Batı medyası büyük bir gürültüyle Suudi veliaht prensinin “ılımlı İslam’a dönüş” açıklamasına yer veriyor. Bölgenin bu karanlık kuyusundan yapılan açıklamalar kimilerinin içini rahatlatabilir. Ancak Irak işgalinden beri cehenneme dönen bölgede böyle açıklamaları hayra yormak için güçlü bir işaret yok.
1970’lerin ortalarından beri bölgede komünizme ve Mısır’da Nasır hareketinin gelişmesine karşı “yeşil hilal” projesinin Amerika tarafından devreye sokulduğu biliniyor. Bunlar duvarın yıkılışının öncesinde kaldığı için fazla derinleştirmeye gerek yok!
Bugünkü ortam Afganistan ve Irak’ın işgali ile başladı. Bu tarihten itibaren Riyad’la Washington’un arası hep sorunlu oldu. İkiz kulelerin yıkılmasından El Kaide ve Suudileri sorumlu tutan Amerikan yönetimi Irak işgali ile bölgeye “demokrasi” getirmeyi hayal ederken, bu stratejik adımın içinde Suudi sarayının hırpalanması da vardı. Irak, Amerika için tam bir bataklığa dönüşünce Suudi sarayı bir bakıma kendini kurtarmış oldu. Ancak Amerikan yönetimi 2001’deki ikiz kulelerin yıkılışından zarar gören vatandaşlarına Suudi Arabistan’a dava açma hakkı tanıdı. Bu mekanizma her an işletilebilir. İşlerse, kötü senaryo, Batı’daki Suudi varlıklarına ABD tarafında el konulabilir.
Irak işgalinden beri Riyad’la gerilimli olan ABD ilişkileri, Arap isyanlarından sonra aynı taktik zeminde buluştu. Tahrir Meydanı’ndan bölgeye yayılan, yılların çürümüş diktatörlüklerini korkutan “özgülük” ve “onurlu yaşama” dalgası en çok Suudi Arabistan’ı korkutmuş olmalıdır. Bu dalganın ezilmesi için büyük bir gayret gösterdi. IŞİD’in güçlenip yayıldığı yıllar Arap isyanlarından sonrası geçen zamanda olmuştur. Bölgede bir türlü ezilemeyen “Şii ekseni”nin kırılması için Riyad başta Şam’ı hedef almıştı. Beş yıllık savaşta Suriye yıkıldı, fakat Şam kaybetmedi. Üstelik Suudi kralı bölgenin büyük gücü Rusya ile de arasını iyi tutmaya çalışıyor.
Bölgede güçler dengesi yeniden kuruluyor. Son birkaç haftada, referandum nedeniyle önemli değişimler yaşandı. Kürt Federasyonu, daha doğrusu Barzani güç ve mevzi kaybetti. Elbette 1975’lere dönüş imkansızdır. Kürt halkı bu son “hezimet”ten sonra birkaç yıl içinde ayağa kalkabilir. Elbette yeni güçlerle! Son gelişmelerde bölgede bir kez daha İran güç kazandı. Trump seçildiğinde Suudi krallığı Erdoğan gibi olmadık hayaller kurmuştu. Bu yolda bir de Katar krizi yaşandı, ancak bu tiyatroların gerçek güçler dengesine bir etkisi olmadı. Tahran, Şam, Beyrut ekseni yürümeye devam ediyor.
Bu tablodan bakıldığında Suudi krallığının “ılımlı İslam’a” dönüşü ne anlam taşıyabilir?
Bu dönüşün derinliğini bugünden kestirmek elbette zordur. Ancak Riyad’ın bu adımı atmasında en önemli etken krallığın içinde bulunduğu ekonomik durumdur. Petrol fiyatlarında yakın gelecekte bir yükselme görünmüyor. Krallık bütçesi açık veriyor, daha da ötesi böyle giderse sosyal düzeni etkileyecek krizlere girebilir. Onun için imajını değiştirmek, yeni alanlara yatırım yapmak, bir bakıma petrolsüz bir geleceğe adım atmak zorundadır. Kızıl Deniz kıyısına 500 milyar dolarlık adeta bir “serbest bölge” inşa edilecektir. Krallık kurallarının esnetileceği bu bölgenin bir çekim gücü olması isteniyor.
Veliaht prensin planına göre Riyad, finans alanında albenisi olacak bir alan yaratmaya hazırlanıyor. Bölgede her bakımdan yeni bir dönemin işaretleri ortaya çıkıyor.
Ekonomik nedenin yanında Irak ve Suriye’deki son gelişmelere göre Washington yeni bir denge oluşturmaya çalışıyor. Irak Başbakanı Abadi’nin elini güçlendirerek, Suudi Arabistan’la kopuk olan ilişkileri yeniden kurmaya çalışıyor. Yine hedefte İran’ı kuşatmak vardır. Ancak bu kez IŞİD gibi bir araçla değil, daha farklı yollardan yürümeye niyetlidir. Duruma bakınca “ılımlı” yollardan İran’ın nasıl kuşatılabileceği sorusu cevapsız kalıyor.
Bölge tam anlamıyla savaş yorgunudur. Suudilerin imaj değiştirme çabaları yeni bir güç biriktirme dönemi olarak anlaşılmalıdır. ABD, Irak ve Suriye içinde zeminini genişletmek, etkisini arttırmak için yeni bir taktik adımı gerekli görüyor. Bu adımda, Amerika; Suudi Krallığı, BAE ve Mısır’ı Tahran-Şam eksenine karşı organize etmeye çalışıyor. İkiz kulelerin yıkılışından beri Suudilerin üzerine yapışan imajın değiştirilmesi gerekiyor. Son on yılda Suudiler hem ekonomik hem de siyasi olarak çok kaybettiler, bir manevraya gerekleri vardı. BAE ve Mısır’la birlikte bu adım atılacaktır. Ancak esas hedef, yani İran’ın kuşatılması gözden kaybedilmezse, bu hedefe sadece “ılımlı” yoldan yürümek neredeyse imkansızdır. Yeni kapsamlı bir saldırıya hazırlık ılımlı bir örtü altına gizlenmeye çalışılıyor.
Bu gelişme Saray medyası Yeni Şafak’ta büyük bir öfke yarattı. İbrahim Karagül, gelişmeyi “çok tehlikeli bir oyun” olarak yorumladı ve “yakında kızılca kıyamet kopacak” kehanetinde bulundu. Yakında kıyamet kopacak mı, bilemiyoruz; ancak Ankara’nın son sığınağı olan Astana güçlerinin ABD tarafından yeni bir kuşatmaya alınma harekatının Saray medyasında öfke yaratması çok doğaldır. Gürültüyle, gerçekliğin ilişkisi ne kadardır? İç politika gereği, ayrıca Amerika ve Batı’nın Ankara’yı adım adım kuşatmasının sonucu olarak Saray; kulakları sağır etmek, düşünceleri kilitlemek için felaket tellallığını arttırmak zorundadır. Ankara son sığınağında da kuşatılırsa ne yapacaktır!
Gelecek iki yıl her bakımdan bir sırat köprüsü niteliğindedir.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]