş oldukları bağın yıllardır değişmemiş olmasından da kaynaklanıyor. Koç’un AKP güzellemeleri, Aydın Doğan’ın A. Selvi’yi Hürriyet’e getirmesi sermayenin yeni döneme uyum sağlarken hiçbir tavizden geri durmayacağını açıkça gösteriyor. AKP’nin cemaat sermayesi üzerinden Osmanlı’nın müsadere geleneğini canlandırması ödlerini koparmasına rağmen uyum sağlamak dışında bir tavır geliştiremiyorlar.
Kentleri bu hoyrat çürümenin finansmanı için acımasızca betona çevirmek, ilkel sermaye birikimini madenleri ve insan bedenini vahşice sömürmek bu dönemin ana motifi. Kentsel dönüşüm ve inşaat, sermaye birikiminin ve bunun üst orta sınıflara sızdırılmasının temel mekanizması. Oturdukları evlerin değerinin artması orta sınıflarda Erdoğan’a derin bir saygı üretiyor. Böylece de derin nefret söylemlerine rağmen “akıllı” davranmaya özen gösteriyorlar. Akıllı davrandıkça da toplum olma kapasitesini daha da fazla kaybediyorlar. Orhan Bursalı geçtiğimiz hafta “ordu darbe yapar mı?” 4 köşe yazılık bir flood yaptı ve en sonunda açıkça yumurtladı: “Ordu Kürtlerle savaşacakken neden AKP’ye darbe yapsın?”. Kürt düşmanlığı “modern” orta sınıfı AKP diktatörlüğünün pasif destekçisi haline getiriyor.
İnsaniyetsizliğin tepe noktalarına daha ulaşmadık. Mülteciler geri gelmeye başladığında, kamplara karşı tepkiler Erdoğan’a değil de savaştan kaçan Suriyelilere dönmeye başladıkça bu konuda yeni zirveleri yoklayacağız. Çünkü zayıflara karşı sesini yükseltmek her zaman daha kolay.
Kırdan kente hızlı göç, kentlerin muhafazakarlaşması ama bir yandan da muhafazakarların daha fazla burjuvalaşması çürümenin bir diğer motifi. Ülkenin en az katliamlar kadar bir yandan da taciz ve tecavüzlerle anılır olması da bu tablonun tamamlayıcısı haline geliyor. Yeni zenginleşen AKP’li burjuvazi çok özendikleri Batılı burjuvazinin yaşam tarzını aynen kopyalıyor, çok eşlilik ve çeşitli dünya zevklerinin peşine düşme o kesim tarafından da büyük bir şevkle sahipleniliyor. Burjuvanın laiki de İslamcısı da aynı bataklığın çiçeği.
Bu tabloya karşı inatla direnen Kürtlere ve sosyalistlere toplumun ne kadar büyük bir borca sahip olduğu ileride daha net anlaşılacak. Toplumun diktatöre tüm varlığının tapusunu vermesinin önünde sadece onlar duruyor. İçine düşülen çürüme tablosundan çıkışın, sermayenin farklı renklerinin ortaklaşa yarattıkları bu dekadans tablosuna karşı direnişin büyütülmesi ile mümkün olduğu her gün daha fazla belirginlik kazanıyor. Diktatörlüğe uyum sağlamayı tek hayatta kalma stratejisi haline getirenleri, canlı kalmak için ölü taklidi yapmaktan başka yol bulamayanları, canlı yayında tesettüre girme maskaralıklarını ancak büyük bir direnişle aşabiliriz. Barışı haykırmak için zindanları gerçek bir Akademi’ye dönüştüren bilim insanlarının aydınlık ve boyun eğmez tavrı bu direnişin güçlü bir zemininin olduğunu gösteriyor.
Faşizm çürümeden, çürüme de faşizmden besleniyor. İkisini de hedefleyen, ikisine karşı da insan onurunu hedefleyen bir mücadeleyi büyütmek de bize düşüyor.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]