Devletin Çivisi Çıktı
Mehmet YILMAZER
28 Mart 2014
Son ses kaydı sinyal kesicilerle korunan bir odadan yapılmıştır. Üstelik konu yolsuzluk değil, savaş hazırlığıdır. Artık devletin çivisinin çıktığı tespiti belli ölçüde ajitasyon yüklü bir vurgu olmaktan çıkmış, tam bir gerçeklik olmuştur. “Bekası için” uğruna çok canlar verilen devlet, yakın tarihte hiç bu hallere düşmemişti. Bu gerçeklik Erdoğan’ın bağırıp çağırmalarıyla, “paralel yapıyı” “vatan hainliği” ve “casuslukla” suçlamakla örtülemez. Zaten bağırmaktan sesi kısıldı. Bu sanki bir ironidir. Diktatörlüğe soyunan Erdoğan’ın erkenden sesi kısılmıştır.
Cumhuriyet tarihinde daha önce benzeri olmayan bir siyasal süreç yaşanıyor. Böyle siyasal kriz süreçlerini daha önceleri “derin devlet” ya da daha açık ifadesiyle ordu yönetirdi. Partilerin içine el atar, provokasyonlar yapar ve süreci bir biçimde yönlendirirdi. Bu siyasal sahne oyununun son perdesi daima bir askeri darbe ile biterdi. Ezilip tasfiye edilmesi gereken güçler darbe mahkemelerinde mahkûm edilir, siyasal güç dengeleri bu darbe sürecinde yeniden kurulurdu. Sivil siyaset ve politikacılar aşağılanırken bütün bu karanlık yıllarda devlet, gizemli kutsallığını korur ve güçlenirdi. Siyaset, iktidar, hükümetler yıpranıp itibar yitirirken devlet daima gücünü ve itibarını korurdu. Yeni siyasal düzen kurulduktan sonra bütün azametiyle kışlasına geri çekilen ordu, her koşulda devletin itibar ve gücünü ayakta tutardı.
Günümüzde siyaset oyunu artık böyle oynanmıyor. İki binli yılların başında ordunun siyaset üzerindeki vesayeti geriletildi. Bu arada bir kez daha vurgulayalım. Derin devletin deşifre olması ve ordunun itibar yitirmesinde en önemli rolü AKP değil, bir türlü yok edilemeyen Kürt Özgürlük Hareketi oynamıştır. Bu olgunlaşmış meyveyi, iktidar olduğunda AKP dalından koparttı. Fakat bunu kesinlikle demokratik mücadele anlayışıyla değil, tümüyle entrika ve keyfilikle yaptığı için, yürüyeceği yollara aynı zamanda kendi elleriyle mayın döşüyordu. Şimdi hergün bir mayın patlıyor. Erdoğan çılgın bir şekilde ve panik içinde bağırıp çağırıyor.
Cumhuriyet tarihinde yaşanan bu son siyasal krizde, daha öncekiler gibi sadece sivil siyaset ve siyasetçiler değil, pek çok kurumuyla devlet de itibar yitiriyor. Aynı zamanda ne ölçüde güç yitirdiğini söylemek için henüz vakit erkendir. Fakat son ses kayıtlarında devletin nasıl “felç” olduğunun da konuşulduğuna bakılırsa, düzen açısından durum oldukça karanlıktır.
Buradan önemli bir siyasal sonuç çıkar. Düzenin yıpranmış siyasal partilerinden hangisi seçim kazanırsa kazansın, “devletin itibarı” geri gelmeyecektir. Cumhuriyet, günü dolan bir egemenlik sisteminin yerine bir yenisinin inşa edilmesi sancılarının içindedir. Bu sancılar sadece seçim zaferleriyle ortadan kaldırılamaz. Bu gerçekliği AKP’nin ne ölçüde kavradığını bilemiyoruz, fakat seçim öncesi bir savaş senaryosunu gündemine aldığına göre, en azından kendi geleceği için sadece “birinci parti” olmanın yetmeyeceğini kavramıştır.
“Sinyal kesicilerin koruduğu odada” savaş senaryolarının konuşulmasının siyasal anlamı ne olabilir? İlk olarak, AKP önümüzdeki seçimleri kazanabilmek için çok öğündüğü “hizmetlerinin” artık yeterli olmadığını düşünüyor olmalıdır. Çünkü sadaka dağıtmaya ve ranta dayalı hizmetlerin gerçekten sonuna yaklaşılmıştır. Ekonomi çok kırılgan ve rekabet gücüne sahip değildir. Hatta son yolsuzluk olayları ile daha net olarak açığa çıktığı gibi, ekonomi oldukça yüklü kara para aklaması da yapmıştır. Bu deniz bitmek üzeredir. AKP’nin başka başarı ve zaferlere gereği vardır.
İkinci olarak, Gezi isyanından beri anlaşıldığı gibi AKP bağırıp çağırarak, yasaklar koyarak kendine karşı yükselen tepkiyi sindiremeyeceğini çok iyi anlamıştır. Onun için bir savaş ortamı hazırlamak, tepkileri sindirmek için uygun bir ortam yaratabilir. Fakat insanlığın bugüne kadar ki deneylerinden ortaya çıktığı gibi, böyle sözde çözümler iki yanı keskin bıçak gibi işler.
Tüm seçim süreci dikkate alınırsa, Türkiye’nin önünde daha bir yıldan fazla zaman vardır. Bu süreç kim bilir nasıl senaryolara gebedir! Fakat “felç” olan, itibarı yerlerde sürünen bir devletle hangi senaryoların uygulanabileceği de ayrı bir sorundur.
Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar yaşanan siyasal krizlerinden çok farklı bir süreç yaşandığını vurgulamıştık. Böyle krizleri yöneten askeri vesayet bugün geriletilmiş durumdadır. Sürecin bu farklılığından önemli bir sonuç daha çıkar. 27 Mayıs’ın farklı yanlarını unutmadan, ondan sonraki iki büyük kriz sırasında “devlet” çözümün yolunu güçlenen devrimci hareketi ezerek açtı. Bugün devletin çivisi çıkmış durumda. Kürt Özgürlük Hareketi ise ezilmeyeceğini kanıtladı. Gezi isyanı yeni bir devrimci demokrat yükselişin işaretlerini verdi.
Erdoğan istediği kadar bağırıp çağırsın Cumhuriyet tarihinde yaşanan bu büyük krizde devrimci demokrat güçlerin yükseliş yaşaması için önleri açıktır. Ancak bugünlerde günümüze kadar gelen alın yazısı çok konuşuluyor. AKP’nin zayıflaması veya iktidardan olması durumunda ortaya CHP ve MHP’nin güçlendiği bir siyasal ortam çıkacaksa, değişen ne olacaktır?
Bu alınyazısının da büyük darbe alacağı günlerden geçiyoruz. Askeri vesayetin siyasal güç dengelerini yeniden kuruduğu dönemlerde yenilen devrimci güçler, karanlık günlerden çıkarken genellikle CHP durağına uğramayı yol edinmişlerdi. Oysa artık böyle zorunlu bir durak yoktur.
Kürt Özgürlük Hareketi ile Gezi isyanı, kemalizm ve siyasal islamın çürüyüp yozlaştığı bir ortamdan kendi yolunu yaratmak ve güçlenerek çıkmak için tarihsel bir fırsata sahiptir.