Çoktandır yılan hikâyesine dönen çözüm süreci sonunda tıkandı. Kürt Özgürlük Hareketi tıkanmayı Kobanê direnişi karşısında AKP iktidarının tavrına; iktidar ise 6-7 Ekim eylemlerinin “kamu düzenini bozmasına” bağlıyor. Yorumlar çok farklı olsa da sürecin tıkanması inkâr edilmeyen bir gerçek. Buraya nasıl ve neden gelindi? Sürecin bir geleceği var mı?
Çözüm sürecinin yolu İlker Başbuğ genelkurmay başkanıyken yapılan bir itirafla açılmıştı. Çözümün sadece silahla olamayacağını açıklamıştı Başbuğ, Bu önemli bir durum tespitiydi. Güçlerden birisinin yenilip tasfiye olacağı üzerine kurulu stratejiler artık geçerli değildi. PKK bu yolda stratejik dönüşünü 1999’da yapmıştı. Devlet ise strateji değişikliğini ancak 2008’de yapabildi. 2000-2005 yılları arasında Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmeye çok yaklaştığını, yıllardır kurduğu hayale erişmek üzerine olduğunu düşünen devlet kısa sürede bunun imkânsız olduğunu kavradı. Bizzat genelkurmay tarafından bir dönemin kapanmakta olduğu ilan edildi. Böylece çözüm süreci başladı. Bu temel güç dengesi hala geçerlidir ve çözüm sürecinin en alt zeminini oluşturmaya devam etmektedir.
Süreç başlarken PKK’nin yaklaşımları ile AKP iktidarının duruşu arasındaki fark, cehennemin yollarının iyi niyet taşları ile döşenmesi gibi, iyi niyetlerle hafife alındı. Pek çok farkın yanında bugün süreci tıkanma noktasına getiren iki temel anlayış öne çıkartılmalıdır.
İlki, Kürt sorununun çözümünün demokratikleşme ile çok sıkı bağlarıdır. İktidar başlarda “ileri demokrasi” lafları etse de, konuya hiçbir zaman böyle yaklaşmadı. Bugün bırakalım demokratikleşmeyi, “güvenlik” adı altında devletin, kökü yüzlerce yıl gerilere dayanan geleneksel anlayışının yeniden canlandırıldığı günleri yaşıyoruz. “Devletin bekası”nın her şeyin üstünde tutulması, bir kez daha AKP iktidarı tarafından üretiliyor.
Demokratikleşme olmadan Kürt sorunu çözülemez mi? Çözülebilir! Ancak Kürt Halkının iradesi teslim alınarak çözülebilir. Bugün devlet hala bunun hayalini kursa da, böyle bir çözüm imkânsızdır. Tıkanmanın altındaki ilk temel farklılık budur.
İkincisi, AKP iktidarına göre çözülecek olan sorun “Kürt sorunu” değildir; “terör sorunu”dur. Burada basit bir kavram farklıyla karşı karşıya değiliz. Çok köklü bir anlayış farkıdır söz konusu olan. Adını bile koyamadığınız bir sorunu çözemezsiniz. Zaten Erdoğan ikide bir “Kürt sorunu yoktur”, “Kürt vatandaşların sorunları vardır” demiyor mu? Çıkarılan son yasa da “terörü sonlandırma” yasasıdır.
Bugüne kadar bu iki temel farkın bir biçimde yumuşayabileceği düşünülmüş olabilir. Ancak Kobanê direnişi sırasında AKP ve devletin nasıl bir beklenti içinde olduğu çok çarpıcı bir şekilde deşifre oldu. Öyle laflar edildi ki, Kürt Halkına isyanı denemekten başka yol kalmadı.
AKP, siyasal hiçbir bedel ödemeden sorunu çözmek istiyor. Nasıl olacaksa! Kendi iç dengeleri ve ideolojik zemini nedeniyle, bir yandan “çözüm” derken aynı zamanda Kürt halkını kışkırtıcı bir şekilde aşağılamaya devam ediyor. Bu basit bir taktik hata veya Erdoğan’ın frenlerinin tutmamasına bağlanabilecek bir olgu değildir. AKP kurmaylarının bilinçli tercihidir.
AKP’nin ideolojik zemini Siyasal İslam’dır. O zeminde tarafların siyasal müzakeresine fazla yer yoktur. Onlar “sorunları çözme”, “sosyal dayanışma” veya “yardım” anlayışına sahip değildirler. Osmanlı’ya sık sık referans yapılarak, “hoşgörüden” söz edilir. Siyasal hakları teslim etmek ve vermek onların anlayışında yoktur. Haklar ancak lütfedilir. Yardım edilmez sadaka verilir. “Ötekileştirme” toplumun en kılcal damarlarına kadar yaygınlaştırılır, fakat aynı zamanda büyük bir lütufla “ötekiler” hoş görülür! Yine bu partinin ideolojik köklerinde koyu bir milliyetçilik vardır.
Partinin bu niteliklerinden dolayı çözüm sürecinde AKP adeta şizofrenik bir tavır sergilemiştir. Erdoğan bazı konuşmalarıyla Kürt halkının yüreğini ele geçirebileceğini hayal etti. Güçlü konuşmalar yaptı, hatta gözyaşı döktü. Fakat hiçbir siyasal adım atmadı. Kürt Özgürlük Hareketinin bu edebiyatlara prim vermeyen yüksek siyasal bilinci karşısında ise öfkelendi, onları aşağıladı. Kendi kurduğu tiyatro sahnesinde yanına Barzani ve Şivan’ı alarak “mutlu sona” gidebileceğini düşündü. Olmadı.
Bu şizofren politikanın altında yukarıdaki iki temel yaklaşım farkı yatıyor. Pratik politika açısından ise, çözüm sürecinin siyasal bedellerini en alt noktada tutabilmek için Kürt Halkını her fırsatta aşağılamaya devam ediyor. Fakat bunun çözüm değil, nasıl bir öfke biriktirdiğini Kobanê direnişi sırasında AKP panik içinde gördü. Sorunun derinliğini kavradı mı? Yetkili ağızlardan yapılan bitmeyen tehditlere bakılırsa anlamış görünmüyorlar.
Sonuç olarak, yılan hikâyesine dönen çözüm süreci tıkanmıştır. Bu noktadan sonra karşılıklı politikalarda ve kavrayışlarda önemli değişimler olmazsa süreç tıkanmadan çöküşe doğru yol alabilir.
AKP iktidarı, artık oyalamayla ve aşağılamayla gidebileceği son noktaya geldiğini kavramalıdır. Gerçek siyasal adımlar atılmadıkça ne beklenti yaratmaların ne de tehditlerin artık hiçbir yararı yoktur. AKP’nin şizofrenik halleri devam ederse, bu durum parti içi gerilimi yükseltmekten başka bir sonuç doğurmaz.
Kürt Özgürlük Hareketi ise çözüm için tek muhatabın artık AKP olmadığını, halkların ittifakının güçlendirilmesinin büyük öneme sahip olduğunu görmelidir. Aslında bu yönde bir yaklaşım bir süredir gelişiyor. Bu sürecin hızlandırılması olmazsa olmaz çözüm yoludur. Gezi ve Kobanê isyanlarıyla kurulan bağlar güçlendirildikçe, oyalamadan müzakere sürecine geçme şansı da büyür.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]