Trump, Suudi Arabistan Kralı ve Sisi’nin ışık veren bir küreyi birlikte tutarak verdikleri fantastik fotoğraf -ki Netanyahu’yu da fotoğrafta görünmeyen ancak orada bulunan aktör olarak ekleyebilirsiniz- 20 dakikalık görüşme sonrasında AKP’li Trump sevicilere ikinci bir darbe oldu muhakkak. Yaşanan tüm tablonun -başta Trump’un iç siyasette başına açtığı dertlerle nasıl başa çıkabileceği- istikrarsızlığı bir yana, Türkiye’nin bölge siyasetindeki stratejik çöküşünün artık saklanamaz bir gerçek olduğu çok açık görünüyor. İran’da Ruhani’nin seçilmesi, ülkenin kendisine dönük Trump tehdidini çok da önemsemediğinin, kısa vadede uluslararası konjonktürde muazzam bir alt üst oluş ummadığının işareti olarak okunabilir. Türkiye, kendisine yeni bir rol yaratmak için “Pers yayılmacılığına karşı” (Erdoğan danışmanlarının “Auguste Comte gibi sorunlu tipler” tarzı bir uydurma terimi olarak alınmalı) Sunni ordusuna başçavuş yazılması ise her ne kadar Trump’un Erdoğan’la konuşurken “Kore Zaferi”ne atıf yapmasından anlaşıldığı üzere masada olsa da bunun da Rusya ile ilişkileri içinden çıkılmaz hale getirebileceği açık.
Dış konjonktürden kaynaklanan basınç dalgaları iç siyasette yansımasını buluyor. Çeşitli çevrelerde kıpırdanmalar olduğu görülüyor. TÜSİAD toplantısında finans kapital temsilcileri OHAL’in kaldırılması, “yeni bir milli birlik ve kardeşlik açılımı”, AB üyelik sürecine dair yeni stratejilerin belirlenmesine dair önerilerini gündeme getirdiler. Sermaye bu tıkanıklıktan çıkabilmek için, kamu maliyesine yük bindirerek ekonomiyi fonlamanın ya da kredi garanti fonuyla bankalara rekor karlar yaptırarak borçlanma ile büyümenin sınırlarını görüyorlar. Bu beklentiler aslında son AKP kongresinin afişlerine de abartılı biçimde yansımıştı : “Demokrasi, reform, değişim”. Ancak Erdoğan’ın hem TÜSİAD toplantısında hem de kongrede yaptığı konuşma açıkça ortaya koydu ki bu söylemin Saray’ın vizyonunda hiçbir karşılığı yok. Erdoğan, kendi tabanı dışında rıza üretme umudunu kaybetmiş durumda. “Acırsak acınacak duruma düşeriz.” söylemi politik bakışa tam anlamıyla hakim. Demokratik siyasetin zemin bulabilmesinin kendisi açısından gerçek sonun başlangıcı anlamına geleceğini biliyor. Toplumdaki dip dalgalarının ve güçlü özgürlük arayışının kendisine gün yüzüne çıkabileceği kanallar bulmasını engellemeye çalışıyor. Dolayısıyla OHAL’e muhtaç. 14 yıldır iktidar olan bir parti, “Huzur ve Refah’a ulaşana kadar” OHAL’e muhtaç olduğunu en üst perdeden haykırıyor. Olağan bir biçimde yönetmenin mümkün olmadığının açıkça itirafından başka bir biçimde anlaşılması mümkün olmayan bir tutumdur bu. Saray, yaşadığı tüm tıkanmaların farkında, ancak karşısında bir politik aktör inşasının da ancak demokratik koşullarda olabileceğini gördüğü için de bu alanı kapatmayı hayat memat meselesi olarak görüyor. Bunu başarmak için her türlü alçalmaya açık olduğunu Nuriye ve Semih’in açlık grevlerinin 75. gününde gözaltına alınmalarıyla da görmüş olduk.
Bugün artık bizim tarafın ne yapabileceği Erdoğan’ın ne yapacağından çok daha önemlidir. Erdoğan’ın sürekli saldırmaktan ve demokratik alanı boşaltmaya çalışmaktan başka çaresi yok. Bunun kısa vadeli olacağına ya da bir hamlede kırılabileceğine dair tüm beklentiler boşa düşmeye mahkûm. Bugün diktatörlük karşıtı bir bloğun mayalana mayalana örgütlenmesi, 16 Nisan öncesinde yakalanan dayanışma ve kolektivizmin kendisini kurumsal bir inşaya taşıması, farklı aktörlerin birbirini görebileceği, birlikte olabileceği, hızla olmasa da adım adım demokratik alanda kendilerine yer açabilecekleri bir faaliyete, bir kamusal alan üretimine ihtiyaç var. Bunun çok ağır koşullar altında geliştirilmeye çalışılacağı açık. Bu üretim, doğru zamanda dipteki özgürlük arayışıyla denk gelip o beklenen volkana dönüşme potansiyelinin de inşası anlamına gelecektir. En önemli handikap, sandık vadesinin bulunmadığı durumlarda ve gündemlerde şimdiye kadar böylesi bir yapının süreklilik kazanamamış olmasıdır. İktidarın gayri-meşruluğunu bir an bile unutmayan bir öfke ve telaşı, zaferin ancak bir inşa sonrasında gelebileceğini gören bir özen ve ihtiyat ile birleştirebilecek bir tutum geliştirebilecek miyiz? Bu, diktatörlüğü bozguna uğratabilme stratejisinin en önemli uğrağı ile ilgili temel bir soru haline gelmiştir.
HDP’nin bu inşanın temel aktörlerinden birisi olma konumunu güçlendirmesi bakımından barış talebini radikalleştirmesi önemli sonuçlar doğuracaktır. Bu hamle, Saray’ın bu cinnet aşamasında bulunduğu noktada devlette bir tutum değişikliğine yol açmaz ancak HAYIR’ı ören diktatörlük karşıtı zeminde HDP’ye hamle üstünlüğü kazandırır.
Toplumun demokratik geleceğine dönük bu sıra dışı ve varoluşsal saldırı kendisini her gün aşmayı beceren bir politik-taktik akıl ve sahip olduğu değerlere sımsıkı sarılan bir kararlılık senteziyle aşılabilir ancak.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]