Davutoğlu’nun gidişi, Saray’ın en küçük iktidar paylaşımına tahammülünün olmadığını gösteriyor. Bu gerçekliğin arkasında ise gittikçe bıçağın sırtında ilerleyen güç dengeleri yatıyor. Saray her şeyi kontrol altında tutmak istedikçe iktidarının gücü ve siyaset yapma yeteneği kırılganlaşıyor.
Başbakanın kim olacağından çok yeni kurulacak hükümetin politikalarının ne olacağı önemlidir. Çok açık ki, yeni başbakan, Davutoğlu kadar olsun ortalıkta görünmeyecektir. Saray’ın çizdiği politik sınırların dışına bir santim bile çıkmayacaktır.
Davutoğlu’nun Saray’ın gözünde bir kaç önemli günahından söz etmek gerekiyor. İlki, başkanlık sistemi konusundaki gevşek tavrıdır. 7 Haziran seçimleri sonucuna bakarak Davutoğlu başkanlık sistemini halkın istemediğini açıkça belirtmişti. İkincisi, Kürt savaşıdır. Saray zorlamalı attığı bütün nutuklara rağmen savaşın derinliği konusunda Erdoğan’la aynı hatta durmuyordu. Sonuncusu, Batı dünyası ile ilişkisinde Saray’ın canını sıkacak ölçüde esnek olmasıydı.
Yeni hükümetin en önemli görevi anayasa değişikli ve başkanlık sistemi konusunda hızlı adımlar atması olacaktır. Bu konular çözümlenmeden Saray için rahat bir uyku mümkün değildir. Siyasal İslam’ın “yüz yıllık sabırla” yakaladığı iktidarının geri dönüş olasılığını asgariye indirmek için bu yasa değişikleri kaçınılmazdır. Elbette siyasete daha geniş açıdan bakıldığında, güç dengelerinin kendi kanunları olduğu hatırlandığında hiçbir yasa siyasal İslam’ın ve Saray’ın egemenliğini garanti altına alamaz. Ancak iktidarının ömrünü uzatmak için siyasal İslam bu adımları atmak zorundadır.
Yeni hükümet Kürt savaşı konusunda Saray’la aynı derinliğe sahip olacaktır. Bu konuda herhangi bir sallantı AKP için yıkım olur. Erdoğan’ın politikasının omurgası Kürt savaşına dayanmaktadır. Bütün siyasal kurgular ve denge hesapları bu savaş üzerinden yürütülüyor. Bu savaşla AKP, MHP’nin içine elini uzatabiliyor. CHP ve Kılıçdaroğlu’nu bu politikayla köşeye sıkıştırıyor. Genelkurmay’ı bu politikayla iktidara bağlıyor. Kürt savaşı konusunda en küçük sallantı Saray’ın kurmak istediği siyasi dengeleri altüst eder.
Kürt savaşının bir de bölge boyutu vardır. Bu konuda Ankara ve AKP iktidarı neredeyse tüm manevra alanını yitirmiştir. Kilis roketleriyle kendine bir alan açmaya uğraşıyor. Ancak bu çabaların Ankara aleyhine gidişin yönünü değiştirme şansı yoktur. Yaklaşan tehlikeyi Yeni Şafak’ın kaptanı İbrahim Karagül şöyle dile getiriyor:“IŞİD’le savaşa kilitlenmek intihar olur. Bunun yerine PYD zayıflatılmalıdır. Başkanlık sistemi dâhil birçok şeyi sabote etme potansiyeline sahip bir tehditten söz ediyorum.”
Mare-Cerablus hattında yaşanacak gelişmeler Ankara için bu ölçüde önemlidir. Bu alanı Kürt güçlerine kaybetmek, öte yandan IŞİD’in öfkesini üstüne çekmek, Saray’ın planlarının “sabote” olması sonucunu yaratabilir. Ankara Rojava’yı dolaylı olarak baskı altında tutmak için “Kent savaşlarını” sürdürmek zorundadır. Bıçağın sırtında yürüyen bu politika en küçük sallantıya gelmez. Yeni hükümet bu duruşa sahip olmalıdır. Daha doğrusu Saray bunu istemektedir.
Batı dünyası ile ilişki son gelişmelerle mayınlı bir tarla haline dönüşmüştür. Washington ve Brüksel Ankara’nın manevra alanını daraltmak için son düzenlemeleri yapıyorlar. Saray bu konuda ipleri sonuna kadar gerip şansını denemekten yanadır. Oysa Davutoğlu, Saray’ın da onayı dışında inisiyatif kullanmak gibi büyük günahlar işledi. Yeni hükümet bölgedeki şansını arttırmak için ipi sonuna kadar germeyi tercih edecektir. Erdoğan’ın son resti bunun açık işaretidir.
Sonuç olarak, Saray’ın politikasıyla cumhuriyet bir kırılma noktasına yol alıyor. Siyasal dengelerin kendi lehinde kurumlaşmasını ve gelecek planlarını kazanamayacağı bir savaş üzerinden yürütmek zorunda olan Saray, tam da bu nedenle düzenin krizini büyütmektedir. Düzen, AKP ve siyasetin dengeleri gittikçe kırılganlaşıyor. Yeni hükümet böyle bir ortamda iş yapacaktır. Ancak nereye kadar?
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]