Türk Devleti içeride ve dışarıda savaşı temel politika aracı olarak gören bir hatta sıkışmış durumda. Bu hattı sürdürebilmek için içeriden gelişebilecek her türlü sesi kesme adına faşizmi giderek kurumsallaştırıyor, faşizmin kurumsallaşması ise Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin kurumsallaşması anlamına geliyor. Siyasal İslam sözüm ona yıllardır hesaplaştığı militarizm ile sentezleşiyor, iç içe geçiyor. Erdoğan normal şartlarda güvence altına alamadığı siyasi ikbaline savaş koşullarında her türlü aykırı sesi bastırarak ulaşmaya çalışıyor. Savaş koşullarında Erdoğan’ın hırsızlığı, diktatörlük hevesleri ve dinciliği eskisi kadar konuşulmuyor. Türk Devleti’nin gördüğü emperyalist hayaller, sanki ortada bir beka sorunu varmışçasına toplumu da militarizme doğru örgütlemenin yollarını arıyor. Toplum birikmiş toplumsal sorunlarını çözmektense bunları derinleştirmeye davet ediliyor. Ortadoğu’da yaşanan kaosu bir fırsat olarak görme, buradan yeniden Osmanlı’yı inşa etme hayalleri belki de toplumu son 100 yılda yaşamadığı kadar büyük bir yıkımın eşiğine sürüklüyor. İbrahim Karagül’ün hezeyanları devletin stratejik planları haline dönüşüyor. Charles Tilly “devletleri, savaş yapar” diyordu, Türkiye’nin savaşı ise Erdoğan’ı başkan yapmayı hedefliyor.
Türk Devleti Cenevre’de kurulan masanın devrilmesi için her türlü girişimde bulunuyor. PYD’yi masadan uzak tutmak salt Kürt düşmanlığı ile alakalı değil, sonuçta Kürtlerin olmadığı bir masanın barışı kurma şansı da neredeyse sıfırlanıyor. Cenevre süreci gelişirken yanına Genelkurmay Başkanı’nı da alan Davutoğlu işin komutası bende dercesine Riyad’da konumlanmayı tercih ediyor. Bir taraftan Anadolu köy/kasabasındaki seçmenin yüreğinin yağlarını eriten “umreden başını kaldırmayan” Başbakan resimleri üretilirken bir taraftan da o evlere yeni asker cenazeleri gönderecek bir politik çizgi inşa ediliyor. Davutoğlu Riyad’da Suriye savaşını harlamaya çalışırken Suudi Arabistan’ın Yemen Savaşı’nda ölen sivillerin sayısı 8000’e ulaşıyor. Türk Devleti’nin Sur’a, Cizre’ye diz çöktürememesi gibi Suudi Arabistan’da da Husiler, bırakın yenilmeyi Suudi Arabistan içlerindeki askeri üsleri ele geçirmeye devam ediyor. Merkel’le geçtiğimiz hafta mülteciler üzerine pazarlık yapan ve el sıkışan Davutoğlu yeni mülteciler üretecek süreçleri zorluyor. Riyad muhalefetinin Cenevre’ye gitmek zorunda kaldığı bir anda IŞİD Şam’da Hz. Muhammed’in torununun türbesini bombalayıp 70 kişiyi öldürüyor, Erdoğan’ın “PYD ile masaya oturuyorsanız IŞİD ile de oturun” demesinin üzerinden birkaç saat geçmeden. İçeride insanları rahatlıkla kandırabildikleri, dünya egemenlerinin son 100 yıldaki en büyük icadı “terör” buhurdanlığı ile sersemleştirdikleri gibi bütün dünyayı da Ahaber, AA, Akit seviyesinde propaganda ile idare edebileceklerini düşünüyorlar.
Ortadoğu’yu çok iyi bilen Patrick Cockburn, İngiliz Independent Gazetesi’nin dünkü sayısında Türkiye’nin Suriye işgal kumarını oynayıp oynayamayacağı sorusuna yanıt aradı. Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi öncesinde Rus askeri istihbaratının Putin’i Türkiye’nin uçak düşürme planları yaptığı konusunda bilgilendirdiğini ancak Putin’in böylesi bir hamleyi olası görmediği detayını paylaştıktan sonra da Türk uçaklarının o gün fark edilmemek için nasıl alçak uçuş yaptıklarının altını çizdi. Chaliand isimli bir Fransız Ortadoğu uzmanından da şöyle bir alıntı yaptı: “Erdoğan olmasaydı Türkiye askeri hamle yapmaz derdim ama işin içinde o olduğu için bence yapacaklar.” Yani Türkiye Cerablus-Azez hattına girecek ve sınırın YPG tarafından tam anlamıyla kapatılmasını bu sayede engelleyecek. Aslında Sultanahmet’te Almanlara karşı (Merkel’in popülaritesi mültecilerin gelmesi ve yılbaşında Köln’de yaşanan olaylarla dip yapmışken ve Merkel Erdoğan’ın 1 Kasım “zafer”ine 3 milyar Euro’luk bir katkı yapmışken bu kafilenin saldırı için hedef seçilmesi ilginç) yapılan IŞİD saldırısı da böylesi bir hamleye yol vermek için yine MİT tarafından tezgahlanmış olabilir. Cenevre sonrası PYD’nin masa dışında kalması sınır hattında gerilimi daha da yükseltiyor. Cenevre’deki Suriye temsilcisi Caferi’nin Pazar günü Rudaw’a verdiği “Kürtler özerklik hayalleri görmesin, müsaade etmeyiz” açıklaması da Rusya’nın aslında bölgede ne yapmak istediği ile ilgili tereddütleri arttırıyor. Ruslar da Türkmen bölgesindeki silahlı unsurlara yüklenerek Türkiye’nin savaş hevesini kızıştırıyor. Böylece Türkiye’nin Kürtlerle savaşının tamamen uluslararası bir boyut kazanacağı ve içeride de şimdiye kadar yaşanmamış seviyede bir şiddeti tetikleyeceğinin hesapları yapılıyor. Böylece Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olunacağı bir kırmızı halı Erdoğan’ın ayaklarına seriliyor, ucu cehennem alevlerine ulaşan…
Erdoğan savaşı kaybedeceğini öngörse bile kendisini diktatör yapacak bu olağanüstülüğü tercih edebilir. Nasılsa Kılıçdaroğlu da tüm bu yaşananları anlayıp açıklayacağı yerde “Angajman kuralları ihlal edilirse gereken yapılmalı” deyivermişken. Erdoğan’ı başkan yapmak için toplumun tüm organik yapısını ezel ebed bozuma uğratacak bir kaosun içine düşürülebiliriz. Böylesi bir çılgınlığa yol verecek aklın iş başında olduğu Cizre’deki vahşet bodrumunda yaşananlardan anlaşılıyor.
Peki, toplum Erdoğan’ın siyasi hırsları, finans kapitalin inşaat ve enerji anlaşmaları uğruna bu bedeli ödemeye hazır mı? Neyin eşiğinde olduğunun farkında olsa değil diyebilirdik ama medyasından yalan üstüne yalana, kan banyosuna ve savaş manzaralarına giderek alıştırılan insanlar şu anda bu hesapları bozacak bir kolektif özne oluşturabilecek durumda değil. Daha da önemlisi bu göreve soyunması gereken karşı hegemonya odakları durumun vehametini ya çözümleyemiyor ya da çözümlediği halde gereken sorumluluk ve disiplini gösteremiyor, alışkanlıklarını kıramıyor.
Eldeki güçleri faşizme karşı direnç noktaları oluşturacak biçimde hızla mevzilenmek gerekiyor.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]