Kimi güncel tespitleri, biraz birbirinden kopuk kalsa da yapmakta fayda var:
1) HSYK seçimlerinin hükümet tarafından kazanılması sonrasında tek parti devletine gidiş noktasında önemli bir eşik aşılmıştır. Artık hukuki mücadelelerden kazanım elde etme olanağı neredeyse sıfırlanacaktır. Hukuki mimaride ortaya çıkan bu fark en küçük yerel mahkemenin kararına bile kısmen yansıyacaktır. Özellikle iş mahkemelerinde, ekoloji ve kentsel dönüşüm ile ilgili davalarda kamu lehine sonuçlar daha da azalacaktır. AKP’nin bu başarısı aynı zamanda Erdoğan’ın cemaat ile düşmanlaşması sonrasında eski düzenin kimi unsurlarıyla kurduğu yeni “kararsız” ittifakın da bir aşama kaydettiğini ortaya koymaktadır. Erdoğan girdiği bu yeni ittifakın kendisi için sadece günü kurtarma anlamına geldiğinin farkındadır, birbirini ilk fırsatta yok etmek isteyecek iki gücün ittifakı en kritik anlarda patlayabilecek yeni krizlerin habercisidir.
2) Erdoğan toplumsal mücadelenin hukuki kazanım yollarını kapatarak sokağı daha da radikalleştirecek bir adım atmış olmaktadır. Erdoğan Gezi ve 17 Aralık sonrasında ne yaparsa yapsın, ne kadar seçim kazanırsa kazansın gücünü yeniden tahkim edemiyor. Sokak karşısında çok çabuk panikliyor, nasıl tepki vereceğini bilemiyor. Davutoğlu’nun sıkça reddettiği gibi “özgüvenleri”ni fazlasıyla kaybettiler. Bu açığı kapatmak için çok güçlü ve heybetli görüntüsü vermeye çalıştıkça daha da maskaralaşıyorlar. Yeni güvenlik yasaları bu korkunun ifadesidir. Fakat bu yasalar da AKP iktidarının sokak mücadeleleri karşısında kırılganlığını azaltmayacaktır. AKP’nin özgüven kaybının en önemli sebeplerinden biri ABD ile bir türlü rezonans sağlanamamasıdır.
3) Siyasal İslam’ın iktidarda olduğu bir ülkede İslami faşizmin güçlenme ve etkinlik kazanma emareleri buna karşı olan kesimler arasında ittifak zeminini olağanüstü güçlendirmektedir. Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde kazandığı başarı bu ittifak zemininin ilksel kazanımlarının bile düzen açısından ne kadar sarsıcı sonuçlar yaratabileceğini gösterdi. Erdoğan, HDP’yi ve Demirtaş’ı bu zeminin dışına itmek istiyor, “eski devlet” ile uzlaşması da bu taktiği güçlendiriyor. Ancak aynı Erdoğan, en azından seçimlere kadar savaşın yeniden başlamasını da istemiyor. 2 yıllık müzakerenin parametrelerini devlet adına değiştirerek, Öcalan’ın alanını genişletip Kürt Hareketi’nin alanını daraltarak yeni bir kıvam elde etmeye çalışıyor. HDP’nin kriminalize edilmesi, yeni güvenlik yasası ve İmralı’ya sekreterya meselelerinin aynı zamanda tartışılabilmesi böylesi bir niyetin tezahürüdür. Ezilenler, Gezi’de ortaya çıkan, sonra da cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kısmen etkisi hissedilen ittifak zemininin belirginleşmesi, olgunlaşması ve örgütlenmesi yönünde adımlar atabilirse kazanabilirler. Aksi takdirde en örgütsüz kesimin en ağır faturayı ödeyeceği bir kaybetme sarmalına girilir.
4) Böylesi bir ittifak zemininin üzerinde gelişeceği mücadele programının ikisi temel, ikisi de (en az onlar kadar önemli ama) yedek ayağı mevcuttur.
- a) Kürdistan’da, Ortadoğu’da ve Türkiye’de Barış ve Halklar Meselesi: Burada temel nokta şu anda Kobani’dir. Rojava’da yaratılan Demokratik ulus nüvesinin özelliklerinin anlatılması, sahiplendirilmesi ve desteklenmesi temel önemdedir. Bu anlamda kurulan Kobani Dayanışmaları’nın bileşimi çok daha zenginleştirilmelidir. Batı’da faşizm zemininde olmayan kesimlerin milliyetçiliği mahkum edip, insanca bir gelecek için Rojava projesine destek vermeye kazanmak mücadele açısından stratejik öneme sahip bir hedeftir. Bu başarılamadan mücadelenin dengelerinde köklü bir dönüşümün sağlanması zordur.
- b) Sınıf Mücadelesi: Buharlaşan ve etkisi kitlesel iş cinayetleri dışında neredeyse hiç hissedilemeyen sınıf mücadelesinin radikal, kitlesel ve belirleyici bir içerik kazanması. Burada özellikle KESK, DİSK gibi kurumlara hayati bir görev düşmektedir. HDP bu kurumlar üzerinde belirleyicidir, ancak bu örgütleri daha ziyade barış konusunda mobilize etmektedir. Kürt emekçilerin bu kurumlardan beklentileri şu an itibariyle sadece Kobani ile dayanışmaya kilitlenmiştir. Bu anlaşılır bir durumdur ancak yetersizdir. Yapılması gereken bu kurumları sınıf mücadelesinde kapsamlı bir biçimde işlevlendirmek, Kobani cephesine nefes aldıracak yeni bir cephe açabilmektir. Bu noktada yaklaşan bütçe görüşmeleri hayati öneme sahiptir. Kamu çalışanları Memur-Sen’in ihanet sözleşmesi sonrasında ciddi ekonomik kayıp yaşamıştır. Emekçilerin hiçbir kesimi AKP iktidarı boyunca büyümeden pay alamamıştır. Son 12 yılda ekonomi ortalama %4.5 büyümüştür. Emekçiler aslında tüm kesimleriyle AKP’den alacaklarının hesabını sormaya sevk edilmelidir. Ücretlerde büyüme payını almak için harekete geçen kararlı bir sınıf hareketi yol alabilir. Böylesi bir mücadele tek tek fabrikalardaki işçi direnişlerini de birleştirebilir. Son 12 yılda nüfusun %1’nin sahip olduğu servet oranı %42’den %54’e çıkmıştır. Zenginlerden alınacak servet vergisi emekçilerin büyümeden pay alamaması konusundaki açıklarını kapatacaktır. Aynı Kobani Dayanışmaları’nda olduğu gibi kurulacak Halk İçin Bütçe Dayanışmaları işçi sınıfının tüm kesimlerini aynı çerçevede harekete geçirebilir. Böylece de AKP’nin sınıfın farklı kesimlerini birbirine kırdırma taktiği boşa düşürülür. Bu zeminde büyüyecek bir mücadele ise AKP’nin geriletilmesi konusunda Kürt halkının üzerindeki yükü alacaktır.
Yedek mücadele kanalları ise şunlar:
- c) Sünnileştirmeye karşı İnançlara Özgürlük Mücadelesi: bu başlık aslında 1. Başlığın bir özgün uzantısıdır. Özellikle eğitim alanında AKP’nin artarda attığı adımlar ve IŞİD meselesinin popülerleşmesiyle birlikte kentli-laik orta sınıfın ve Alevilerin üzerinde büyük bir basınç ortaya çıkıyor. Kentli-laik orta sınıfın mücadeleye katılımının nasıl sonuçlar doğurabileceğini Gezi döneminde gözlemledik. Özellikle ortaokulda türban ve tüm okullara imam hatip uygulamaları tedirginliği arttırıyor. İslam ile İslamcılığı nüanse edebilen bir mücadele programı ile bir inancın diğerleri üzerinde tahakküm kurmasına karşı adımlar atmak bu kesimleri mücadeleye kazanmak için hayati öneme sahiptir. Fakat bunu başarabilmek için ise hareketi yönseyecek olanların zihinsel bir sıçrama gerçekleştirebilmesi gerekiyor. Türkiye solu bu konuda çoğu zaman züccaciye dükkanına giren fil görüntüsü vererek, son kertede AKP’nin tabanını kemikleştirecek işlere imza atıyor. Meseleye kaba yaklaşım kadar gerekli önemi vermeyen yaklaşım da kaybettirir, bunu görmek gerekiyor.
- d) Kent Hakkı Mücadelesi: AKP ve yandaş sermayesinin ilkel birikim hırsı ve yargının kısmi direncinin tamamen kırılması bu alandaki mücadelelerin canlanması anlamına geliyor. Gezi’nin yarattığı bir gelenek de söz konusu. Bu mücadeleye tutunabilmek aslında Türkiye solunun aslında neredeyse bütünüyle kaybettiği kırsal bağlantılarını da yeniden kurabilmesine zemin sağlayabilir. Validebağ’da yaşanan mücadele ve AKP’nin panikçi ve ne yaptığını bilemez tepkileri, kent hakkı mücadelesinin aslında büyük bir yangına hızla dönüşebilecek nasıl kıvılcımlar taşıdığını gösteriyor.
4) Kobani’ye atılan ABD silahları yine kimi malum tartışmaları tetikledi. KP’nin şeflerinden A.Güler verdiği fetva ile enternasyonalist devrimcileri emperyalizm işbirlikçisi ilan etmeye kalktı. Bu beyin devrimci olan her şeyin fatihasını okuma noktasındaki hevesini 19 Aralık cezaevi katliamından çok iyi hatırlıyoruz. Şaşırtıcı olan beyefendinin sıcak odasından kahvesini yudumlayarak yazdığı yazısının içeriğini tartışmaya açık, kafası karışmaya çok yakın bir sürü sosyalistin bulunması. Savaşın en sıcak anında canını dişine takarak direnen insanların gelen silahın menşeine bakmasını ve hatta onlardan bu desteği reddetmesini ummak saçmalık noktasında bir irrasyonalite içeriyor. Tabii esas olarak ABD’nin Erdoğan hükümetinin burnunu sürtmek derdiyle attığı bir adımdan yola çıkarak “Kürtlerin neden ABD ile iş yapmak zorunda olduğunu” teorize etmeye çalışan İ.Aktan gibilerine de dikkat çekmek gerekiyor. Reel durumun yarattığı durumlardan fayda sağlamak başka, bu anlardan bir yeni yaklaşım ve teori inşa etmek ise bambaşkadır.
5) HDK/P kendi bileşenlerini birleştirmekle kalmıyor, dışındaki sosyalistleri de bir arada olmak zorunda bırakıyor. Umarız Haziran Hareketi temel meselesini “neden HDK/P’de olamayız?” ile sınırlamaz. Böylesi bir hataya düşülmediği takdirde birleşik mücadeleler dağınıktan ve çok parçalılıktan her zaman daha iyidir. Umarız mücadele hepimizi daha da büyük birlikteliklere götürür.
[button link=”www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]